Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12-04-2009, 04:51 PM   #2
SEYRANİ
Administrators
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 1.162
Tecrübe Puanı: 349017
SEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond reputeSEYRANİ has a reputation beyond repute
Standart

Göklerin ufkunda belirmen ne kadar güzeldir,
Ey! Hayatın temelinde yaşayan Aton,
Sen doğu göğünün ufkunda doğduğunda,
Tüm memleketi güzelliğinle doldurursun,
Uzaklaşsan da, ışınların dünya üzerindedir,
Ne kadar yüksek olursan ol,
Senin adımlarının izleri gündüzdür,
Sen, ışınlarını dağıttığın zaman,
Mısır'ın her iki ülkesi de bayram eder,
Hepsi uyanık ve ayaklarının üzerindedir,
Çünkü Sen, onları uyandırmışsındır,
Onlar tüm organlarını sende yıkarlar,
Ve kollarını kaldırıp, Sen'i şafakta selamlar,
Sonra tüm dünyada herkes kendi işini yapar,
Hayvanlar otlardan zevk alırlar,
Ağaçlar ve bitkiler çiçeklenirler,
Kuşlar, kanatları sana doğru ibadet edercesine kalkık,
Bataklıklarda uçarlar,
Sen üzerlerinde oldukça onlar yaşarlar,
Kadında çocuğu Sen yaratırsın,
Ananın karnında çocuğa Sen hayat verirsin,
Sen ana rahminde dahi çocuğu besleyensin,
Ne zaman civciv kabuğu içinde bağırsa,
Sen ona hayat vermek için nefes verirsin,
Ey Tanrım, Senin ne kadar çok eserlerin vardır,
Sen! Ebediyetin hakimi! Senin isteklerin hep iyidir,
Sen yaşamın ta kendisinin ve yaşam Sen'de yaşar,
Tanrım Sen yaşamsın ve yaşam ancak sende görülür.



Şiirde geçen ‘Mısır'ın her iki ülkesi’ Nil nehrinin doğu ve batı yakaları, yaşam ve ölüm ülkeleridir. Görüldüğü üzere yine günümüz inancında olduğu gibi yaşamda ve fizik kurallarında Tanrı’nın varlığının kanıtları aranmaktadır. Nil nehri, doğu ve batı ülkeleri ve Nil deltasından oluşan tepesi yuvarlak haç biçimi, Aton veya Akhinaton haçı adı ile bilinir. Hıristiyanlar, ancak Bizans İmparatoru Jüstinyen döneminde Akhineton Haçı biçimini bırakıp ve düz haç modeline geçmişlerdir. Bu da ilk kez Ayasofya'da kullanılmıştır. Ayasofya’nın yapımı 6. Yüzyıla denk gelir.

Akhenaton’un inandığı dinde erkekler sünnet oluyorlardı. Domuz eti yemek günahtı. Tapınağa girmeden önce el ve ayaklarla yüz belirli bir ritüele uygun olarak yıkanıyor, yani abdest alınıyordu. Cinsel ilişkiden sonra da günümüzde gusül abdesti dediğimiz biçimde mutlaka baştan aşağı yıkanmak gerekiyordu.

Akhenaton’daki bu değişikliğin sebebi neydi? Neden geleneksel inançları reddetmişti? Bunu bazı tarihçiler Asya’dan gelen bir eşe bağlıyorlar: Nefertiti’ye! Şimdi biraz Antik çağın evlilik ve aile ilişkilerine ve Akhenaton ailesinin yaşantısına bakmalıyız. Güzelliği ile ün salmış antik Mısır’ın kraliçesi Nefertiti Akhenaton’un eşiydi. Ailesi hakkında kesin bulgu olmasa da Mitannilerden gelme Asyalı bir prenses olduğu düşünülüyor. Asıl adı Tadukhepa'ydı, fakat o kadar güzeldi ki, eski Mısır dilinde 'güzel kadın geldi' anlamına gelen Nefertiti olarak anılmaya başlandı. Akhenaton ve Nefertiti’nin bu evlilikten 6 kızları oldu. Hiç erkek çocukları yoktu. Kızlarının adları:
Meritaten: 2 evlilik yılında (M.Ö. 1348 ).
Meketaten: 3 evlilik yılında (M.Ö.1347 ).
Ankhesenpaaten, sonra Tutankhamun eşi: 4 evlilik yılında (M.Ö.1346 ).
Neferneferuaten Tasherit: 6 evlilik yılında (M.Ö.1344 ).
Neferneferure: 9 evlilik yılında (M.Ö.1341 ).
Setepenre: 11 evlilik yılında (M.Ö.1339 ).


