| 
			
			 Tecrübeli Üye 
			
			
			
				
			
			
				 
				Üyelik tarihi: Aug 2008 
				
				
				
					Mesajlar: 410
				 
				
				
				Tecrübe Puanı:  590018 
				
				     
			 
	 | 
	
	
	
		
		
			
			
				 
				Osmanlıca Sözlük ( t-u-ü-v-y-z )
			 
			 
			
		
		
		
			
 
 
			TAABBÜD: İbadet, kulluk etmek. 
TAACCÜB: Şaşma, hayret etme, tahayyür. 
TAADDÎ: 1. Geçme, öteye geçme, saldırma. 2. Zulmetme, adaletsizlik. 3. Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma. 4. Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak. 
TAADDÜD: Çoğalma, birden fazla olma, tekessür etme. 
TAAM: Yemek, yenen şey. 
TAAT: İbadet etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek. 
TABABET: Hekimlik, tıp doktorluğu. 
TABASBUS: Yaltaklanma, alçakça yalvarma. 
TÂBİ: Birinin arkasından giden, ona uyan, boyun eğen. 
TÂBİÎN: Hz. Muhammed'i görmüş olanlara yetişmiş olanlar, sahabeden sonraki nesil. 
TA'BÎR: İfade, anlatım, anlamı olan söz, deyim, rüya yorma. 
TÂBUT: Sandık. Ölü taşımaya mahsus sandık. Hz. Musa'ya inen on emrin konduğu sandık. 
TAC: Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek. 
TA'DÂD: 1. Sayma. 2. Birer birer söyleme, sayıp dökme. 
TA'DİL: Aslına zarar vermeden değiştirmek, tadil etmek, tebdil etmek, hafifletmek, doğrulaştırmak. 
TADİLAT: Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler. 
TA'DİYE: Tecavüz ettirmek, geçirmek. Bir eylemi müteaddi hali koymak. (Gramer terimi) 
TAGLÎB: Bir ilgiden dolayı kelimeyi başka bir anlamı da içine alacak şekilde kullanma. 
TAĞLÎZ: Katılaştırma, kalınlaştırma, sertleştirme. 
TAĞUT: Allah'tan başka tapınılan her şey. 
TAHAMMÜL: 1. Yüklenmek, yükü üstüne almak, kaldırmak. 2. Sabretmek, katlanmak. 
TAHARET: Temizlik, nezafet, temizlenmek. 
TAHDÎS: Söylemek, rivayet etmek. Görülen iyiliği herkese söylemek. 
TÂHİR: Temiz, pâk, özürsüz. 
TAHİYYE: Selâmlar, dualar, hayır duaları, mülk, beka ve devamlılık, namazın iki ve dört rekâtı sonunda okunan Ettahiyyat duası. 
TAHLİL: 1. Bir şeyi incelemek üzere parçalarına ayırma. 2. Analiz. 
TAHMİD: Hamd etmek, övmek. 
TAHRİC: 1. Çıkartma. Meydana koyma. 2. Müctehidlerin naslara, kaidelere, asıllara uyarak şer'î hükümleri ortaya koymaları. 
TAHRİF: 1. Bir yazıdaki cümlenin anlamını değiştirme. 2. Bir yazıdaki adın veya cümlenin yerini değiştirme, bozma. 
TAHRİFAT: Bir yazıdaki cümlelerin anlamlarını karıştırma, değiştirmeler. 
TAHRİK: Azdırma, kışkırtma, kımıldatma, yerinden oynatma, hareket ettirme, yola çıkarma. 
TAHRÎM: Haram kılma, yasak etme. Mahrum bırakma. 
TAHRİME: Namaza başlanırken söylenen tekbir. Hacıların ihrama bürünmeleri. 
TAHSİS: Bir şeyi birine mahsus kılma, ona özel yapma. 
TAHVİL: 1. Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. 2. Borç senedi. 
