Sular şiddetle ovalara hücum etti.   
Bütün araziyi kapladı.   
Plajlarla, tepelerin olduğu   
Alçak yerlerde girdaplar oluştu.   
Sular bütün dünyayı kapladı.   
Sular önüne gelen her şeyi ve canlıyı mahvetti.   
Arzın temelleri sarsıldı ve MU kıtası battı.   
Yalnız zirveler suların dışında kaldı.   
Soğuk rüzgarlar çıkıncaya kadar kasırgalar esti.   
Vadilerin yerlerinde derin buz çukurları oluştu.   
Delikler çamurla doldu.   
Açılan bir ağızdan dumanlar ve lavlar fışkırdı.   
Yukarıdaki epik anlatım, Yunan alfabesindeki harflerin Maya dilindeki   
yorumuyla açılarak yazılmasıyla ortaya çıkmıştır. ‘Alpha’ harfiyle başlayıp   
‘Omega’ harfiyle biten Yunan alfabesinin Maya dilindeki çevrimi bize bu   
ilginç anlatıyı sunmakta. Bir alfabenin içine kadar giren Mu Uygarlığının   
batışı ve günümüz dünyasına etkileri aslında bir kitap olabilecek kadar   
geniştir. Bu yazımda batık kıta Mu hakkında edindiğim bilgileri ve   
araştırmalarımın özetini sizlerle paylaşacağım.   
Bir önceki yazımda James Churchward(J.C.)’ın 70.000 yıllık geçmişe sahip   
Mu Uygarlığı’nın izlerine nasıl rastladığından bahsetmiştim. J.C.’ın bulduğu   
taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı. Burada ilginç bir saptamamı   
belirtmek isterim. Kendi kendimize şu soruyu sorabiliriz. Mu veya Atlantis   
gibi yüksek teknolojiye sahip olduğunu bildiğimiz uygarlıklardan niçin   
geriye sadece taş tabletler kaldı? Cevabı basit olduğu kadar da   
düşündürücü aslında bu sorunun. Tabletleri yazan ve uygarlıklarını anlatan   
rahip Naacaller, bir gün bu sonla karşılaşacaklarını ve gelecek kuşaklara   
bu bilgilerin kalmasını istiyorlardı. Taş tabletler üzerinde yapılacak karbon   
testiyle uygarlıklarının çok eskiden yaşadığını anlatabileceklerdi.   
Böylece insanlığın uygarlık tarihinin sadece 6.000 yıl önce başlamadığı da   
ispatlanmış olacaktı. Bugünün teknolojisiyle aynı işi yapacak olsaydınız,   
siz binlerce yıl hiç bozulmadan kalacak hangi medyayı kullanırdınız?   
Tekrar konumuza dönelim. J.C. Naacal tabletlerinden edindiği bilgiler ile   
5 kitap yazmıştır. 1930 lu yıllarda kaleme aldığı eserler ve yaptığı   
konferanslar ile J.C. bilim dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır.   
Nasıl uyandırmasın ki, o zamana kadar kutsal kitaplarda anlatılan tarih   
ve yaratılış efsanelerinin ya yalan olduğunu ya da hatalı yorumlandığını   
ortaya çıkarıyordu bu araştırmalar.   
J.C. bu araştırmasında tüm kutsal dinlerin, farklı ırkların ve dillerin   
Mu Uygarlığı’ndan türediğini ortaya atmıştı. Kutsal Mu kıtası bugünkü   
Pasifik Okyanusu’nda bulunan büyük bir anakaraydı. Zaten Mu’nun bu   
dildeki anlamı da ‘Anakara’ ydı. Aşağıdaki resimde temsili olarak   
J.C.’ın çizmiş olduğu Mu kıtasının yerini gösteren harita vardır.   
    
Mu Uygarlığı’nın bu anakaradan başka bir de kolonileri vardı.   
Bunların en büyükleri bugünkü Atlantik Okyanusu’nun bulunduğu yerde   
kurulmuş olan “Atlantis” ve Asya ile Avrupa’nın büyük bir bölümünü kaplayan   
“Uygur” uygarlıklarıdır. Aşağıdaki resimde yine J.C. tarafından çizilmiş   
temsili Uygur haritası görülmektedir.   
    