O zamanlar aile içi –ensest- ilişki normal görünüyordu. Büyük bir olasılıkla Nefertiti Akhenaton’un –kardeş gibi- yakın akrabası idi. Nitekim iki kız çocuğu prematüre idi ve fazla yaşamadılar. Akheneton erkek evlat edinebilmek için üvey kardeşi Smenhkare ile evlendi. Daha sonra kendi kızlarının ikisiyle evlendi. Aile içi ilişkinin bir nedeni daha vardı. Bunlar asil oldukları için tebaalarından biriyle evlenemezlerdi.

Bunun şöyle bir etkisi var. Nefertiti için Asyalı olduğu söyleniyordu. Akhenaton’un heykellerinden anladığımıza göre bizzat kendisinin gözleri bir Asyalı gibi çekikti. Akhenaton’un çekik gözlü olmasını kimi yazarlar ensest ilişkilere ve genetik bozulmaya bağlıyorlar. Ancak bana göre bu biraz spekülatif bir yaklaşımdır. Daha sonra Firavun olan oğlu Tutankhamon’un ele geçen hazineleri arasında bir kadın büstü bulunuyor. Bu büst de tartışma götürmez bir şekilde çekik gözlüydü. Ayrıca üst düzey insanların gözlerine çekik gözlü imiş gibi sürme çekme adeti vardı. Bu bana göre –başkalarından farklı olduğu için- güzel sayılan çekik gözlere bir öykünme idi.

Buradan çıkabilecek bir sonuç, Akhenaton Asya’da yaşamakta olan Şaman dininden etkilenmişti. Bilindiği gibi 10000 yıl önce Asya’dan Amerika’ya geçen Kızılderililer de Şamandır ve tek tanrıya, cennete inanırlar. Yani Akhenaton döneminde Şamanlık vardı.

Akhenaton’un tek tanrıya inanmasına başka bir sebep daha gösterilir. Hz. Yusuf Akhenaton’dan önce Mısır’da yaşamıştı. Firavun’un ondan etkilendiği düşüncesi öne sürülmüştür. 18. hanedandan 10. firavun olan Akhenaton'un tahtta kaldığı tarih: İsa'dan önce 1355-1335 yılları olduğuna göre Hz Musa'dan önceki zamanda yaşamıştır. Onun için başka olasılıklar da düşünülür. Bir peygamber olması olasılığı. Burada olabilecek tek kişi Hz. Musa’dır. Ancak din kitapları öyle söylemezler. Din kitapları Akhenaton’dan sanki hiç yaşamamış gibi ayrıca da tek satır olsun söz etmez. Elde Mısır kaynakları olmasaydı bunu doğru kabul etmek mümkün olabilirdi. Ama böyle değildir. Tevrat’ta farklı bir şekilde Lut peygamberin erkek evladı olmadığı için iki gün arayla iki kızıyla -onlar tarafından sarhoş edilip- ilişkiye girdiği anlatılır. Lut Peygamber aynı zamanda ailesini alarak Sodom ve Gomorra’yı terk etmiştir. Bu kentler Tanrı’nın gazabıyla yok edilmiştir. Akhenaton ise din değiştirdikten sonra rahiplerin kendisini rahat bırakmayacağını bildiğinden, eski dinin ve ülkenin başkenti olan Teb şehrinden çıkıp onun 300 km. kadar kuzeyinde Nil nehrinin doğu yakasında yeni bir tapınak/başkent yapmıştır. Bu tahta geçişinin 6. yılına tekabül etmektedir ve o zamana kadar "Amenofis" olan ismini "Akhenaton" olarak değiştirmiş ve yeni başkentine de aynı ismi vermiştir. Bu olasılık bana daha yakın geliyor. Akhenaton belki de Lut peygamberdi. Tabi bu konu din kitaplarında böyle anlatılmaz. Doğruluğu yanlışlığı ‘kişinin okumasına’ ve yansız olarak araştırmasına bağlıdır. Bu konularda internette çok zengin kaynak bulmak mümkündür.