TAHYÎL: Akla getirme, zihinde canlandırma. 
TAHZİR: 1. Yasaklama, sakındırma, önleme. 2. Hazırlama. 
TÂİFE: Cemaat, grup, kavm, kabile, takım. 
TAKADDÜM: 1. Önce gelme. 2. İleri geçme. 
TAKBÎH: Çirkin görmek, beğenmemek, kabahatli bulmak, kötü gördüğünü bildirmek. 
TAKDÎR-İ İLÂHÎ: Allah'ın takdiri. 
TAKIYYE: 1. Sakınmak, kendini koruyup, çekinmek. 2. Birinin bağlı olduğu mezhebi gizlemesi. 
TAKİP: Gözetmek, yolunda gitmek, peşinden yürümek, suçlunun suçunu araştırmak, izlemek. 
TAKVÂ: "Vikâye"den. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak. 
TALÂK: 1. Boşamak, boşanmak. 2. Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. 3. Nikâhlı karısını bırakmak. 
TALÂK-I BÂYİN: Zevcenin iddet müddeti (üç temizlenme vakti) bitmeden tekrar kocasına dönmehakkı bulunmayan talâk. 
TALÂK-I RİC'Î: Erkeğin karısını boşadıktan sonra tekrar karısına dönmesini mümkün kılan boşanma şekli. 
TÂLÎ: İkinci derecede, sonradan gelen. 
TÂLİB: İsteyen, istekli, talebe, öğrenci. 
TA'LİK: Asmak, geciktirmek, bağlamak, bir zamana bırakmak, Arap yazısının bir çeşidi. 
TA'LİM: Öğretmek, yetiştirmek, alıştırmak, belli etmek, idman. 
TALLAHİ: Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü. 
TALTİF: Lütfetme, bir iyilik ederek gönlünü alma, iltifat etmek. 
TAMA': Aç gözlülük, şiddetli arzu. 
TA'MİM: Umumileştirme, herkese bildirme, genelge. 
TA'N: 1. Hoş görmemek, kötülemek. 2. Birisinin ayıp ve kusurlarını söylemek. 3. Küfretmek. 4. Muhalifin iddialarını çürütmek. 
TANTANA: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş, gürültü patırdı. 
TARAFEYN: İki taraf, davada, karşılıklı iki hasım, her iki taraf. 
TARASSUD: Bir şeyi çok dikkat ederek gözetleme. 
TARFETÜ'L-AYN: Göz kapağının açılıp kapanışı kadar geçen kısa zaman. 
TARÎK: Yol. Meslek, tarz. 
TARİKAT: Maneviyat yolu. 
TA'RİZ: Dokunaklı söz söylemek, kapalıca yapılan sitem, kinaye ile söylemek. 
TASADDUK: Sadaka vermek, doğru olduğu ortaya çıkmak. 
TASARRUF: İdare ile kullanmak. 
TASAVVUF: Dinin ruhsal hayatla ilgili yönünü konu edinen bilim veya meslek. 
TASHİF: Yanlış yazma, hem anlamı, hem de kelimeyi değiştirme. Yanılıp yanlış kelime yazma. 
TASNİF: 1. Sınıf sınıf etme, sıralama. 2. Kitap yazma. 3. Sınıflama. 
TASVİR: 1. Bir şeyin şeklini çıkarma, resmini yapma. 2. Resim yaparcasına güzel tarif etme, tanımlama. 
TATBİK: Yakıştırmak. Yerine getirmek. Bir kanun hükmünü, kaide veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek. 
TATHÎR U TEZHÎB: Temizlemek ve süslemek. 
TATHİR: Temizlemek, yıkayıp pak etmek. 
TATİL: Çalışmaya ara vermek, izine başlamak, kesmek, Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği. 
TATLÎK: Boşamak, nikahı fesh etmek. 
TÂUN: Tehlikeli ve bulaşıcı veba hastalığı. 