Bütün bu uygarlıklar tarihin değişik zamanlarında geçirdikleri doğal afetler   
ve insanlar arasında yapılan çok büyük savaşlar neticesinde suların   
derinliklerine gömülmüştür. Gerek Mu’dan gerekse Mu’dan sonra büyük   
bir uygarlık seviyesine çıkan Atlantis’in olağan üstü güçlere sahip rahipleri   
ise bilgiyi kötü kişilerin eline geçmemesi için itina ile korumuşlardır.   
J.C’ın bir konuşmasında yaptığı itirafta, kendisine kutsal dili öğreten   
Tibet’li rahibin de son Naacal rahiplerinden biri olduğunu söylemektedir.   
Demek ki ışık bir gün tekrar yeryüzüne çıkmak için zamanını bekliyor.   
Şimdi çok kısa olarak Mu medeniyetinden bahsetmek istiyorum.   
Bu konulara ilgi duyan kişilere ise yazımın ekinde vereceğim kaynakları   
okumasını tavsiye edeceğim.   
Mu anakarasında yaklaşık olarak 64 milyon insanın yaşadığı söylenir.   
Bu insanların çok büyük bir bölümü beyaz renkli, sarışın insanlardı. Ayrıca   
siyah, esmer, kızıl, sarı ırka mensup insanlar da vardı. Tüm insanlar büyük   
bir uyum içersinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu   
güneş sembolizması ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı ‘Ra’ idi.   
Onun için Mu uygarlığına ‘Güneş İmparatorluğu’ da denmekteydi.   
Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan   
rahiplere Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır   
dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz. Mu’da yaratılış da dahil   
olmak üzere pek çok konu sembollerle ifade bulmuştu. Mu’dan kalan bu   
sembollerin ve inanışların bugünkü kültürlere etkisini ve sembollerin derin   
açıklamalarını bir sonraki yazıma bırakmak istiyorum.   
Zira Mu’dan kalan semboller, aslında bizim pekçok şeyi nasıl yanlış   
yorumladığımızı ve farklı kültürlere adadığımızı göstermektedir.   
(Böylece bir sonraki yazımın reklamını da yapmış oluyorum ? )   
Bir sonraki yazımda Mu sembolizmasını anlatmadan önce çok küçük fakat   
ilginç bir yorumumu sizlerle paylaşmak isterim. Ankara isminin hangi tarihte   
türediğini tam olarak bilemiyorum, fakat Mu adının ‘Anakara’ anlamına   
geldiğini söylemiştim. Bu iki kelime ne kadar birbirine yakın değil mi?   
Ayrıca yıllarca güzel Ankara’mızın sembolü olan Hitit güneşiyle, Mu’nun   
sembolünün aynı olması sizce bir tesadüf mü?   
Mu uygarlığı pek çok konuda ileri düzeydeydi. Örneğin yer altı gazlarından ve   
Güneş enerjisinden ısınmak ve elektrik enerjisi elde etmek için   
faydalanıyorlardı. Kuartz kristallerini çok değişik amaçlar için   
kullanabilmekteydiler. Örneğin şifa, bilgi kaydı, enerji yoğunlaştırma ve   
aktarımı gibi. Fakat en ilginç bilgilere evrenin ve tanrının yorumlanmasında   
rastlıyoruz. Bu konuyu sembollerle de ilişkili olduğu için bir sonraki   
yazımda ele almak istiyorum.   
Şimdi tekrar J.C.’ın eserlerine dönelim, zira konumuzun bu bölümü   
ulu önderimiz M.Kemal Atatürk ile de ilgili. Atatürk sadece büyük bir lider   
değil aynı zamanda devrimci, araştırmacı ve yaratıcı bir kişiydi.   
Türklerin tarih ve dilini araştırmak için Türk Dil ve Tarih Kurumu’nu kurmuştu.   
Bu kurumun araştırmaları pekçok bilgiye erişmesine karşılık hala açıkta   
kalan bazı noktalar aydınlanmamıştı. 1932 yılında Tahsin Mayatepek   
adındaki eski bir albayın Maya ve Türk dilleri arasındaki benzerlikten   
bahsetmesi üzerine Atatürk kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi.   
Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki   
şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin   
Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü   