“30.Lut Soar'da kalmaktan korkuyordu. Bu yüzden iki kızıyla kentten ayrılarak dağa yerleşti. İki kızıyla birlikte bir mağarada yaşamaya başladı.
31.Büyük kızı küçüğüne, "Babamız yaşlı" dedi, "Dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok.
32.Gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım."
33.O gece babalarına şarap içirdiler. Büyük kız gidip babasıyla yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi.
34.Ertesi gün büyük kız küçüğüne, "Dün gece babamla yattım" dedi, "Bu gece de ona şarap içirelim. Soyumuzu yaşatmak için sen de onunla yat."
35.O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi.
36.Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldı.”
(Tevrat, Yaradılış Bölümü 19/30-36)

Bir olasılık da Akhenaton’un tek Tanrı düşüncesine yargı yoluyla varmış olmasıdır. Fakat bunu yapmak çok zordur, bütün kurulu düzeni reddetmek demektir. Öyle olmadı ise biri bu düşünceyi ona telkin etti. Müslüman bazı düşünürlerin söylediğine göre tek Tanrı ve gerçek din Adem’le Havva’dan beri vardır ancak zaman zaman kesintiye uğramıştır. Fakat Kuran’da Akhenaton’dan hiç bahsedilmemiş olması size ilginç gelmiyor mu?

Akhenaton ve Nefertiti öldükten sonra hazineleri ile ünlü Tutankhamon Firavun oldu ve Akhenaton’un kızı, yani üvey kardeşi aynı zamanda kayınvalidesi, belki de annesi Ankhesenpaaten ile evlendi. Yeni dönemde rahiplerin baskısıyla tek tanrılı din terk edildi, tekrar eski çok tanrılı dine dönüldü. Tutankhamon’un ömrü uzun sürmedi, 19 yaşında öldü. Dul kalan Ankhesenpaaten babası ve kardeşinden sonra büyük olasılıkla büyük dayısı olan yaşlı rahip Ay ile evlendi. (Daha önce de başka bir üvey kardeşi ve amcasıyla da evlendiği tahmin ediliyor. Yani ailede evlenmediği erkek yok). Ancak o da ölünce yeniden dul kaldı. Bunun üzerine düşmanları olduğu halde Hitit Kralı Suppiluliumas’a mektup yazarak eş olmak üzere oğullarından birini göndermesini istedi. Kral Suppiluliumas oğlu Prens Zannanza’yı gönderdi ama prens yabancı birini Firavun olarak görmek istemeyen bir Mısırlı tarafından öldürüldü. Bu mektubu kimin yazdığı konusunda şüpheler var. Bu kişinin Ankhesenpaaten olduğu yalnızca bir tahminden ibaret.

Bu süre içinde Akhenaton’un tek tanrılı dini yok edildi gibi göründüyse de tam bu dönemde Hz. Musa ve Musevilik ortaya çıktı. Bir görüşe göre Hz. Musa Akhenaton’un ta kendisi; bir görüşe göre onun dinini devam ettirmek isteyen bir Mısır Prensi. Eski din geri gelince tek Tanrıya inananlar Mısır’da barınamadılar ve Filistin’e göç etmek zorunda kaldılar. Bundan sonrasını çok iyi biliyoruz.

Din kitaplarında Hz. Musa farklı bir biçimde anlatılır.