TAVAF: Ziyaret etmek, ziyaret maksadıyla etrafını dolaşmak, hacıların Kâbe etrafında yedi kez dolaşmaları. 
TAV'AN: İsteyerek, zorlamadan, kendi isteğiyle. 
TAVSİYE: 1. Vasiyet bırakma. 2. Ismarlama, sipariş etme. 3. Birini iyi tanıtma, işinin olmasını dileme. 
TAVZİH: Açıklamak, açık olarak bildirmek. 
TAYYİBAT: Temiz olan şeyler. 
TAZAMMUN: 1. Başka şeyler arasında bir şeyi daha içine alma. 2. Kefil olma. 
TAZARRU': 1. Bir şeye gizlice yakarma. 2. Kendi kusurlarını bilip kibirden vazgeçip tevazu ile yalvarmak, ağlayıp, sızlamak. 
TA'ZÎM: 1. Büyükleme, ululama, büyük sayma. 2. İkram etme, saygı gösterme. 
TA'ZÎR: 1. İslâm hukukunda hakkında belli bir ceza olmayan suçlardan dolayı uygulanan cezalar. 2. Red, icbar, tedib. 
TEÂMÜL: 1. İş, muamele. 2. Bir yerde insanlar arasında olağan muamele. 
TEÂRUZ: 1. İki kişi arasındaki zıddıyet. Karşıtlık. 2. Çatışma. 
TEBAA (TEBEA): Bir devletin hükmünde bulunan (Türkiye Devletinin tebaası gibi). 
TEBDÎL: Değiştirme. Başka kılığa koyma. 
TEBENNÎ: Evlat edinme. 
TEBERRÜK: Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak. 
TEBEYYÜN: Belli olmak, açığa çıkmak, görülüp anlaşılmak. 
TEB'IZ: Bölmek, bölük bölük etmek, bir kısma ait etmek, parçalamak. 
TECEZZÎ: Parçalara ayrılma ve bölünme, ufalanma. 
TECHÎZ ve TEKFÎN: Ölünün kefenlenmesi. 
TECHÎZ: Gerekli şeyleri tamamlama, donatım. 
TECİL: Başka zamana bırakma, tehir, erteleme. 
TECRİD: 1. Soyma, soyutlama. 2. Bir tarafta tutma, ayırma. 
TECVİD: Kur'ân-ı Kerim'i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim. 
TEDÂHÜL: İç içe olmak, birbiri içine girmek. 
TEDRÎC: Derece derece ilerleme, ilerletme. Azar azar hareket. 
TEDRİCEN: Yavaş yavaş, azar azar, derece derece. 
TEDVİR: İdare etmek, yönetmek, döndürmek, çevirmek, devrettirmek. Kur'ân kırâetinde orta süratle okuma tarzı. 
TEEHHÜL: Evlenme, ehlileşme, ülfet ve ünsiyet eyleme. 
TEEMMÜL: Etraflıca düşünme. 
TEFEKKÜR: Fikretmek. Düşünmek. Düşünceyi harekete geçirmek. Akıl yormak. 
TEFENNÜN: Fen öğrenme. Birçok şeyler bilme, çeşitli şekilde gösterme. 
TEFE'ÜL: Fal açmak, bazı olayları uğurlu saymak, olacak şeyleri tahmin etmek. 
TEFRİKA: Nifak, ayrılık, çözülme, dağılma. 
TEFRİT: Ortanın altında kalmak, normalden aşağı olmak. 
TEFSİR: 1. Örtülü bir şeyi açmak, yorumlamak. 2. Kur'ân-ı Kerim'in anlamını açıklayan bilim. 
TEHADDİ: Meydan okuma. 
TEHAKKÜM: Hükmetme, baskı yapma. 
TEHECCÜD NAMAZI: Gece uyanıp namaz kılmak, gece namazı. 
TEHEKKÜM: "Hekeme"den: 1. Alay etme, eğlenme. 2. Görünüşte ciddi, hakikatte alaydan ibaret olan eğlenme. 
TEHLÎL: "Lâ ilâhe illâllah" demek. 
TEHZİB: Islah etme, düzenleme. 
TEKABÜL: Karşılıklı olma, bir şeyin karşılığı olma, yüzleşme, karşılık olma, karşılama. 
TEKÂFÜL: Dayanışma, kefilleşme. 