(Örneğin bizdeki ‘tepe’ Maya dilinde ‘tepek’ olarak geçer. Zaten Tahsin   
bey de sanırım bu soyadı araştırmalarından sonra benimsemiştir) Fakat   
kendisini şaşırtan asıl gelişmeler J.C.’ın kitaplarıyla karşılaşmasıyla olmuştur.   
Bu kitaplar Türkiye’ye getirilerek bir tercüman ordusu tarafından hızla   
tercüme edilmiş ve daktilo sayfalarına dökülmüştür. Atatürk bu çevirilerden   
özellikle “Kayıp Kıta Mu” ve “Mu’nun Çocukları” ile ilgilenmiş ve kendi   
elleriyle çevirilerin yanlarına notlar düşmüştür. Atatürk ne yazık ki 1935   
yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığa yenik düşerek araştırmalarını   
toplama imkanına kavuşamamıştır. Bu konu Kanal D televizyonu ve   
Fenomen dergilerince de ele alınmış fakat üzerine gidilmemiştir.   
Benim 1996 yılında Türk Dil Kurumunda yaptığım bir araştırmada   
J.C.’ın orjinal 5 kitabına, bunların çevirilerine ve Tahsin beyin bizzat   
eliyle tuttuğu notlara rastladım. Bu notlar halen T.D.K. da 56 ve 57   
numaralı dosyalarda korunmaktadır. Benim yaptığım bu tespitin aynısı,   
çok yeni kitabı çıkan Ergun Candan’ın “Gizli Sırlar Öğretisi” nde de yer   
almaktadır. Kendisi ile telefon görüşmemde bu bilgileri ilk defa kamuoyuna   
duyurulmasından duyduğum mutluluğu ifade ettim. İkimizin de paylaştığı   
ortak duygu bu kitapların yeniden yorumlanarak toplanması ve Tahsin   
beyin yaptığı çalışmalarla birleştirilerek halkımızın bilgisine sunulmasıdır.   
Sanırım burada en büyük görev Kültür Bakanı’mıza düşmektedir. Bu bilgiler   
çok az kişinin bilgisi dahilinde. Her ne kadar dünya görüşlerimizi yeniden   
gözden geçirmemizi gerektirecek kadar şaşırtıcı olsa da bence bu   
bilgilerin çok kişinin önüne açılması gerekmektedir.   
Yeni dünya düzeni içinde üzülerek gördüğüm bir gelişme var.   
Başta gençlerimiz olmak üzere tüm toplumumuz giderek daha az araştırıcı   
olmakta. İşin ilginç yanı ise başta politik liderlerimiz olmak üzere medyanın   
da aynı doğrultuda çalışmalar yapmasıdır. Televizyonlarımız ‘Televole’   
benzeri ağızda keçi boynuzu tadı bırakan bence zararlı fakat büyüklerimiz   
tarafından faydalı(!) görülen ‘saçma programların’ istilasına uğramıştır.   
İnsanlarımız ‘Materyalist-Maddeye bağımlı’ yetiştirilmektedir. Erdemlerimiz   
unutulmakta, manevi değerlerin yerini sadece geçici sahte mutlulular veren   
maddiyat almaktadır. Gerçeği araştıran, sorgulayan, fikirler üreten insanların   
azaldığı bir dünyada sizlerle paylaşmaktan zevk aldığım bilgilerin ufak   
merak tohumları olması dileğiyle,   
Sevgi Işığınız Aydınlığınız Olsun diyorum.   
“Ne kadar uzağa bakmak istiyorsan, o kadar geçmişe bakmalısın.”    
                   Mu’tlu   
   
Yararlanılabilecek Kaynaklar :   
1- Gizli Sırlar Öğretisi,  Ergun Candan (Sınır Ötesi yayınları)   
2- Ezoterik-Batini Doktirinler Tarihi,  Cihangir Gener (Gece yayınları)   
3- Batık Ülke Mu Uygarlığı,  Hans Stephan Santesson (RM yayınları)   
4- Edgar Cayce’nin Atlantis ve Mu ile ilgili kitapları (RM yayınları)   
5- Children of MU-MU’nun Çocukları,  J.C.   
6- The Sacred Symbols of MU-MU’nun Gizli Sembolleri,  J.C.   
7- The Lost Continent of MU-Kayıp Kıta MU,  J.C.   
8- Fenomen Dergisi, Sayı 3,6,14,24,26,28
		 
		
		
		
		
		
		
			
				__________________ 
				Ölüm  var  YAAA   ÖMER 
 Edeple gelen lutufla gider     
bir gemileri yakanı sevdim  birde gemileri karada yüzdüreni
			 
		
		
		
		
		
			
				  
				
					
						Konu tarıkziyad tarafından (04-27-2011  Saat 02:49 PM ) değiştirilmiştir.
					
					
				
			
		
		
	 |