Tevrat’ın Exodus bölümünde şu şekilde anlatılır.Adı verilmeyen bir firavun döneminde, Mısır toprakları üzerinde yaşayan İbranilerin sayısı giderek artmıştır. Bu nüfus patlaması Mısır yönetimini endişelendirir. Çünkü herhangi bir savaş durumunda İbranilerin düşmanla birlikte olacaklarından kuşkulanırlar. Firavun yeni doğan İbrani erkek çocuklarının hepsinin öldürülmesini emreder. Bu felaketten sadece bir erkek çocuğu kurtulur. Bu çocuk Nil’de bir prenses tarafından bulunup evlatlık edinilir. Adını Musa koyar. Musa sarayda büyür. Musa sudan çekip çıkarma anlamına gelen bir fiil kökünden türetilmiştir ve günün birinde herkesin bildiği o malum olay gerçekleşir. Bir Mısırlı, İbrani kölelerden birine eziyet etmektedir. Araya giren Musa Mısırlıyı öldürür ve artık burada kalamayacağı için Sina çöllerine doğru, Midyan adıyla söz edilen bölgeye gider ve Exodus, göç olayı gerçekleşir.

Bununla ilgili olarak


bağlantılı forumda bir kişi şu yorumu yapmış:

Büyük oranda mit izleri taşıyan bu hikayeyle ilgili olarak birçok tarihçinin kuşkusu vardır.
*Mısır kayıtlarında Musa adında birinin yaşadığına ilişkin hiçbir kayıt yoktur! Mısır gibi kayıt tutmaya meraklı bir toplumda bu rastlanacak bir durum değildir ve oldukça şaşırtıcıdır.
*Hikayede anlatıldığı gibi bir Mısır prensesi nedimeleriyle birlikte neden Nil nehrine yıkanmaya gitsin? Zira Mısırlılar hijyen konusunda çok titizdir. Hatta sıradan halk bile, banyosunu filtre edilmiş suyla, hamamlarda alır.
*Sarayın himayesinde yetişmiş ve dolayısıyla soylu kabul edilen biri sıradan bir insanı öldürdüğü için neden sıvışma lüzumu hissetsin bu olay pekala örtbas edilebilirdi öyle değil mi!
İşte tutarsızlıklar silsilesiyle örülü ucube bir hikaye üstelik kendilerini hiç ilgilendirmediği halde Müslümanlar da bu saçmalıklara inanıyor
yukarıdaki saptamalar ışığında değerlendirdiğimiz takdirde bahse konu olan hadiselerin bırakınız gerçekliğini Musa adında birinin yaşayıp yaşamadığı bile son derece şüphelidir.
Saygılarımla

Bir başka yorum aşağıdaki gibidir.