TEKBÎR: "Allahü ekber" demek. 
TEKDÎR: Azarlama, kederlenme. 
TEKEBBÜR: Kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek. 
TEKELLÜF: 1. Kendi isteği ile bir zorluğa katlanmak. 2. Gösterişe kapılmak. Özenmek. Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket. 
TE'KÎD: 1. Sağlamlaştırma. 2. Bir iş için önce yazılanı bir daha tekrarlama. 
TEKVÎN: Var etmek, meydana getirmek, yaratmak, Kelâm ilminde Allah'ın subûti bir sıfatıdır, yokluktan vücuda getirmesi, icad etmesidir. 
TEKVİNÎ: Yaradılışla ilgili, var oluşla ilgili. 
TEKZÎB: Yalan isnad etme, yalancı çıkarma, yalan olduğunu belirtme. 
TELBİYE: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" demek. 
TELHÎS: Kısaltma, özetleme, hulâsa-sını alma. 
TE'LÎF: "Ülfet"den. 1. Uzlaştırma, barıştırma. 2. Kitap, eser yazma. 
TELKÎH: İlkah etmek, aşılamak, cinsinin üremesini sağlamak. 
TELMÎH: Bir şeyi açıkca söylemeyip ibarede bahsi geçmeyen bir kıssaya, bir fıkraya, bir ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek. Kapalı söylemek. 
TELVÎN-İ HİTÂB: Sözün renklendirilmesi, çeşitlendirilmesi. 
TEMÂYÜZ: Yükselme, üstün olma. 
TEMCÎD: Allah'ın büyüklüğünü bildirmek. Ta'zim ve senâ etmek. Ramazan'da sahura kalkmak. 
TEMDÎD: Devam ettirmek, uzatmak, sürdürmek, süre vermek. 
TEMESSÜK: 1. Tutunma, sarılma. 2. Borç senedi. 
TE'MÎN: 1. Korkusunu giderme, güvenlik duygusu verme. 2. Sağlamlaştırma. Kesin bir hale koyma. Sağlama. 
TEMSÎL: 1. Bir şeyin aynını ya da mislini yapmak, benzetmek. 2. Örnek, nümune, söz. Canlandırma, piyes. 
TEMYÎZ: Ayırma, seçme, iyiyi kötüden ayırd etme. 
TENÂKUZ: Sözün birbirini tutmaması. Çelişki. 
TENASUH: Bir ruhun bedenden bedene geçmesi, reankarnasyon. 
TENASÜB: 1. Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. 2. Anlamca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek amacı ile kullanmak. 
TENASÜL: Birbirinden doğup üreme, türeme, nesil yetiştirme. 
TENNÛR: Kapalı ocak, fırın, tandır. 
TENZÎH: 1. Suç ve noksanlıktan uzak saymak. 2. Kabahatsiz olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek. 
TERÂHÎ: 1. İşte gayretsizlik, gevşeklik, ihmal. 2. Sonraya bırakma. 3. Gecikme, geç kalma. 4. Geri durma, geri çekilme. 
TERAKKÎ: 1. İlerleme, yukarı çıkma, yükselme. 2. Artma, çoğalma, gelişme. 
TEREKE: Ölen bir kimsenin mallarının hepsi. 
TERENNÜM: Güzel güzel anlatma, yavaş ve güzel sesle şarkı söylemek. 
TERGÎB: Ümitlendirme, isteklendirme, şevklendirme, rağbet ettirme, özendirme. 
TERKÎB-İ İZAFÎ: İsim tamlaması. 
TERKÎB-İ VASFÎ: Sıfat tamlaması. 
TERTÎB: 1. Düzeltme. Dizme, sıralama, düzene koyma. 2. Hile ile aldatmak. 
TERTÎL: Kur'ân-ı Kerim'i iyi ve kaidelerine (kurallarına) uygun biçimde tane tane okuma. 