“Kutsal topraklara geri dönüş M.Ö. 1280-1250 yılları arası. Bu tarihler arası kesin olarak kabul görür. Son araştırmalara M.Ö. 1264-1260 olarak daraltılmış. Musa isminde birinin yaşayıp yaşamadığı konusunda bilgiye ulaşılamadı. Bu isim, göç sırasında grup liderine ya da duyularımız ile algılayamadığımız tek tanrı fikrini ortaya atana sonradan verilmiş isim olabilir olarak düşünülüyor.
İlk tek tanrı düşüncesini ortaya atan Firavun Akhenaton. Fakat onun tek tanrısı güneş. 18. sülalenin son firavunlarından olan Akhenaton, eski mısır pagan dinine karşı çıkıp, rahipler sınıfını ortadan kaldırıyor. Gelirlerini kesiyor. Kuzeye çıkıp orada yeni bir şehir kurduruyor. Bu sırada inşaat için çevre ülkelerden de sanatçılar ve işçiler geliyor. Kudüsten gelen grubun başında İbrahim(Efraim) var, ve tek tanrıdan habersiz pagan Akad dinine mensup. Sonradan o da tek tanrıcı yapılmış. Akhenaton sonrası yeni bir aile mısır yönetimini ele geçiriyor. I. Seti firavun oluyor. Ve eski Mısır dinine dönülüyor. Akhenaton taraftartarları, onun dinine inananlar ise hor görülüyor. Bunlardan II. Ramses zamanı Kudüse dönen İbrahim'in torunları yolda tanrıyı güneşlikten çıkarıyorlar. Dönüş yolu kızıldeniz değil Nil deltası, sellerin olduğu dönem.
Sümerde Enki, Akatlara ismi EA olan bir tanrı var. bu yaratıcı tanrı değil. Fakat tanrılar üst kurulunun en önemlisi. Halk arasında EA, yea olarak telaffuz ediliyor. Binin üzerindeki tanrı sayısı nedeniyle isimler kimsenin aklında değil, sadece önemli olanlar iyi tanınıyor. EA nın sıfatı diğerleri de her şeyi ondan sorup öğrendikleri için her şeyi bilen, her şeye kadir. Tercümesi tam böyle. Göç sırasında Akad dinini de tam bırakamayan yahudiler bunun adını batı dillerindeki var olmak fiilinin eril üçüncü tekil haline getiriyor. Yea oluyor YAHVE. Yani He is. O vardır.
Ya diğerleri, onları da melek yapıyorlar iklim, ölüm, insanlara tanrılardan haber getiren, mikalil, cebrail, azrail, israfil, bunlar tanrılar üst kurulunun üyeleri. Diğer önemsizler ise, bildiğiniz melekler. Aradan 300 yıl geçince yeni din geliştiriliyor, sümer dininin yaratılış hikayesi aynen alınarak tevratın ilk sayfası yapılıyor. Nuh, adem,de sümer dininden alınma. Diğerleri israil krallarının hayat hikayesi. O krallar da bizim peygamberlerimiz. kitap M.S. 200 bazılarına göre 350 yıllarına kadar yazılıyor. Eski metinler ile hepsi bir araya getirilip yahudilerin kitabı çıkıyor ortaya.
İçlerinden İsa isimli biri diğer insanları da tek tanrıya inanca çağırıyor. Öldükten 50 sene sonra onu da peygamber ilan edip yeni bir din yaratıyorlar. ve yeniden yazmalar başlıyor. 300 yıllarına kadar 4 kişi onun hayatını yazıyor. Buna hıristiyanlar yeni ahid(sözleşme), tevrata da eski ahid diyorlar.
Yani yaşadıysa eğer ne Musa, ne de İsa tanrının kendilerine kitap indirdiğini iddia etmedikleri gibi, peygamber olduklarını da söylememişler.
Pagan(çok tanrılı) Sümer dini üzerine yazılmış hikayeler geliştirilerek günümüze dek geldi. Allah sonumuzu hayırlı etsin.”

Kutsal topraklara dönüş tarihi (M.Ö. 1280-1250 yılları arası) ile Akhenaton’un hüküm sürdüğü tarihlere (M. Ö. 1355-1335 yılları arası) baktığımızda yalnızca 45 yıllık bir fark görürüz. Tarihler yaklaşıktır. Küçük tarihleri aldığımızda bulunan 45 yıl, bir insanın yaşayabileceği bir süredir. Ancak büyük tarihleri aldığımızda 95 yıl olur ki buradan –Firavun olduğunda en az yirmi yaşında yetişkin biri olduğunu da katarsak- Akheneton ile Musa’nın aynı kişiler olmadığını, buna karşılık Akhenaton’un dinini devam ettirmek isteyen bir Mısır prensi olma olasılığının güçlendiğini çıkarabiliriz. Çünkü tarih tam tek tanrı dininin Mısır’da dışlandığı döneme denk gelmektedir. Tevrat’ta ve Kuran’da Firavun Akhenaton’dan, Mısır kayıtlarında Hz. Musa’dan, İbranilerden söz edilmemektedir. Mısır’da olaylar yaşanırken taşlara kayıt yapıldığı, ama Tevrat’ın M.S. 200 yılına kadar yazıldığı göz önüne alınmalıdır. Bu noktada işin içine insan faktörü girer ve tarih ilerlemiş bir dine hizmet edecek biçimde değiştirilmiş olabilir. (Sırası gelmişken şunu da belirtmeliyim ki din bir dogmadır. Dinin öğretilerine inanmak ve onu kabul etmek için herhangi bir kanıt görmek, kanıtlar farklı şeyleri işaret ediyor diye dini terk etmek gerekmez.)