TESHİR: 1. Büyüleme, sihir yapma, aldatma. 2. Zaptetme, hakim olma. Zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakîr ve zelil etmek. 
TESLİS: Üçleme, ekanim-i selâse, Allah'ı üç olarak kabul eden ve sonradan uydurulan hıristiyan inancı. 
TESNİYE: İkilenen, ikil kelime. 
TEŞBİH: Benzetmek, benzetiş. Bir nitelikte saymak ve zannetmek. 
TEŞBÎH-İ MA'KÛS: Tersine dönmüş benzetme, benzeyenle benzetilenin yer değiştirmesi. 
TEŞCİ: Cesaret verme, şecaatlandırma. 
TEŞDÎD: Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme. 
TEŞRİF: Onurlandırma, onur verme, bir yeri onurlandırma, şereflendirme. 
TEŞRÎ'Î: 1. Şeriat hükümleriyle ilgili. 2. Kanun yapma kuvveti ve görevi ile ilgili. 
TEŞRİK: Hz. İbrahim'e nisbet edilen ve yüksek sesle alınan tekbir. 
TEŞRİK-İ MESAİ: İşbirliği. 
TEŞYÎ': Uğurlama. Selametleme. 
TETİMME: 1. Tamam etme, tamamlama. 2. Ek, noksanını tamamlamak için eklenen. 
TEVATÜR: 1. Kuvvetli haber. 2. Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması. (Bakınız: Mütevatir). 
TEVBİH: Azarlama, tekdîr. 
TEVCİH: 1. Yöneltme, çevirme. 2. Verme. 
TEVEKKÜL: Allah'a güvenmek, kadere razı olmak, işi Allah'a bırakmak. 
TEVHİD: 1. Birkaç şeyi bir etme, birleştirme. 2. Birliğine inanma, bir sayma. 3. Lâ ilâhe sözünü tekrarlama. 
TE'VİL: Bilinen anlamından başka bir anlamda yorumlama. Başka anlam verme. 
TEVKİFÎ: Şeriatın belirlediği ve dondurduğu hüküm. 
TEVKİL: Birini vekil atama, birini vekil etme, vekil tanıma. 
TEVRAT: Hz. Musa'ya indirilen İlâhî kitap. 
TEVRİYE: Örtüp gizlemek. 
TEYAKKUZ: Uyanıklık, tedbir. 
TEYEMMÜM: 1. Kast. 2. Su bulunmadığı veya bulunup ta kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz toprak cinsinden bir şeyle abdestsizliği veya gusülsüzlüğü giderme işi. 
TE'YİD: Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. 
TEZAD: 1. İki şeyin birbirine zıt olması, aksilik, terslik. 2. Anlamca zıt olan kelimeleri bir arada toplamak. 
TEZEKKÜR: 1. Akla getirme, hatırlama, anımsama. 2. Birkaç kişinin toplanarak bir işi konuşması, görüşme, müzakere etme. 
TEZHİB: Yaldızlama, süsleme. 
TEZKERE: 1. Pusla, betik. 2. Herhangi bir konuda izin verildiğini bildirmek için hükümetten alınan kâğıt. 
TEZKİYE: Temize çıkarma, aklama. 
TEZYİN: Süslemek, donatmak. 
TIBAK: Uyum, uygunluk. İki zıt olayın ortak özelliğini ifade sanatı. 
TIFL: Küçük çocuk. Her şeyin cüz ve parçası. Batmaya yakın güneş.. 
TIYNET: Huy, yaratılış. 
TİH: Çöl, susuz sahra. Sinâ yarımadasındaki çöl. 
TİLAVET: 1. Okumak. 2. Takip etmek, arkasına düşmek izlemek. 
TUBÂ: Cennet, cennette nimetlerle dolu olan ağaç. 
TUĞYAN: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık. 
TUHUR: İki hayız arasındaki temizlik süresi. 
TÛR: Dağ, cebel, Tûr-ı Sina denilen ünlü dağ, Hz. Musa'ya burada vahiy gelmiştir.  
 
UBUDİYYET: Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk. 
UHREVÎ: Ahiretle ilgili, öteki dünyaya ait. 
UHUVVET: Kardeşlik, dostluk, bağlılık. 
UKALÂ: 1. Akıllılar. 2. Akıllılık iddia edenler, ukelalar. 
UKDE: Düğüm, zor iş, muamma. 
UKUBET: Ceza, azap, işkence, eziyet. 
ULEMA: Âlimler, bilginler. 
ULUHİYYET: Allahlık, ilâhlık. 
ULUM: İlimler, bilimler. 
ULUM-İ ÂLİYYE: 1. Sarf ve nahiv gibi âlet ve anahtar durumunda olan ilimler. 2. "ayn" ile yüce ilimler, din ilimleri. 
ULÜ'L-EMR: Emir sahipleri, buyruk sahipleri, kadılar, idareciler, yöneticiler. 
ULVÎ: Yüce, yüksek, göğe ve manevî âleme mensup. 
UMDE: 1. Dayanacak, inanılacak şey. 2. Güvenilecek yer, kimse. 
UMRE: Hac günleri dışında yapılan Kâbe ve diğer mukaddes yerlerin ziyareti. 
UMUM: Genel olma, hep, herkes. 
UMUMÎ: Umumî, herkese ait, herkesle ilgili, genel. 
URYAN: Çıplak. 
USUL: Bir ilmin veya tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bilgileri, başlangıç, tertip, düzen metod. 
UZLET: Yalnızlık, bir tarafa çekilip kendi kendine tenha kalma. 
UZV: Canlıyı meydana getiren parçaların her biri, organ. 
ÜLFET: 1. Alışma, kaynaşma. 2. Görüşme, konuşma. 3. Dostluk. 
ÜMERA: Emirler, beyler, yöneticiler. 
ÜMİD: Umut, ümit. 
ÜMMET: Bir Peygambere inanan insan topluluğu. 
ÜMMÎ: Anasından doğduğu gibi kalıp, okuyup yazma öğrenmeyen kimse. 
ÜMMÜ'L-HABÂİS: (Kötülüklerin anası) şarap, içki. 
ÜMMÜ'L-KURA: Şehirlerin anası, Mekke-i Mükerreme. 
ÜNSİYYET: Alışkanlık, sokulganlık, düşüp kalkma. 
ÜNVAN: Lakap, ünvan. 
ÜSLUB: Tarz, biçim, ifade yolu. 
 
VÂCİB: Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri. 
VÂCİBÂT: Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar. 
VÂCİBU'L-VÜCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah. 
VADİ: 1. Bir nehrin yatağı. 2. İki dağ arasındaki uzun çukur. 3. Yol, tarz, metod, dere. 
VAFTİZ: Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni. 
VAHDET: 1. Birlik, bir ve tek olma. 2. Yalnızlık, kendi kendine kalış. 
VAHDET-İ VÜCUD: Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı. 
VAHİM: Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu. 
VAHİY: İlâhî bilgi Allah'tan peygamberlere gelen özelliği, Allah'ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi. 
VAÎD: İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, cehennemi haber vermek. 
VAKAR: Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı. 
VÂKİ: 1. Vuku bulan, olan. 2. Olağan, olmuş, mevcut. 
VÂLİD: Baba, doğurtan. 
VALİDE: Ana, doğuran. 
VALİDEYN: Ana-baba. 
VÂRESTE: Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest. 
VÂRİD: 1. Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. 2. Akla gelen. 3. Bir şey hakkında söylenen, uygulanan. 
VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan. 
VASIYYET: Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek. 
VASÎYLE: Cahiliye döneminde bir koyun dişi doğurursa yavru sahibinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Koyun dişi ve erkek yavru doğurduğu takdirde dişi yüzünden erkek yavru da kurban edilmezdi. Buna vasîyle denirdi. 
VATI': Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima. 
VEBAL: Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu. 
VECD: 1. Aşk, muhabbet. 2. Kendinden geçmek, kendini unutacak kadar aşk hâli. 
VECH: 1. Yüz, çehre, surat. 2. Tarz, üslub. 3. Alın, ön, satıh, cephe. 
VECİBE: Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş. 
VECİZ: 1. Özdeyiş. 2. Kısa, toplu. 
VEDÛD: Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan. 
VEFD: 1. Delege, murahhas, elçi. 2. Gelme, vurma, ulaşma. 3. Hususi bir işle başkasının yanına varma, elçilik. 
VEHBÎ: Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan. 
VEHHAB: Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah'ın isimlerinden biri. 
VELÂYET: Veli olan kimsenin hali, dervişlik, dostluk, sadakat, başkasına sözünü geçirmek. 
VELED: Erkek çocuk, oğul, çocuk. 
VELED-İ ZİNÂ: Meşru olmayan birleşmeden doğan çocuk, nikah dışı birleşmeden doğan çocuk. 
VELİ: 1. Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata. 2. Velâkin, fakat, amma. 
VELİYYÜ'L-EMİR: Emir veren, emir sahibi olan. 
VELYETME: Birbiri ardı sıra gitmek birini takip etmek. 
VESÎLE: Bahane, sebep, fırsat, uygun durum. 
VESVESE: Kuşku, kuruntu, tereddüt. 
VETER: Yay kirişi. 
VEYL: Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı. 
VEYLETTİRMEK: Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak. 
VİKAYE: Koruma, koruyuculuk, sahip olma, arka çıkma, kayırma. 
VİLÂDET: Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak. 
VİLÂYET: 1. İl. 2.Velilik, ermişlik. 3. Veli olan kimsenin hali. 4. Başkasına sözünü geçirme. 
VİRD: Sık sık ve devamlı okunan dua. 
VİSÂL: Kavuşma, sevdiğine ulaşma, ayrılıktan kurtulma. 
VİZR: Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük. 
VUKUF: Bir şeyi bilme, öğrenmiş olma. 
VUSTÂ: Orta. 
VÜCÛD: Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde. 
 
YÂD: 1. Anma, hatırda tutma, zikretme. 2. Hediye. 3. Hatıra. 4. Hatır gönül. 
YAKAZA: Uyanıklık, dikkatli olma, uyku ile uyanıklık arasındaki hal. 
YÂRÂN: Dostlar, sadık arkadaşlar, sevgililer. 
YE'CÜC VE ME'CÜC: Kur'ân-ı Kerim'de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı. 
YED: El, (mecazen) güç, kudret, yardım. 
YEMÎN-İ GAMÛS: Yalan yere bile bile yapılan yemin. 
YEMÎN-İ MÜN'AKİDE: Akit yemini, and içme. 
YETÎM: Babası ölmüş çocuk. 
YEÛS: "Ye's"den: Ümitsiz. 
YEVM: Gün. 
YEVM-İ KIYÂMET: Kıyamet günü. 
YEZDÂN: 1. Allah (c.c.). 2. Mecûsilere göre hayırları yaratan hayır tanrısı. 
 
ZABT: 1. Sıkı tutma. 2. İdaresi altına alma, kendine mal etme. 3. Silah zoru ile bir yeri alma. 4. Anlama, kavrama. 5. Kaydetme, özetini yazma. 
ZÂHİB: 1. Gidici, giden. 2. Bir fikre veya zanna uyan, kapılan. 
ZÂHİR: Açık, belli, görünür, meydanda olan. 
ZÂHİRÎ: Dıştan görünen, meydanda olan. 
ZAİL: Sona eren, sürekli olmayan. 
ZAMİR: 1. Her şeyin iç yüzü. 2. Yürek, vicdan. 3. Gizli fikir. 4. Zamir, ismin yerini tutan kelime. 
ZÂNİ: Zina eden erkek. 
ZÂNİYE: Zina eden kadın. 
ZARAR: Ziyan, eksiklik, kayıp. 
ZARF: Yer ve zaman bildiren edat. 
ZAT: Kendi, asıl, öz, cevher, saygıdeğer kişi. 
ZAYİ': Elden çıkan, yitik, kaybolan. 
ZAYİAT: Kayıplar, yitikler. 
ZEBÂNÎ: Zebanî, cehennemlikleri cehenneme atan melek. 
ZEBERCED: Zümrütten daha açık renkte bir süs taşı. 
ZEBH: Boğazlama, kesme, kurban kesme. 
ZECR: 1. Yasaklama, yaptırmama. 2. Zorlama, zorla yaptırma, angarya işletme sıkma, eziyet. 
ZEKER: Erkek, erkeklik organı. 
ZELİL: Hor, hakir, alçak. 
ZELLE: 1. Ayak sürçüp kayma. 2. Hata, suç. 
ZEM (ZEMM): Birinin kötülüğünü söyleme, ayıplama, yerme, çekiştirme. 
ZEMHERİR: Karakış. 
ZEMZEME: 1. Ezgili ses, terennüm, teganni. 2. Mezamir'i okuyanların teranesi (Zebur). 
ZENB: Günah, suç, kabahat. 
ZEVAL: 1. Zail olma, sona erme. 2. Aşağılama, inme. 3. Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma zamanı zeval vakti, öğle vakti. 
ZEVC: Çift, eş. 
ZEVCYEN: Karı-koca, iki eş. 
ZEVİ'L-UKUL: Akıl sahipleri, akıllılar. 
ZİKR: 1. Zikir, anma, hatıra getirme. 2. Ağıza alma, adını söyleme. 3. Anlatma, ifade etme. 4. Övme, iyilikle anma. 5. Tasavvufi anlamıyla Allah adını anarak zikretme. 
ZİKR-İ CEMİL: Güzel zikir, övgü. 
ZİKRULLAH: Allah'ı anma. 
ZİLLET: Alçaklık, aşağılık. 
ZİMMÎ: 1. İslâm devletinde yaşayan gayr-i müslim. 2. Haraç veren, raiyye. 
ZİNET: Süs eşyası, bezek. 
ZİRA': Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü, 75-90 santim arasında değişir. 
ZÎRAHİM-İ MAHREM: Nikah düşmeyen akraba kadın. 
ZİŞAN: Şanlı, ünlü, gösterişli. 
ZİYA: Işık, aydınlık. 
ZUHR: Öğle zamanı, öğle namazı. 
ZULM: Zulüm, haksızlık, eziyet. 
ZULMET: Karanlık. 
ZÜBDE: Bir şeyin en seçkin parçası, öz, özet. 
ZÜBUR-ZÜBÜR: Kitaplar, yazılı şeyler. 
ZÜHD: Dünya lezzetlerinden el çekerek ibadetle meşgul olma, sofuluk. 
ZÜHÛL: İsteyerek veya elde olmayarak unutma, geçiştirme, yanılma. 
ZÜLCELAL: Celal sahibi, Allah. 
ZÜLKARNEYN: İki boynuz sahibi, Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen bir hükümdar, iki yönlü. 
ZÜLL: Horluk, hakirlik, alçaklık. 
ZÜRRİYET: Soy, nesil, kuşak. 
		 
		
		
		
		
		
		
		
	 |