Yazı şöyle:

“Hz.İbrahim Firavun'du

İki Fransız araştırmacı (doğrulanırsa sadece eski Mısır ve Yahudi tarihini değil, binlerce yıllık geçmişe dayanan siyasi iddiaları da değiştirecek) müthiş bulgulara erişti:
Mısır'dan kovulan Yahudiler aslında tek tanrılı Mısırlılar'dı ve anavatanları Yukarı Mısır'dı. Hz.İbrahim, Mısır'ın ilk tek tanrılı Firavun'u, Nefertiti'nin kocası Ahenaton'un kendisiydi. Tevrat'ın anlattıkları doğru ancak adı geçen Yahudi büyükleri Mısır asilleriydi. Hz. Musa ise, daha sonra 1.Ramses adıyla Firavun olacak Mısırlı bir generaldi.

İki Fransız araştırmacı sadece bilim dünyasını değil, tarihi değiştirecek, Ortadoğu'da dengeleri altüst edecek bir iddia ortaya attı: İbrahim Peygamber aslında Mısır'ın tek tanrılı ilk firavunu Akhenaton'dan başkası değildi. Ve Mısır'dan kovulan ve İsrail'e dönen Yahudi kavmi de, Akhenaton'un tek tanrılı dinini benimsemiş Mısırlılardı. Yahudi kökenli iki Fransız bilim adamı, Roger ve Messod Sabbah 20 yıl süren çalışmalarını bir kitapta topladılar. Bugün Hz.Musa'nın bir Mısırlı olduğuna kesin gözüyle bakılıyor. Yahudi tek tanrıcılığının Aton dininin devamı olduğu da yeni bir iddia değil.

Yahudiler aslında Mısırlı

Ancak, Mısır tarihini ve kayıtlarını inceleyen uzmanlar şimdiye kadar Hz. İbrahim'in, Yusuf'un veya Musa'nın izine rastlamadılar. Daha da anlaşılmaz olanı, Eski Ahit'e göre 430 yıl boyunca Mısır'da yaşayan, 210 yıl köle olarak tutulan onbinlerce Yahudi'den Mısır tarihi nasıl olur da hiç bahsetmez? Firavun'dan kaçan binlerce Yahudi köle Kenan bölgesine, yani Firavun'un topraklarına nasıl, korkusuzca yerleşebilmiştir? Niçin Mısır'da tek bir Yahudi mezarı, bir mezar taşı, bir duvar yazısı veya bir mektup bulunamamıştır?

Messod ve Roger Sabbah bu ‘muammaları’ çözmeyi başardılar.
Tevrat'ta anlatıldığı şekliyle, Yahudiler'in Mısır'dan Musa'nın önderliğinde kaçışının hiçbir tarihi kaydı yoktur; çünkü Yahudi tarihinin ‘Yahudiler’in Göçü' diye verdiği olay, Ahet-Aton kentinde yaşayan tek tanrılı Mısırlılar'ın Firavun Ai tarafından sürülüşünden başka birşey değildir.
Mısır'ın ilk tek tanrıya inanan firavunu Akhenaton'un ölümünden sonra, Firavun Ai, Akhenaton'un başkenti Ahet-Aton (şimdiki Tell el-Amarna) halkını sınırdışı etti. Böylece tek tanrıcılığı Mısır'dan atmış oldu. Ancak, tek tanrıcılık yok olmadı. Ahet-Aton halkı Sazlıklar Denizi'ni aşarak Sina Çölü'ne geçti. ‘Denizin yarılması’ efsanesi de Mısır mitolojisinde yer alan ‘Anadeniz’in Firavun tarafından ikiye açılması' efsanesinden farklı birşey değildir. Filistin'in Kenan bölgesine yerleşen Mısırlı rahipler ve asillere ‘Firavun’a (yani Akhenaton'a) tapan' anlamına ‘Yahud’ adı verildi. Yahudlar, burada Yahuda Krallığı'nı (Yuda) kurdular.
Yani Tevrat'ta adı geçen Hz. İbrahim, Sara, İshak, Rebeka, Yakup, Israil, Laban ... hepsi aslında Mısırlı asillerdi. Böylece, iki araştırmacının çalışmaları sonucunda ‘kimin kim olduğu’ da ortaya çıkmış oluyor:
Hz. Musa, ileride Firavun 1. Ramses adıyla tahta geçecek olan Mısırlı general Mose (Ra-Messu) idi. Yuşa (Musa'nın halefi) ise Musa'nın büyük oğlu.
Ve en önemli bulgu, bugüne kadar çözülememiş sır da ortaya çıktı:
Hz. İbrahim, Firavun Akhenaton’dan başkası değildi. (Müslüman Mısırlılar bugün bile bu firavundan ‘Ahenaton Aleyhisselam’ diye söz ederler.)
Bu bulgular doğruysa, sadece 3500 yıl öncesine ait tarih yeniden yazılmayacak, Yahudiler'in anavatanının Filistin değil, Mısır'ın Yukarı Nil kıyıları olduğunun ortaya çıkmasıyla, yakın tarihe bakış da gözden geçirilecek.

Ortak Atamız Akhenaton mu?
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Harran'da Nisan ayında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile ortaklaşa düzenlediği seminerde ‘Ortak Atamız’ olduğu dünyaya ilan edilen İbrahim Peygamber, iddiaya göre, Mısır'ın tek tanrılı firavunu Akhenaton'dan (MÖ 1372-1354) başkası değildi.
Amenofis IV, MÖ 1372'de firavun oldu. Nefertiti'nin kocasıdır. 1366'da başkentini Teb'den yeni inşa edilen Ahet-Aton'a (bugünkü Tell El-Amarna) taşıdı. Adını ‘Kürenin (Güneş) beğendiği’ anlamına gelen Ahenaton şeklinde değiştirdi. Atalarının çok tanrılı Amon dinini reddederek, tek tanrılı evrensel Aton dinini resmi din ilan etti. Yerine geçen firavunlar tek tanrılı dini silerek ve yeni başkenti yıkarak Amon kültüne geri döndüler.”

Görüldüğü üzere çeşitli kaynaklardan gelen tarihlerde farklılıklar var. Ancak 3000 yıl geride kalmış olaylar için yarısı silinmiş duvar yazılarını okuyup 20 yıllık bir hata ile tarihleri saptama başarı sayılmalıdır.

Mısır tarihi İbrahim Peygamber için de hiçbir şey yazmaz. Ancak din kitaplarından İbrahim Peygamber’in Musa’dan önce yaşadığını, birtakım cefalar çektiğini biliyoruz. Onun Firavun Akhenaton olup olmadığı belli değil. Hz. İbrahim’in tek olan Yaratıcı'yı akıl yoluyla -yani herhangi bir vahiy gelmeden- bulduğu söyleniyor. Aynı şey Akhenaton için de söyleniyor. Fakat bu aynı kişi olmaları için yeterli değil. Akheneton’un adı dini bir kaynakta Hanif-Akheneton olarak geçer. Kendisinin Güneşe taptığını biliyoruz. Kuran’ın suresinde Hz. İbrahim’den şöyle söz edilir:

“..İbrahim Peygamber, yıldızı görür, yıldıza , “Tanrım” der; Ay’ı görür, Ay’a “Tanrım” der. Güneş’i görür, Güneş’e “Tanrım” der. Bu gökcisimlerinden Güneş’i daha büyük ve daha parlak görünce, “İşte Tanrım budur, bu daha büyüktür” diye konuşur. Ne var ki, “Tanrı” dedikleri batınca, onlara “Tanrı” demekten vazgeçer. İbrahim Peygamber önce yıldızdan, sonra Ay’dan en sonunda da Güneş’ten vazgeçer.” (En’am Suresi, Ayet 76, 77 ve 78)



Ali Imran Suresi, O’nun için “hanif” ve “müslim”di der. Ibn Nedim’in ünlü “El Fihrist” adlı eserinde “Hanifler” şöyle tanıtılır: “Hanifler, Ibrahimci (el İbrahimmiye) Sabiilerin ta kendileridir.(s.32) Sabiiler, Ortadoğu ve Islam kaynaklarına göre yıldızlara tapıyorlardı. Yıldızların içinde de en başta, Ay ve Güneş sayılıyordu.
__________________
https://www.facebook.com/groups/133566160037768/
SEYRANİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla