|
|
Seçenekler | Thema bewerten | Stil |
|
03-01-2016, 09:49 PM | #1 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlı sözlük.a
Osmanlıca Sözlük (A)
________________________________________ ABÂ: Bazı dervişlerin ve ilmiye mensuplarının giydikleri yünden yapılmış bir giysi. ABD: Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil Müslüman. ABD-İ MEMLUK: Kul, köle. ABES: Boş, saçma. ÂB-I HAYAT: Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su. ÂBİR-İ SEBÎL: Yolda giden yolcu. ACÂİB VE GARÂİB: Anlaşılmaz ve tuhaf. ACÂİB-İ DEKÂİK: Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar. A'CEMÎ: Arap olmayan. ACÎB: Şaşılacak ve hayret edilecek şey. ACÛZ: Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın. ACZ-I BEŞERÎ: İnsanın acizliği, güçsüzlüğü. ACZ-I KÜLLÎ: Tam güçsüzlük. A'DÂ: 1. "Adüvv"ün çoğulu. Düşmanlar. 2. Pek zâlim, pek gaddar. A'DÂD: "Aded"in çoğulu. Sayılar. ÂDÂT-I CARİYE: Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar. ADÂVET: Düşmanlık, husumet. ADEM: Yokluk. ADEM-İ KÜLLÎ: Tam yokluk. ADEM-İ MÜSÂVÂT: Eşitsizlik. ADEMÎ: Yokluğa ait. ÂDET-İ CÂHİLİYYE: İslâm'dan önceki putperestlik ve müşriklik devrine ait âdet. ÂDETULLAH: Allah'ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti. ÂDİL: Adalet sahibi, doğru adaletli. ADÎL: Benzer, eş, akran. ADL: Adalet, çok adaletli. ÂFÂK: "Ufuk"un çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler. ÂFÂKÎ: Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler. ÂFÂT: Âfetin çoğulu, musibetler, büyük felaketler. ÂFÎF: İffetli, namuslu, terbiyeli, haramdan sakınan, nezih. AFV Ü GUFRÂN: Bağışlama ve yarlığama. AFV: Affetme, suçu bağışlama. ÂGÂH: Uyanık, basiretli haberdar. AĞNAM: "Ganem"in çoğulu. Davarlar, koyunlar, keçiler. AĞNİYÂ: "Ganî"nin çoğulu. Zenginler. AĞRAZ: Maksatlar, arzular, amaçlar. AĞRAZ-I DÜNYEVİYYE: Dünyevî maksatlar, dünyevî niyetler, amaçlar. AĞRÂZ-I FÂSİDE: Bozuk maksatlar, bozguncu niyetler. AĞRAZ-I NEFSÂNİYYE: Nefsanî maksatlar, nefsî arzular. AĞRAZ-I ŞAHSİYYE: Şahsî maksatlar, ferdî niyetler. ÂĞÛŞ: Kucak, sığınılacak yer. AĞYÂR: Başkaları, düşmanlar, yabancılar. ÂHAD HABER: Bir kişi tarafından rivayet edilen hadis veya rivayetler. ÂHÂD: "Ehad'in çoğulu. Birler, birden dokuza kadar olan sayılar. ÂHAR: Başkası, diğeri, yabancı. AHBÂR: "Haber"in çoğulu. Haberler. AHBÂR-I SADIKA: Doğru haberler. AHD U EMÂN: And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik. AHD U MÎSÂK: Yemin ve anlaşma, kesin söz. AHD: 1. Söz verme. 2. Yemin, and. 3. Devir, zaman, gün. AHD-İ HARİCÎ: Daha önceden ismi bilinen kişilere veya şeylere işaret eden Lâm-ı tarif. ÂHENG: Uygunluk ve düzen. AHFÂ: Çok gizli, en gizli. AHFÂD: "Hafîd"in çoğulu. Torunlar. AHİD: (Bak: AHD). ÂHİR ZAMAN PEYGAMBERİ: Son zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.). ÂHİR ZAMAN: Son zaman, dünyamızın son çağı. AHİZ: (Bak: AHZ) AHKÂM: Hükümler, kanunlar. AHKÂM-I AMELİYYE: Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar. AHKÂM-I EZELİYYE: Ezelî hükümler, başlangıcı bilinmeyen hükümler. AHKÂM-I FER'İYYE: Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler. AHKÂM-I ULUHİYYET: Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri. AHKÂM-I UMÛMİYYE: Umûmî hükümler. AHKEMU'L-HÂKİMİN: Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah. AHLÂK-I ZEMÎME: Kötü huylar, çirkin davranışlar. AHLÂM: "Hulm"ün çoğulu, karışık rüyalar. AHRÂR: Hürler, esir ve köle olmayanlar. AHSEN: "Husn"den. En güzel, pek güzel, daha güzel. AHSEN-İ TAKVÎM: En güzel ve en iyi kıvamda en güzel biçimde. AHSENÜ'L-KASAS: 1. Kıssaların, hikâyelerin en güzeli. 2. Yusuf Sûresi. AHZ: 1. Alma, tutma, kabzetme, 2. Kabul etme. 3. Tessellüm. 4. Sorgulama. AKABE: 1. Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire. 2. Tehlike. 3. Tehlikeli geçit. 4. Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir. AKÂİD: Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri. AKAR: Gelir, gelir getiren gayr-ı menkuller. AKD: 1. Anlaşma, sözleşme. 2. Bağlama, düğümleme. ÂKIBET: Nihayet, sonuç. ÂKIDEYN: Anlaşma veya sözleşme. ÂKIL BÂLİĞ: Ergenlik, olgunluk çağına gelen. ÂKILÂNE: Akıllıca. AKÎDE: İtikad, iman. ÂKİF: 1. İbadette devamlı olan kimse. 2. Sebat eden. AKİKA: Yeni doğan çocuk için Allah'a şükür maksadıyla kesilen kurban. AKÎM: 1. Beyhude, boş yere. 2. Kısır erkek veya kadın. AKL-I SELÎM: Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl. AKLÎ: Akla ait, akla uygun. AKRÂN: Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk. AKRİBA: Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar. AKSÂ: En uzak, en son. AKSÜ'L-AMEL: Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması. AKTAR: Baharatçı. AKTÂR: Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf. AKVÂ ve AHZAR: Daha kuvvetli ve daha açık. AKVÂ: Daha kuvvetli, en kuvvetli. AKVÂL: "Kavl"in çoğulu. Kaviller, sözler. AKVÂM: Kavimler, milletler. AKVÂM-I SÂİRE: Diğer kavimler. A'LÂ: En yüce. ALADDERECÂT: Derecelere göre. ALÂK SÛRESİ: Kur'ân-ı Kerim'in 96. sûresi. ALAKA: "Alak"dan yapışkan sıvı, embriyo. ÂLÂM: Elemler, kederler, acılar. ALÂMET: İşaret, nişan. ALÂMET-İ FARİKA: Bir şeyi diğerinden ayırıcı işaret. Belirgin özellik. ÂLÂT: Âletler, vasıtalar. ÂLÂT-I CİSMANİYYE: Maddî âletler. A'LÂ-YI İLLİYYÎN: Cennette en yüksek derece, olgun kişilerin Allah katındaki dereceleri. ALE'L-HUSÛS: Hususiyetle, özellikle. ALE'L-USÛL: Usûl üzere. Usûle göre, usulen. ÂLEM: Kâinat, dünya. ALEMDÂR: Bayraktar, sancaktar. ÂLEM-İ CİSMANİYYE: Maddî âlem, kâinat, dünya. ÂLEM-İ EŞBÂH: "Şebah"tan: 1. Cisimler âlemi, varlıklar âlemi. 2. Hayaller âlemi."Şibh ve şebih"den: Misaller âlemi. ÂLEM-İ KABİR: Kabir âlemi. ALESSEVİYYE: Aynı seviyede, eşit olarak. ÂL-İ FİRAVUN: Firavun ailesi. Firavun soyu. ÂLİŞÂN: Şan ve şerefi yüksek olan. ALİYYU'L-A'LÂ: Pek iyi. Fevkalâ-de. ALLAH BES BÂKÎ HEVES: Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir. ALLÂME: Bilginlerin en bilgilisi. ALLÂMÜ'L-GUYÛB: Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah. ÂMÂ: Kör. AMDEN: Kasten, bile bile, isteyerek. AMELDE İ'TİDÂL: Amelde aşırılıktan uzak, dengeli. AMEL-İ SALİH: Allah'ın rızasına uygun olan her iş. AMELİKA: Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim. AMÎK: Derin. Bahr-i amîk: Derin deniz. Fikr-i amîk: Derin düşünce. ÂMİL: 1. Sebep. 2. İş yapan. 3. Zekat toplayan memur. ÂMM: Umumî, genel. AMR: Bir erkek ismi. AMÛD: Direkler, sütunlar. ANÂSIR-I MUHTELİFE: Çeşitli unsurlar. ANKA-YI MUĞRİB: İsmi var, cismi yok. Ankâ kuşu. ANVETEN: Cebren, kahren, zorla, sıkıntı ile. ANYEDİN: Elden. ÂRÂBÎ: Bedevî. Çölde yaşayan köylü. A'RÂF: Cennetle cehennem arasında bulunan bir yer. ARAFAT: Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar. ARASAT: Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı. ARAZ: 1. İşaret, alâmet. 2. Tesadüf. 3. Kaza, felaket. 4. Kendi kendine vücut bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet. AREFE: Kurban bayramından bir önceki gün. ARIZÎ: Sonradan hasıl olan şey. Geçici. ÂRÎ: Temiz, hür, uzak. ÂRİF: Anlayışlı, bilgili. ARŞ: 1. Taht. 2. Dokuzuncu gök. 3. Çardak. 4. Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer. ARZ: yeryüzü, dünya, genişlik. ARZ-I MUKADDES: Kutsal ülke. Kudüs, Filistin. ASÂ: Değnek, sopa, baston. ASABÂT: 1. Baba tarafından olan akrabalar. 2. Şer'an miras alamayan akrabalar. ASABE: Baba tarafından akraba olanlar. ASAHH-I RİVÂYET: En doğru olan rivayet. ÂSÂR: Eserler. ÂSÂR-I ATÎKA: Eski eserler. ASÂ-YI MÛSÂ: Hz. Musa'nın sopası. ASGARİ: En az, en küçük. ASHAB: Hz. Peygamber'i mümin olarak gören ve o iman üzere ölen kimseler. ASHÂB-I KEHF: Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler. ASHAB-I MEŞ'EME: Uğursuz, şerli kişiler, kötüler. ASHAB-I MEYMENE: Uğurlu kişiler, iyi kimseler. ASHAB-I YEMİN: Uğurlu, meymenetli kimseler. ÂSIF: Şiddetli rüzgar, fırtına. ÂSİ: İsyan eden. ÂSİM: Günah işleyen, günahkâr. ASNÂM: "Sanem"in çoğulu. Putlar. ASR: 1. İkindi namazı. 2. İkindi vakti. 3. Yüzyıl, çağ. AŞR: Kur'ân-ı Kerim'den on âyet miktarı okunan kısım. ATÂ: İhsan, lütuf, bağışlama. ATALET: Tembellik, hareketsizlik. ATF-I BEYAN: Kapalı bir sözü, açıklayan cümle. ATIF (ATF): 1. Eğme, meyletme, 2. Bağlama. ÂTİH: Bunak. ATİYYE: Hediyye, ihsan, bahşiş. ATTAR: (Bak: AKTAR) AVÂLÎ: Yüceler, büyükler. Medine etrafındaki semtler. AVAM: 1. Halk. 2. Soylu veya bilgin olmayanlar. AVÂMİL: 1. Âmiller, sebepler. 2. Arap nahvine ait ve bu isimdeki kitap. A'YÂN: 1. İleri gelenler. 2 Gözdeler. A'YÂN-I SABİTE: Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri. ÂYÂT: Âyetler. ÂYÂT-I BEYYİNAT: Açık seçik âyetler. ÂYÂT-I TEKVİNİYYE VE TEŞRİİYYE: Yaratılışa ve şeriata ait âyetler. AYIN: Arap alfabesinin 21. harfi. Ebced hesabında sayı değeri 70'dir. ÂYİN: 1. Tören, âdet. 2. Dinî bazı gösteriler. Mevlevî âyini gibi. AYN: 1. Göz, 2. Pınar. 3. Eşyanın hakikatı. AYNE'L-YAKÎN: Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim. A'ZÂ: Uzuvlar, organlar, üyeler. AZÂB: 1. Büyük sıkıntı, şiddetli elem. 2. Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza. AZÂB-I NÂR: Cehennem azabı. ÂZÂDE: Serbest, hür, kayıtlardan kurtulmuş. AZ'AF-I MUZÂAF: Kat, kat, pekçok. AZAMET: Büyüklük, kibirlilik. AZDÂD (EZDÂD): Zıd olan şeyler. AZHAR: En açık: AZÎMÜ'Ş-ŞÂN: Şânı büyük. AZÎZ: 1. Allah'ın isimlerinden biri. Değerli. 2. Ermiş, velî.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
03-01-2016, 09:50 PM | #2 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (B)
________________________________________ BAB: 1. Kapı. 2. Fasıl, bölüm.MİNE'L-BAB İLE'L-MİHRAB: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar. BÂDİYE: Kır, ova, sahra, çöl. BÂGÎ: Âsi, baş kaldırmış, haksızlık eden. BAĞÇE: Bahçe. BAĞTETEN: Ansızın, zulüm, isyan. BAĞY: Azgınlık, zulüm, isyan. BAHIYRE: Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi. BÂHİL: 1. İşsiz, avare, başı boş. 2. Yularsız deve. BAHÎL: Cimri, tamahkâr. BÂHİR: 1. Yalancı, ahmak. 2. Ekin sulayıcı, sulayan. 3. Belli, açık. 4. Işıklı, parlak, güzel. BÂHİRE: 1. Çok koşan cins deve. 2. Dikenli ağaç. BAHR Ü BERR: Deniz ve kara. BAHŞ: Bağış, ihsan. BÂİN: Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu. BÂİS: 1. Sebep olan, gerektiren. 2. Gönderen. 3. Yeniden yaratan. BAKAR: Sığır, öküz, manda cinsleri. BAKARA: 1. Sığır, inek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır. BAKİYYE: Artan, artık, geri kalan. BÂLİĞ: 1. Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan. 2. Yekûn. BÂP: (Bak: BÂB) BÂR: 1. Allah. 2. Yemiş, meyva. 3. Yük, ağırlık. 4. Yağdıran, serpen, döken. BÂRİD: 1. Soğuk. 2.Letafetten uzak nâhoş. BÂRİZ: Açık, belli, âşikâr, zâhir. BA'S: 1. Gönderme, yollama, gönderilme. 2. Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması. 3. Dirilme veya diriltme. BASAR: 1. Görme, görüş, görme yeteneği. 2. Zihnî algı. BÂSİR: Gören, görüp anlayan, ferasetli, zeki. BASÎRET: Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık. BAST: 1. Yayma, açma. 2. Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder. BÂTIN: 1. İç, içyüz, gizli, sır, derunî. 2. Allah'ın isimlerinden. BATN: Karın, kuşak, nesil. BÂYİN: Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik. BA'Z: Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı. BED NAZAR: Kötü bakış. BED: Kötü, çirkin, işe yaramaz. BEDÂ'-BEDA'AT: Güzellik, yenilik, bediilik. BEDÂHET: 1. Açıklık, bellilik. 2. Ansızın ortaya çıkma. BEDÂYİ': İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri. BEDBAHT: Talihi kötü olan, talihsiz. BED-BİN: Her şeyi kötü gören, karamsar. BEDEL: 1. Değer, kıymet. 2. Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen. BEDEL-İ BA'Z: Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama. BEDEL-İ İŞTİM'ÂL: Geniş ve genel anlamlı bir sözün bir noktasını açıklayan cümle. BEDEL-İ KÜLL: Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama. BEDEVÎ: Çölde çadırda yaşayan göçebe, çöllü, Arap göçebesi. BEDİA: 1. Yaratma. 2. Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel. BEDİHİ: 1. İspat gerekmeyecek şekilde açık. 2. Akla kendiliğinden gelen. BEDİÎ: Güzel, beğenilen, sanatlı söz. BEDR-BEDİR: 1. Dolunay, ayın ondördü. 2. Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer. BED-TAHRİR: Kötü yazı. BEHA-BAHA: 1. Güzellik, süs, pırıltı. 2. Kıymet, değer, bedel. BEHAİM: 1. Dört ayaklı hayvanlar. 2. Suriye'de bir sıradağ. BEHÇET: Güzellik, güleryüzlülük, sevinç. BEHİME-İ EN'AM: Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar. BEHİMÎ: Hayvana yakışır tarzda, hayvanlık. BEİS-BE'S: 1. Zarar, ziyan. 2. Korku, azap, sıkıntı, fenalık. 3. Kuvvet, kudret. BEKA: Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik. BEKA-YI ERVAH: Ruhların kalıcılığı, devamlılığı. BEKA-YI RUH: Ruhun kalıcılığı, ölmezliği. BELAGAT Ü FESAHAT: Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme. BELAGAT: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik. BELİĞ: 1. Açık, düzgün söz söyleyen. 2. Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli. BENÂM: Namlı, ünlü, meşhur. BENAN: Parmak ucu. BENÎ İSRAİL: İsrailoğulları, yahudiler. BERAAT: 1. Temizlik, arılık. 2. Olgunluk, güzellik. BERA'ÂT-I İSTİHLÂL: Söze güzel ve etkili başlangıç. BEREKÂT: Bolluklar, uğurlar, hayırlar. BEREKÂT-I KELÂMULLAH: Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar. BER-HAYAT: Sağ, diri, yaşayan. BERÎ: Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış. BERİ: Yakın mesafe, ötenin zıddı. BERK: 1. Şimşek, parıltı, kıvılcım. 2. Sert, katı. BERR: 1. Doğru sözlü, hayır işleyen kimse. 2. Kara, toprak. BER-TARAF: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek. BERZAH ÂLEMİ: Ruhlar âlemi. BERZAH: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. Can sıkıcı. 3. İnce uzun kara parçası. 4. Dünya. 5. Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer. BES: Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok. BE'S: Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık. BEŞÂRET: Müjde, muştu, iyi haber. BEŞÂRET-ÂVER: Müjdeci, iyi haber getiren. BEŞER: İnsan, bütün insanlar, Ebu'l-Beşer: İnsanlığın babası, Hz. Âdem. BEŞERİYYET: 1. İnsanlık. 2. İnsanın yaratılış özellikleri. BEŞİR: 1. Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü. 2. Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse. 3. Peygamberimizin bir vasfı. BEY': Satma, satılma, satış. BEYAN İLMİ: Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü. BEYÂN: Anlatma, açıklama sanatı. BEYN: Aralık, arasında, arada. BEYNÛNET: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı. BEYT: Ev, mesken, oda, oba. BEYT-İ ATİK: Eski ev, Kâbe. BEYT-İ MAMUR: Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk. BEYTULLAH: Allah'ın evi, Kâbe, insan kalbi. BEYTÛTET: Geceleme, bir yerde geceyi geçirme. BEYTÜ'L-MAKDİS: Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs'teki büyük camii. BEYYİN: Belli, açık, âşikar. BEYYİNÂT: Açık, belli şeyler. BEYYİNE: 1. Delil, şahit. 2. Kur'ân'ın 97. sûresi. BEYZÂ: 1. Çok beyaz. 2. Demirden savaşçı başlığı. 3. Yumurta.MİLLET-İ BEYZÂ: Beyaz millet, müslümanlar. BEZL: Bol bol verme. BÎA-BİYAT: Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek. BİAT OLUNMAK: Birine itaat edilmek, hükmüne girmek. BİD'AT: 1. Sonradan ortaya çıkan şey. 2. İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler. BİD'AT-I HASENE: Beğenilebilir, güzel yenilikler. BİD'AT-I SEYYİE: Kötü yenilikler. BİDÂYET: Başlama, başlangıç. BİDAYETEN: Başlangıçta, ilkin. BİİZN-İ HÜDA: Allah'ın izni ile. BÎKARAR: 1. Kararsız. 2. Rahatsız. BİKR: Dokunulmamış, bekâret, bâ-kire. BİKR-İ FİKR: Hiç söylenmemiş, yeni fikir. BİLÂ BEDEL: Bedelsiz, karşılıksız. BİLÂ KAYD Ü ŞART: Kayıtsız şartsız. BİLÂ: ... sız. BİLAD: Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar. BİLÂD-İ ARAB: Arab ülkeleri. BİLAFASILA: Fasılasız, aralıksız. BİLÂH: Arkaları büyük olan kadınlar. BİLLUR: 1. Duru, kristal. 2. Necef taşı. BİN: Oğul.BİN MEHMED: Mehmed'in oğlu. BİNA: 1. Yapı, ev. 2. Yapma, kurma. 3. Göz, gören, görücü. BİNAEN ALA ZÂLİK: Bunun üzerine, bundan dolayı. BİNAEN: ...den dolayı, ...den ötürü. BİNÂENALEYH: Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde. BİRR: İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat. 2. Dininde ibadetinde kuvvetli olan. 3. Bağışta bulunma. Bİ'SET: Gönderme. Bİ'SET-İ MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi. Bİ'SET-İ NEBEVİYYE: Peygamberin, peygamberlikle gönderilişi. BU'D: Uzaklık, aralık, boyut. BU'D-İ MESAFE: Gidilen yolun uzaklığı. BUĞZ: Düşmanlık duyma, nefret, kin. BUĞZETMEK: Kin gütmek, düşman olmak. BUHÛL: Cimrilik, tamahkârlık. BUK'A: 1. Ülke, yer. 2. Büyük bina. 3. Benek, leke. BURAK: Peygamberimizin mirac gecesi bindiği binek. BURC: 1. Kale, yüksek bina. 2. Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi. 3. Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep. BURC-İ ÂBÎ: Suya ait burçlar: Yengeç, akrep, balık. BURC-İ BÂDÎ: Havaya ait burçlar: İkizler, terazi kova. BÜHTAN ETMEK: İftira etmek. BÜHTAN: Yalan, iftira, birine işlemediği suçu yükleme. BÜLEGA: Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar. BÜLEGA'-İ BEŞER: Belegat ilmi mütehassısları. BÜLEGÂ-İ ULEMÂ: Belagat bilginleri ve âlimler. BÜLÛĞ: 1. Erginlik, olgunluk çağına girme, yetişme. 2. Yaklaştırma. BÜNÜVVET: Oğulluk, evlatlık. BÜNYÂN: Yapı, bina, bir şeyin yapısı. BÜNYAN-I MERSUS: Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı. BÜRHAN: Kesin delil, hüccet.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 09:51 PM | #3 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (B)
________________________________________ BAB: 1. Kapı. 2. Fasıl, bölüm.MİNE'L-BAB İLE'L-MİHRAB: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar. BÂDİYE: Kır, ova, sahra, çöl. BÂGÎ: Âsi, baş kaldırmış, haksızlık eden. BAĞÇE: Bahçe. BAĞTETEN: Ansızın, zulüm, isyan. BAĞY: Azgınlık, zulüm, isyan. BAHIYRE: Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi. BÂHİL: 1. İşsiz, avare, başı boş. 2. Yularsız deve. BAHÎL: Cimri, tamahkâr. BÂHİR: 1. Yalancı, ahmak. 2. Ekin sulayıcı, sulayan. 3. Belli, açık. 4. Işıklı, parlak, güzel. BÂHİRE: 1. Çok koşan cins deve. 2. Dikenli ağaç. BAHR Ü BERR: Deniz ve kara. BAHŞ: Bağış, ihsan. BÂİN: Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu. BÂİS: 1. Sebep olan, gerektiren. 2. Gönderen. 3. Yeniden yaratan. BAKAR: Sığır, öküz, manda cinsleri. BAKARA: 1. Sığır, inek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır. BAKİYYE: Artan, artık, geri kalan. BÂLİĞ: 1. Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan. 2. Yekûn. BÂP: (Bak: BÂB) BÂR: 1. Allah. 2. Yemiş, meyva. 3. Yük, ağırlık. 4. Yağdıran, serpen, döken. BÂRİD: 1. Soğuk. 2.Letafetten uzak nâhoş. BÂRİZ: Açık, belli, âşikâr, zâhir. BA'S: 1. Gönderme, yollama, gönderilme. 2. Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması. 3. Dirilme veya diriltme. BASAR: 1. Görme, görüş, görme yeteneği. 2. Zihnî algı. BÂSİR: Gören, görüp anlayan, ferasetli, zeki. BASÎRET: Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık. BAST: 1. Yayma, açma. 2. Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder. BÂTIN: 1. İç, içyüz, gizli, sır, derunî. 2. Allah'ın isimlerinden. BATN: Karın, kuşak, nesil. BÂYİN: Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik. BA'Z: Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı. BED NAZAR: Kötü bakış. BED: Kötü, çirkin, işe yaramaz. BEDÂ'-BEDA'AT: Güzellik, yenilik, bediilik. BEDÂHET: 1. Açıklık, bellilik. 2. Ansızın ortaya çıkma. BEDÂYİ': İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri. BEDBAHT: Talihi kötü olan, talihsiz. BED-BİN: Her şeyi kötü gören, karamsar. BEDEL: 1. Değer, kıymet. 2. Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen. BEDEL-İ BA'Z: Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama. BEDEL-İ İŞTİM'ÂL: Geniş ve genel anlamlı bir sözün bir noktasını açıklayan cümle. BEDEL-İ KÜLL: Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama. BEDEVÎ: Çölde çadırda yaşayan göçebe, çöllü, Arap göçebesi. BEDİA: 1. Yaratma. 2. Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel. BEDİHİ: 1. İspat gerekmeyecek şekilde açık. 2. Akla kendiliğinden gelen. BEDİÎ: Güzel, beğenilen, sanatlı söz. BEDR-BEDİR: 1. Dolunay, ayın ondördü. 2. Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer. BED-TAHRİR: Kötü yazı. BEHA-BAHA: 1. Güzellik, süs, pırıltı. 2. Kıymet, değer, bedel. BEHAİM: 1. Dört ayaklı hayvanlar. 2. Suriye'de bir sıradağ. BEHÇET: Güzellik, güleryüzlülük, sevinç. BEHİME-İ EN'AM: Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar. BEHİMÎ: Hayvana yakışır tarzda, hayvanlık. BEİS-BE'S: 1. Zarar, ziyan. 2. Korku, azap, sıkıntı, fenalık. 3. Kuvvet, kudret. BEKA: Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik. BEKA-YI ERVAH: Ruhların kalıcılığı, devamlılığı. BEKA-YI RUH: Ruhun kalıcılığı, ölmezliği. BELAGAT Ü FESAHAT: Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme. BELAGAT: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik. BELİĞ: 1. Açık, düzgün söz söyleyen. 2. Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli. BENÂM: Namlı, ünlü, meşhur. BENAN: Parmak ucu. BENÎ İSRAİL: İsrailoğulları, yahudiler. BERAAT: 1. Temizlik, arılık. 2. Olgunluk, güzellik. BERA'ÂT-I İSTİHLÂL: Söze güzel ve etkili başlangıç. BEREKÂT: Bolluklar, uğurlar, hayırlar. BEREKÂT-I KELÂMULLAH: Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar. BER-HAYAT: Sağ, diri, yaşayan. BERÎ: Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış. BERİ: Yakın mesafe, ötenin zıddı. BERK: 1. Şimşek, parıltı, kıvılcım. 2. Sert, katı. BERR: 1. Doğru sözlü, hayır işleyen kimse. 2. Kara, toprak. BER-TARAF: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek. BERZAH ÂLEMİ: Ruhlar âlemi. BERZAH: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. Can sıkıcı. 3. İnce uzun kara parçası. 4. Dünya. 5. Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer. BES: Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok. BE'S: Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık. BEŞÂRET: Müjde, muştu, iyi haber. BEŞÂRET-ÂVER: Müjdeci, iyi haber getiren. BEŞER: İnsan, bütün insanlar, Ebu'l-Beşer: İnsanlığın babası, Hz. Âdem. BEŞERİYYET: 1. İnsanlık. 2. İnsanın yaratılış özellikleri. BEŞİR: 1. Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü. 2. Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse. 3. Peygamberimizin bir vasfı. BEY': Satma, satılma, satış. BEYAN İLMİ: Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü. BEYÂN: Anlatma, açıklama sanatı. BEYN: Aralık, arasında, arada. BEYNÛNET: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı. BEYT: Ev, mesken, oda, oba. BEYT-İ ATİK: Eski ev, Kâbe. BEYT-İ MAMUR: Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk. BEYTULLAH: Allah'ın evi, Kâbe, insan kalbi. BEYTÛTET: Geceleme, bir yerde geceyi geçirme. BEYTÜ'L-MAKDİS: Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs'teki büyük camii. BEYYİN: Belli, açık, âşikar. BEYYİNÂT: Açık, belli şeyler. BEYYİNE: 1. Delil, şahit. 2. Kur'ân'ın 97. sûresi. BEYZÂ: 1. Çok beyaz. 2. Demirden savaşçı başlığı. 3. Yumurta.MİLLET-İ BEYZÂ: Beyaz millet, müslümanlar. BEZL: Bol bol verme. BÎA-BİYAT: Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek. BİAT OLUNMAK: Birine itaat edilmek, hükmüne girmek. BİD'AT: 1. Sonradan ortaya çıkan şey. 2. İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler. BİD'AT-I HASENE: Beğenilebilir, güzel yenilikler. BİD'AT-I SEYYİE: Kötü yenilikler. BİDÂYET: Başlama, başlangıç. BİDAYETEN: Başlangıçta, ilkin. BİİZN-İ HÜDA: Allah'ın izni ile. BÎKARAR: 1. Kararsız. 2. Rahatsız. BİKR: Dokunulmamış, bekâret, bâ-kire. BİKR-İ FİKR: Hiç söylenmemiş, yeni fikir. BİLÂ BEDEL: Bedelsiz, karşılıksız. BİLÂ KAYD Ü ŞART: Kayıtsız şartsız. BİLÂ: ... sız. BİLAD: Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar. BİLÂD-İ ARAB: Arab ülkeleri. BİLAFASILA: Fasılasız, aralıksız. BİLÂH: Arkaları büyük olan kadınlar. BİLLUR: 1. Duru, kristal. 2. Necef taşı. BİN: Oğul.BİN MEHMED: Mehmed'in oğlu. BİNA: 1. Yapı, ev. 2. Yapma, kurma. 3. Göz, gören, görücü. BİNAEN ALA ZÂLİK: Bunun üzerine, bundan dolayı. BİNAEN: ...den dolayı, ...den ötürü. BİNÂENALEYH: Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde. BİRR: İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat. 2. Dininde ibadetinde kuvvetli olan. 3. Bağışta bulunma. Bİ'SET: Gönderme. Bİ'SET-İ MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi. Bİ'SET-İ NEBEVİYYE: Peygamberin, peygamberlikle gönderilişi. BU'D: Uzaklık, aralık, boyut. BU'D-İ MESAFE: Gidilen yolun uzaklığı. BUĞZ: Düşmanlık duyma, nefret, kin. BUĞZETMEK: Kin gütmek, düşman olmak. BUHÛL: Cimrilik, tamahkârlık. BUK'A: 1. Ülke, yer. 2. Büyük bina. 3. Benek, leke. BURAK: Peygamberimizin mirac gecesi bindiği binek. BURC: 1. Kale, yüksek bina. 2. Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi. 3. Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep. BURC-İ ÂBÎ: Suya ait burçlar: Yengeç, akrep, balık. BURC-İ BÂDÎ: Havaya ait burçlar: İkizler, terazi kova. BÜHTAN ETMEK: İftira etmek. BÜHTAN: Yalan, iftira, birine işlemediği suçu yükleme. BÜLEGA: Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar. BÜLEGA'-İ BEŞER: Belegat ilmi mütehassısları. BÜLEGÂ-İ ULEMÂ: Belagat bilginleri ve âlimler. BÜLÛĞ: 1. Erginlik, olgunluk çağına girme, yetişme. 2. Yaklaştırma. BÜNÜVVET: Oğulluk, evlatlık. BÜNYÂN: Yapı, bina, bir şeyin yapısı. BÜNYAN-I MERSUS: Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı. BÜRHAN: Kesin delil, hüccet.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 09:56 PM | #4 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (C)
________________________________________ CÂFÎ: Cefâ çektiren, eziyet eden. CÂH: İtibar, makam, mevki. CÂHİLİYYE: Kelime olarak cahilliğe ait mânâsına gelir. Terim olarak İslâmiyetten önceki putperest dönemi ifade eder. CAHÎM: Cehennem. CÂİL: "Ceale" kökünden yaratıcı, yapıcı. CÂİLU'N-NÛR: Nûr'un yaratıcısı. CÂİZE: Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal. CA'L: Yapma, meydana getirme, yaratma. CA'LÎ: Sahte, yapmacıklı, düzme. CÂLİB-İ DİKKAT: Dikkat çekici. CÂMİ: 1. Toplayan, derleyen. 2. İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane. CÂMİD: 1. Donmuş, hareketsiz. 2. Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan. CÂNİB: Cihet, yön, taraf, yan. CÂRİYE: 1. Savaşta gayr-i müslimlerden esir olarak alınan kız ve kadınlar. 2. Hizmetçi kız. CÂY-İ İŞKÂL: Güçlük, zorluk, müşkülât noktası. CÂZİBE: Cezbeden, çeken, yer çekimi. CÂZİBE-İ FÂNİYE: Geçici güzellik, fânî güzellik. CÂZİBE-İ MUTLAKA: 1. Mutlak çekici kuvvet. 2. Yegane çekici kuvvet. 3. Geçici güzelliğin zıddı olan ebedî güzellik. CÂZİBE-İ UMÛMİYYE KANUNU: Yerçekimi kanunu. CEBÂBİRE: Cebredenler, zorbalar, zâlimler. CEBBÂR: 1. İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah. 2. Zalim, müstebit kişi. 3. Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi. CEBBÂRÂNE: Cebbârcasına, zorbalıkla. CEBEL: Dağ. CEBR U İKRAH: Zorlama ve baskı yapma. CEBR-İ MAHZ: Sırf cebir, mutlak cebir. CEBRİYYE: Cüz'î iradeyi inkâr eden mezhep. CEDİD: Yeni. CEHD: Çalışma, çabalama. CEHELE: Cahiller. CEHL U DALÂLET: Cehalet ve sapıklık. CEHL: Bilmezlik, cehalet. CEHR: Açıktan söyleme, açık olarak okuma. CELÂDET: Kahramanlık, yiğitlik. CELÂL: Büyüklük, ululuk. Zü'l-celâl: Celâl sahibi Allah. CELÂL-İ KİBRİYÂ: Allah'ın büyüklüğü. CELB-İ MASLAHAT: İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici. CELB-İ MENFAAT: Menfaat celbedici, çekici, fayda sağlayıcı. CELDE: Kamçı ile vücuda vuruşlardan her bir vuruş. (Fıkhî ıstılah) CELÎ: Aşikar, belli, parlak, açık. CEM U TEVFİK: Toplama ve uygunlaştırma, uzlaştırma. CEMAAT: Topluluk, imam arkasında namaz kılan topluluk. CEMAAT-I NÂCİYE: 1. Cehennemden kurtulacak ehl-i sünnet cemaatı. 2. Selâmete, kurtuluşa erecek cemaat. CEMÂDÂT: Cansızlar. CEMÂL: 1. Allah'ın lütf ve ihsan sıfatıyla tecellisi. 2. Yüz güzelliği. CEMÂL-İ HAK: Allah'ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir. CEMÂLULLAH: 1. Allah'ın cemâlı, Allah'ın güzelliği. 2. Allah'ın lütfu ihsaniyle tecellisi. CEMEL: Deve. CEM'-İ KILLET: Arapça'da türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları. CEM'İ MAHLUKÂT: Bütün yaratıklar. CEMM-İ GAFÎR: Büyük cemaat, insan kalabalığı. CENÂBET: 1. Gusül abdesti almayı gerektiren durum. 2. Gusül gerektiği halde henüz gusül yapmamış kimse. CENAH: 1. Yan taraf, cihet. 2. Kol, pazu. 3. Kanat, kuş kanadı. CENNATU'N-NAÎM: Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler. CERAD: "Cerâde"nin çoğulu. 1. Çekirgeler. 2. Yağmacılar. CERH: Yaralama, yaralatma, çürütme. CERİME: "Cürm"ün çoğulu. Suçlar, günahlar. CESTE CESTE: Bölüm bölüm, yavaş yavaş. CEVAD-I MUTLAK: Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah. CEVAHİR: Cevherler, çok değerli olan şeyler. CEVÂMİU'L-KELİM: Kelimeler topluluğu. CEVÂRİH: "Cerh"den yaralayanlar, yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar. CEVAZ: İzin, müsaade, caiz olma. CEVELAN: Dolaşma, gezme. CEVF: 1. Boşluk, oyuk, çukur. 2. Orta yarı. CEVHER: 1. Varlığı için başkasına muhtaç olmayan. 2. Bir şeyin özü. CEVR Ü ZULM: Ezâ ve zulüm. CEVR: Ezâ, eziyet, haksızlık, sitem. CEYB: Yakanın göğüs üzerindeki açık yeri. CEYŞ-İ USRET: Güçlük ordusu. CEYYİD: İyi, güzel, hoş. CEZÂLET: Rekaketsizlik, peltek kekeme veya pepe olmayış. CEZÎRETÜ'L-ARAB: Arap yarımadası. CEZM: 1. Kesin karar, niyet. 2. Kesme, katı. CİBAYET: Câbîlik, vergi, gelir toplama. CİBİLLİYET: Huy, yaratılış. CİBRİL: Dört büyük melekten biri, vahiy meleği olan Cebrail. CİBT VE TAGUT: Haç ve put. Allah'tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler. CÎD: Boyun. CİDD: 1. Bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. Ciddilik. CÎFE: Lâşe, leş. CİHAD: 1. İslâm için düşmanla yapılan maddî, manevî savaş. 2. Nefisle yapılan her türlü mücadele. CİHAD-I EKBER: 1. Büyük savaş. 2. Benlikle savaş. CİHANŞÜMÛL: Cihânı içine alan. CİHAZ: 1. Çeyiz ve avadanlık. 2. Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya. CİHET: Yön, taraf. CİM SECÂVENDİ: Kur'ân-ı Kerim'deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir. CİMA: İnsanların cinsî münasebetleri. CİNÂS: Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması. CİNNET: Delilik, çılgınlık. CİNS-İ KARÎB: Yakın cins. CİRM: 1. Cisim. 2. Büyüklük, hacim cirmi ne kadardır? CİSR: Köprü. CİSR-İ CEHENNEM: Cehennem köprüsü. CİZYE: Müslüman olmayan teb'a-dan alınan vergi. CÛD: Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik. CÛDİ: Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ. CUHÛD: Çıfıt, yahudi. CUMHÛR: Halk, kalabalık, ahâlî, çoğunluk. CUMHÛR-İ MÜFESSİRÎN: Müfessirler topluluğu, müfessirlerin çoğunluğu. CUMHÛR-İ UKALÂ: Akıllılar topluluğu. Akıl sahiplerinin hepsi. CÜDERÎ: Çiçek hastalığı. CÜMLE-İ İSMİYYE: İsim cümlesi. CÜMLE-İ MU'TARIZA: Parantez içinde bulunan cümle, açıklayıcı mahiyetteki cümle. Ara cümlecik. CÜMLE-İ VECÎZE: Kısa ve öz söz. CÜNAH: Günah. CÜND: Asker, asker topluluğu. CÜNÛD: Askerler. CÜNÜB: Gusül abdesti gerekmiş kimse. CÜZ-İ MAKSÛM: Bölünmüş parça. CÜZ'İ: Az miktar, bir parça. ÇÂK: 1. Yarık, yırtık. 2. Yırtmaç.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 09:57 PM | #5 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (D)
________________________________________ DÂB: 1. Adalet, doğruluk, 2. İhsan, vergi. DÂBBE: Yük ve binek hayvanı. DÂBBETÜ'L-ARZ: Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık. DÂD-I HAKK: 1. Allah vergisi. 2. Veriş, satış. DÂFİ': 1. Def' eden, savan, savuşturan, iten. 2. Cenab-ı Hak. DÂĞ-DÂR: 1. Kızgın demirle nişanlanmış, dağlanmış. 2. Pek müteessir, çok üzgün. DÂİN (DÂYİN): Borç veren, alacaklı. DAKİK: 1. İnce, ufak, nâzik. 2. Toz haline getirilmiş şey, un. 3. Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse. DALÂLÂT-I BEŞERİYYE: İnsanlığın sapıklığı, beşerî sapıklık. DALÂLET: Hak yoldan sapma, sapıklık, azgınlık. DALÂL-İ MUBÎN: Apaçık sapıklık. DÂLL Bİ'L-İŞÂRE: İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi. DÂLL U MUDILLE : Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar. DÂLLÎN GÜRÛHU: Sapıklar, azgınlar topluluğu. DÂLLİN: Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar. DÂR: Ev, yer, yurt, dünya. DARBE-İ AZÂB: Azap darbesi, azap verici vuruş. DARB-I MESEL: Ata sözü. DÂREYN: İki dünya: Dünya ve ahiret. DÂR-I DÜNYA: Dünya. DÂR-I HARP: Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke. DÂR-I İSLÂM: İslâm ülkesi. DÂR-I KÜFÜR: Gayr-i müslimlerin ülkesi. DÂR-I SAADET: Mutluluk yeri. DÂR-I UHRA: Ahiret yurdu. DARÎRU'L-BASAR: Kör, âmâ. DÂRU'N-NEDVE: Mekke şehir meclisi. DÂRU'S-SELÂM: 1.Selamet yurdu, cennet. 2. Bağdat şehrinin ünvanı. DÂRÜ'L-HİLAFET: İstanbul. DE'B-İ KADÎM: Eski gelenek, eski usûl, eski âdet. DEBÛR: Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel. DECCÂL: Kıyametten az önce çıkacak, insanlardan bir kısmını sapıtacak ve daha sonra Hz. İsa tarafından öldürülecek olan şahıs. DEF': Öteye itme, savma, savulma. DEF-İ İHTİYAÇ: İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması. DEF-İ MAZARRAT: Zararı giderme. DEF-İ MEFSEDET: Fesadı ortadan kaldırma. DEFTER-İ A'MÂL: Amel defteri, insanların dünyadaki hayır ve kötülüklerin kaydedildiği defter. DEHA: 1. Olağanüstü zeka ve anlayış kabiliyeti. 2. Olağanüstü zeka sahibi kimse. DEHLİZ: Hol, koridor. DEHRİ: Dünyanın sonsuzluğuna inanıp ahireti inkâr eden kimse Materyalist. DELÂLET: Yol gösterme, kılavuzluk etme. DELÂLET-İ AKLİYYE VE MANTIKIYYE: Akıl ve mantık yardımıyla, akıl ve mantığın yola göstermesiyle. DELİL: 1. Kılavuz, yol gösterme. 2. Kanıt. DELİL-İ NAKLÎ: Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil. DELÎL-İ ŞUÛDÎ: Görgüye dayanan delil. DEM: 1. Kan, 2. Soluk, nefes. 3. Zaman, an. DEM': Göz yaşı, göz yaşı dökme, ağlama. DEM-İ MESFUH: Dökülmüş kan. DENÂNET: Alçaklık, zillet. DENÎ: Alçak. DERMİYÂN: Ortada. DERPİŞ: Göz önünde, en önde. DERS-İ İNTİBAH: Uyandırma dersi. DERÛN: İç taraf, dahil, kalp. DEVR-İ CÂHİLİYYE: Cahiliyye devri, İslâm'dan önceki devir. DEVR-İ SABAVET: Çocukluk çağı. DEYN: Borç. DEYYÂN: Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah. DEYYÂR: 1. Manastır sahibi. 2. Biri, bir kimse, fert. DÎBÂCE: Başlangıç, önsöz, mukaddime. DİĞERGÂM: Başkalarını düşünen, bencil olmayan. DİL-ÂVÎZ: Gönül çeken, câzip. DİL-NİŞÎN: Hoşa giden, kalpte yerleşen. DÎN U DİYÂNET: Din dindarlık, din ve din duygusu. DÎNÂR: Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para. DÎN-İ HAK: Hak din İslâmiyet. DİRAYET: Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm. DİRHEM: 1. Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü. 2. Gümüş para. DİVAN: Arap şiiri, Divan-ı Arab, Arab'ın şiir külliyatı. DÛN: 1. Alçak, aşağılık. 2. Aşağı. 3. Altta. DÜBB-İ ASGAR: Küçük ayı (yedili yıldız grubu). DÜBB-İ EKBER: Büyük ayı (yedili yıldız grubu). DÜLDÜL: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hz. Ali'ye verdiği beyaz at. DÜSTÛR: Kânun, kaide, kural, esas.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 09:57 PM | #6 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (E)
________________________________________ EAMM: Daha geniş, pek şümullü, en umumî. EÂZIM: Büyükler, ulu kişiler. EB: Baba, ata. EBB: Kuru ot, taze ot. Mera, otlak, çayır. EBEDÂ: Ebedî olarak, ebediyyen. EBEDÎ: Devamı, sonu olmayan. Ezelînin zıddı. EBED-ŞÜMÛL: Ebedî içine alan. EBEVEYN: Ana-baba. EBRÂR: İyiler. EBSÂR: "Basar"ın çoğulu. Gözler, görme hassaları. EBTER: 1. Eksik, tamamlanmamış. 2. Dölsüz, çocuğu olmayan kimse. EBU'L-BEŞER: İnsanlığın atası. Hz. Âdem. EBU'L-HAYR: İyilik babası. ECÂNÎB: Ecnebîler, yabancılar. ECEL-İ KAZÂ: Tehlikeye uğramak suretiyle gelen ecel. ECEL-İ MÜSEMMÂ: Allah tarafından tayin edilmiş ömrün sonunda gelen ecel. ECİR: 1. Karşılık, ücret. 2. İyi bir amelin karşılığı olarak verilen manevî mükâfat. ECR U MESUBÂT: Karşılık ve mükâfat. İyi amele karşılık Allah tarafından ahirette verilen sevap. ECR U SAVÂB: Yapılan bir şeyin karşılığı olarak verilen ücret ve sevab. ECR: Yapılan bir iş karşılığında verilen ücret. ECRÂM U ECSÂM: Cansız varlıklar ve cisimler. ECRÂM-I SEMÂVİYYE: Gök cisimleri, yıldızlar. ECSÂM-I MUHTELİFE: Muhtelif cisimler. ECSÂM-I SAKÎLE: Ağır cisimler. ECSÂM-I SELÂSE NAZARİYESİ: Üç cisim nazariyesi. ECZÂ: Cüzler. 1. Eczacılıkta kullanılan maddeler. 2. Bir kitabın parçaları. Kur'ân-ı Kerim'in cüzleri. EDÂ: 1. Ödeme, verme. 2. Zamanında yerine getirme. 3. Tarz, üslûp. EDÂ-İ EMANET: Emaneti yerine getirme. EDAT: 1. Kendi kendine anlamı olmayıp isim ve fiillere katılarak anlam gösteren kelime. 2 Âlet. EDEB-İ KUTSÎ: Kutsî edeb, iyi ahlâk. EDEB-İ UBUDİYYET: Kulluk edebi. EDGÂS U AHLÂM: Karışık rüyalar. EDİLLE: Deliller. EDİLLE-İ AKLİYYE: Aklî deliller. EDİLLE-İ HAKK: Hak deliller, gerçek deliller. EDİLLE-İ KÂTIA: Kesin deliller. EDİLLE-İ ŞER'İYYE: Şer'î deliller; Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadan ibaret dört delil. EDİLLE-İİ İLMİYYE: İlmî deliler. EDNÂ: Pek aşağı, en alçak. EDVÂR: Devirler, çağlar. EDYÂN-I BÂTILA: Bâtıl dinler. Hak olmayan dinler. EDYÂN-I MÜNZELE: Allah tarafından gösterilen dinler. EDYÂN-I SEMAVİYYE: Semavî dinler. Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâm dinleri. EF'ÂL: Fiiller, işler. EF'ÂL-i İBÂD: Kulların işleri. EF'ÂL-İ KULÛB: Kalbin işleri, kalbe doğan çeşitli duygu ve düşünceler. Arapça'da kalbî fiiller (bilmek, görmek gibi) EFDÂL: Daha faziletli, en faziletli. EFLÂK: 1. Felekler, gökler. 2. Her gezegene ait gök tabakaları. EFRADINI CÂMİ AĞYÂRINI MANİ: Kendisine ait olanları toplayan, olmayanları dışarda bırakan. EFSANE: Masal, destan, mitoloji. EHAD: Bir, tek. Allah'ın sıfatlarından. EHÂDÎS-İ ŞERİFE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in söz, hareket ve ikrarlarından meydana gelen hadis-i şerifler. EHADİYYET: Birlik. Allah'ın her bir şeyde kendilerine ait sıfatı. Her şeyde birliğinin tecellisi. EHAKK: Çok haklı, daha haklı. EHASS: 1. En has, en özel. 2. En bayağı. EHASS-I MAKSAT: En özel maksat. EHL U İYÂL: Bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu aile efradı ve diğer kimseler. EHL: 1. Sahip, malik, 2. Maharetli, usta. 3. Bİr yerde oturan. 4. Karıkocadan herbiri. EHL-İ BEYT: Hz. Muhammed (s.a.v)'in ailesi, hane halkı, (Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin) EHL-İ BİD'AD: Dinde olmadığı halde sonradan çıkan şeylere uyanlar. EHL-İ DİRÂYET: Zeka, bilgi, tecrübe ehli. EHL-İ EHVÂ: Heva ehli, arzu ve isteklerine tabi olanlar. EHL-İ İCTİHAD: Müctehid olan kişi, içtihad ehli. EHL-İ İMAN: İman ehli. EHL-İ İNSÂF: Merhametli, adil olanlar. EHL-İ KARYE: Köylü, köy halkı. EHL-İ KİTAP: Allah'ın gönderdiği kitaplara inananlar. Terim olarak yahudiler ve hıristiyanlar. EHL-İ KÜFR: İnkârcılar. EHL-İ SALİB: Haçlılar, hıristiyanlar. EHL-İ SUFFE: Suffe ehli ki bunlar, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin sofasında kalırlar ve burada Hz. Peygamber'den dni öğrenirlerdi. EHL-İ SÜNNET: Hz Muhammed (s.a.v.)'in yolunda gidenler, sün-nîler. EHL-İ ZİMMET: İslâm devletinin himaye ve tabiiyyetinde bulunan hıristiyanlar. EHLULLÂH: Allah'a itaat eden, Allah'ın sevdiği kimse, velî. EHREMEN: Zerdüştîlerin inandıkları, kötülük ve karanlık tanrısı, şeytan, dev. EHVEN-İ SIRREYN: İki gizliden en zararsızı. EHVEN-İ ŞERR: Şerrin en hafif olanı. EİMME: İmamlar. EKÂLİM: İklimler, memleketler, ülkeler. EKALLİYET: Azınlık, azlık. EKÂNİM-İ SELÂSE: Hıristiyanların baba, oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ten oluştuğuna inandıkları Allah. Allah, İsa, Ruhu'l-Kudüs üçlüsü. EKBER: En büyük. EKL: Yemek. EKMEL: En mükemmel, eksiği olmayan, en olgun. EKREMÜ'L-EKREMÎN: Cömertlerin en cömerdi. Çok kerim, çok cömert olan Allah. ELFÂZ: Sözler. ELFÂZ-I GARÎBE: Şaşılacak, tuhaf sözler. EL-FURKAN: Kur'ân-ı Kerim. EL-HAKK: 1. Gerçeğin ta kendisi, tam doğrusu. 2. Allah. ELHÂN: Nağmeler, besteler. ELHÂN-I TAYYİBE: Güzel nağmeler, güzel sesler. EL-HÜDÂ: Hidayet, Kur'ân-ı Kerim. ELVÂH: Levhalar, tablolar. ELVÂN: Renkler, çeşitler. EL-YEVM: Bugün. EMÂN: 1. Eminlik, korkusuzluk. 2. Aman dileme. 3. Şikayet. 4. Rica. EMÂNET-İ İLÂHİYYE: İlâhî emanetler. EMİR, EMR: Buyruk. EMN: Eminlik, korkusuzluk. EMNİYYET-İ KÂMİLE: Tam güven, tam itimat. EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER: Dinin iyi gördüğü şeyleri emretmek ve kötü gördüğünden sakındırmak. EMR-İ Bİ'L-MA'RUF: İyiliği emretmek. EMSİLE: Misaller, örnekler. EN'ÂM: Davar, koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar. ENBİYA: Peygamberler, nebîler. ENE: Ben, benlik. ENE'L-HAKK: "Ben hakkım" anl***** gelen ve ilk defa Hallac-ı Mansûr tarafından söylenen söz. ENFÂL: "Nefel"in çoğulu. Harpte düşmandan alınan mallar, ganimetler. Kur'ân-ı Kerim'in 8. Sûresi. ENFÜS: "Nefs"in çoğulu. Canlar, ruhlar. ENFÜSÎ: Nefsî, nefiste meydana gelen, ferdî zihne ait bulunan, subjektif. ENSÂR: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Medineli arkadaşlarından olan ve muhacirlere yardım eden ashabı. ENVÂ: Türler, çeşitler. ENVÂ-I VÂHİDE: Bir çeşitten olma. ERBÂB-I HALL-U AKD: Halife seçmeye yetkili olan kişiler. Medine halkının ileri gelenleri. ERBÂB-I HASENAT: İyilik sahipleri. ERCAH: Daha üstün, en üstün. ERDÂN: "Beden"in çoğulu. Cisimler, vücutlar, gövdeler. ERHÂM: 1. Kadınlardaki çocuk yatağı, rahimler. 2. Akrabalar. ERHAM: Çok merhametli, çok acıyan. ERKÂN: Rükunlar, esaslar, direkler, üniteler, bölümler. ERVÂH: Ruhlar. ERVÂH-I HABÎSE: Kötü ruhlar. ERZEL-İ ÖMÜR: İhtiyarlığın sonları, bunaklık günleri. ESAHH: Çok sahih, en doğru. ESÂTİR: Efsaneler, masallar. ESATÎR-İ EVVELÎN: Eskilerin masalları. ESBÂB: Sebepler. ESFEL-İ SÂFİLÎN: Cehennemin en alt tabakası, aşağının aşağısı. ESHÂB VE ETBA: Sahabeler ve tabiin. ESHÂB: Mümin olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)'i gören ve mümin olarak ölen müslümanlar. (Bak: ASHAB) ESHÂB-I EYKE: Şuayb Peygamberin gönderildiği kavim. ESHÂB-I HİCR: Salih Peygamberin gönderildiği kavim. ESLÂF: "Selef"in çoğulu. Eskiler, yerlerine geçilmiş kimseler. ESLÂF-I MÜFESSİRÎN: Eski müfessirler, geçmiş müfessirler. ESLAH: En salih, en iyi, en uygun. ESMÂ: Adlar, isimler. ESMÂÜ'-HÜSNÂ: Allah'ın güzel isim ve sıfatları. EŞBÂH: Benzeyenler, nazirler. EŞCÂR: "Şecer"in çoğulu. Ağaçlar. EŞHURU'L-HAC: Hac ayları. Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününden ibaret olan cem'an 70 gün İslâm'dan önce de Araplar bu günlerde Kâbe'yi ziyaret ederlerdi. EŞHURU'L-HURUM: Haram aylar. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları. İslâm'dan önce Araplar bu aylarda savaş yapmayı haram sayarlardı. EŞRÂF: Soylulular, şerefliler. EŞRÂR: Şerliler, kötüler. EŞRÂT-I SAAT: Kıyamet alâmet-leri. ETFÂL: Çocuklar. EVÂMİR U NEVÂHÎ: Emirler ve yasaklar. EVÂMİR-İ CİHÂD: Cihad emirleri. EVÂMİR-İ İLÂHİYYE: İlâhî emirler. EVÂMİR-İ SÂBIKA: Eski emirler. EVHÂM: Vehimler ve hayaller. Kuruntular ve gerçek dışı şeyler. EVLÂ VE EFDÂL: Daha iyi ve daha faziletli. EVLÂ VE ESLÂH: En iyi ve en uygun. EVLÂ: Birinci, başta gelen. En iyi. EVLİYA: "Velî"nin çoğulu. Allah'ın ermiş kulları. EVLİYÂ-YI UMÛR: İş başında olan kimseler. EVSÂF U ŞERÂİT: Vasıflar ve şartlar. EVSAF: Vasıflar, özellikler. EVSAT: Orta. EVVEL U ÂHİR: Önce ve sonra. EVVELEN: Evvelâ, birinci olarak. EYTÂM VE ERÂMİL: Yetimler ve dullar. EYYÂM EN MA'LÛMAT: Bilinen günler. EYYÂM: Günler. EYYÂM-I MA'DÛDÂT: Sayılı günler; Ramazan ayının bütün günleri. EYYÂM-I NAHR: Kurban Bayramı'nın ilk üç günü. EYYÂM-I TEŞRİK (Eyyâmü't-teşrik): Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün. EZELİYET: Başlangıcı olmama. Ezeliyeti Müş'ir: Başlangıcı bildiren. EZMÂN: Zamanlar, vakitler. EZMİNE: Zamanlar, çağlar. EZ-ZİKR: Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 09:58 PM | #7 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (F)
________________________________________ FÂCİR: 1. Fücûr sahibi, fena huylu. günahkâr. FÂDIL-FÂZIL: Faziletli, fazilet sahibi, erdemli. FADL-FAZL: İyilik, fazilet, erdem. FAHR: Övgü, şeref, böbürlenme. FAHR-İ KÂİNAT: Kâinatın övgüsü, şerefi; Hz. Peygamber (s.a.v.) FAHŞÂ: 1. Meşru olmayan cinsel ilişki, fuhuş. 2. Zekatı az verme, tamahkârlık. 3. Akla ve ahlâka uygun olmayan söz ve iş. FÂİL: 1. İşleyen, yapan. 2. Te'sirli, etkili. FÂİL-İ MUHTAR: İstediğini yapmakta serbest olan. FAKR: Fakirlik, yoksulluk, züğürtlük. FÂRİĞ: 1. Vazgeçmiş, çekilmiş. 2. Rahat, âsûde. 3. Boş, işini bitirmiş, işsiz. FARÎZA: 1. Allah'ın emri, farz, vacip, gerek, vazife. 2. Mirasçılardan her birine şer'an düşen hisse, pay. FART-I İZDİHAM: Fazla kalabalık. FÂRUK: Haklıyı haksızı ayırmakta pek mahir olan. Hz. Ömer'in sıfatlarından biri. FARZ: 1. İslâmiyette mazeret olmadıkça yapılması mecburi olan, terkedilmesi günah sayılan Tanrı buyruğu. 2. Zarurî, lüzumlu. FARZ-I AYN: Kişinin bizzat yapması gereken farz. Herkese farz olan. FARZ-I KİFÂYE: Bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olan farz. Cenaze namazı gibi. FASÂHAT: Güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme kabiliyeti. FÂSIK: Allah'ın emirlerini tanımayan, günah işleyen. FÂSILA: 1. Aralık, ara, bölme. 2. Ayıran, bölen, Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin sonları. FÂSİD-FÂSİDE: 1. Kötü, fena, yanlış, bozuk. 2. Münafık, fesad çıkaran. FASL: 1. Ayrıntı, ayırma, kesinti, bölüm. 2. Halletme, neticelendirme, kesip atma. FÂTIR: Yaratan, yaratıcı. FAZÂİL: İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye karşı devamlı ve değişmez istidatlar, güzel huylar. FAZİLET: İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye olan devamlı ve değişmez istidat, güzel vasıf, iyi huy, erdem. FAZL U İHSÂN: Cömertlik ve bağışta bulunmak. FAZL U KEREM: Bilginlere, faziletli kişilere yaraşır olgunluk ve cömertlik. FAZL U RAHMET: Faziletli kişinin lütfu, merhameti ve acıması. FAZL: 1. Fazla, ziyade, artık, bâki. 2. Fazlalık, üstünlük. FAZL-I AZÎM: Büyük değer, temelde var olan büyük meziyet. FEBİHÂ: Ne alâ, ne güzel. FECR: Fecir; sabaha karşı güneş doğmadan önce, ufkun aydınlığı, tan yerinin ağarması. FECR-İ SADIK: (Hakiki fecir) şafak sökme. FEDA: 1. Gözden çıkarma, uğruna verme. 2. Kurban. FEHVÂ: Mânâ, anlam, mefhum, kavram, hüküm. FELÂH: Kurtuluş, selâmet, onma, mutluluk, kutluluk. FELÂK: 1. Tan zamanı. 2. Sabah aydınlığı. FELÂSİFE: Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar, âlimler, bilginler. FELEK: 1. Gökyüzü, sema. 2. Âlem, dünya. 3. Talih, kader. FELEKİYYÂT: Gök ve heyet ilmine ait şeyler, astronomik. FENA: 1. Yok olma, yokluk. "Beka"nın zıddı. (Tasavvufta maddî varlıktan sıyrılıp hakka ulaşma). 2. İyi olmayan, kötü. FERÂŞE: Pervane (gece kelebeği). FERC: 1. Aralık, yarık, çatlak. 2. Dişilerde üreme organı, avret. FERİK: 1. İnsan topluluğu, cemaat. 2. Askerî kolordu kumandanı. 3. Körpe, buğday tanesinin yarı olgunu, firik. FERMAN: Emir, buyruk, padişah tarafından verilen yazılı emir. FERMAN-I İLÂHÎ: Allah buyruğu. FERŞ: 1. Döşeme, yayma. 2. Yayılan şey. 3. Seccade, hasır, 4. Yeryüzü, kır, sahra. FESAD: Fenalık, kötülük, arabozuculuk. Kargaşalık, karışıklık. FESH: Bozma, bozulma, dağıtma, dağılma, yürürlükten kalkma. FETÂNET: Fatinlik, zihin açıklığı, zihnin yaratılıştan bir şeyi çabuk ve iyi anlamak hususundaki istidadı, zeyreklik. FETH: 1. Açma, açılma. 2. Bir yeri savaşla ele geçirme. FETH-İ MÜBİN: Açık ve parlak zafer. FETİŞ: Sahibine uğur getirdiğine ve tabiatüstü özellikler taşıdığına inanılan nesne veya hayvan. FETRET: 1. İki peygamber veya padişah arasında peygambersiz veya padişahsız geçen zaman. 2. İki vakıa arasındaki zaman. FETTAH: 1. Zafer kazanmış, üstün gelmiş. 2. Fetheden, açan. 3. Kullarının kapalı işlerini açan, Cenab-ı Hakk. FETTAN: 1. Fitne ve fesada teşvik eden, ayartan. 2. Cazibeli, gönül alıcı, oynak kadın. FEVÂHİŞ: 1. Kötülükler. 2. Fahişeler, *****ler. FEVÂİD: Faydalar, menfaatler, kârlar, kazançlar. FEVC: Bölük, takım, cemaat. FEVERAN: 1. Kaynama, galeyân etme. 2. Damar, vurma, su fışkırtma. FEVK: Üst, üst taraf, yukarı (maddî-manevî) FEVKALÂDE: Âdetin üstünde, duyulmadık, görülmedik, olağanüstü. FEVKA'L-BEŞER: İnsanüstü. FEVKA'T-TABİA: Tabiatüstü. FEVREN: Çarçabuk, birden bire. FEVT: 1. Bir daha ele geçmemek üzere kaybetmek, elden çıkarma, kaçırma, 2. Ölüm. FEVZ: Galiplik, zafer, üstünlük, selamet, kurtuluş. FEVZ-İ AZÎM: Büyük kurtuluş, büyük selamet, büyük başarı. FEY': Savaşta elde edilen mal ve ganimet. FEY'ÜZ GANÂİM: Savaşta elde edilen mallar ve ganimetler. FEYYAZ: Feyiz, bereket ve bolluk veren. Allah. FEYZ: 1. Suyun taşıp akması. 2. Bolluk, fazlalık, gürlük. 3. İlim, irfan. FEZÂ': Korkma, dayanamama, ümitsizlik. FEZÂ: Uzay; ucu bucağı bulunmayan boşluk, kâinatın sonsuz genişliği. FEZÂİL: Faziletler, meziyetler, üstün özellikler. FEZÂİL-İ MÜTENEVVİA: Türlü hüner, marifet ve meziyetler. FEZLEKE: Hülâsa, netice, özet. FIKH-I HANEFİ: Hanefî fıkhı. FIKH-I İSLÂM: İslâm fıkhı. FIKIH-FIKH: 1. Bir şeyi anlayıp bilme, 2. Şeriat ilmi, şeriatın usül ve hükümleri, amelî ve şer'î meseleler bilgisi. Hukuk bilgisi. FIRAK: 1. Tümenler, alaylar, bölükler. 2. Partiler. 3. Takımlar, kalabalıklar, ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılan mezhepler. FIRAK-I İSLÂMİYYE: İslâm fırkaları, mezhepleri. FIRKA: 1. İnsan kalabalığı grubu. 2. Tümen. FIRKA-İ NÂCİYYE: Selâmet yolunu bulmuş, müslüman grubu. FISK U FÜCÛR: Sefahet ve günaha batma. FISK: 1. Hak yolundan çıkmak, Allah'a karşı isyan etmek. 2. Sefahete dalma, ahlâksızlık, gü-nahkârlık. FITRA: Fitre: Ramazan'da bölünmeden verilmesi şer'ân vacip olan fıtr, sadaka. FITRAT: Yaratılış, huy, tabiat, mizaç. FITRAT-I MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in huyu, yaratılışı. FÎ EMRİLLÂH: Allah'ın emrinde. FÎ SEBİLİLLAH: Allah yolunda, karşılık beklemeksizin. FÎ: 1. İçinde - de. 2. Tarih bildirir. FİDÂ: Bir esiri kurtarmak için verilen şey, fidye. FİDYE: Can kurtarma karşılığı verilen akçe vesaire. FİİL-Fİ'L: 1. İş, kâr, amel, zamanla ilgili olup mânâya yol açan kelime. 2. Eylem. FİKR: 1. Fikir, düşünce. 2. İdrak, 3. Zihin, akıl. 4. Hatır. Fİ'L-İ HAKİKİ: Gerçek eylem, hakiki fiil. Fİ'L-İ İHTİYÂRİ: Yapılıp yapılmaması insanın kendi seçimine bağlı olan fiil. Fİ'L-İ KAVLÎ: Kavli fiil, sözle yapılan eylem. FİRÂK: 1. Ayrılık, ayrılma. 2. Hüzün, keder, sıkıntı. FİRÂSET: 1. Anlayışlı, çabuk seziş, 2. Binicilik, at yetiştirme bilgisi. 3. Yiğitlik, mertlik. FİRÂŞ: Döşek, yatak, şilte, hasır, halı. FİR'AVN: Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen ünvan. 2. Tanrılık iddiasında bulunduğu için Hz. Musa'nın mücadele ettiği Mısır hükümdarı. 3. Çok kibirli, gururlu ve inat adam, Firavn. FUAD: Kalp, yürek, gönül. FUHŞ: 1. Haddini aşma. 2. Kötülük, namusa aykırı hareket. FUHŞ-U KELÂM: Edep ve terbiye dışı söz. FUKAHÂ (Fakih): Fakihler, İslâm hukukçuları, Fıkıh âlimleri. FUKARA: Fakirler, yoksullar. FUKARA-İ MÜSLİMÎN: Müslüman fakirler. FUKARA-İ SÂBİRİN: Sabreden, dayanan, oruç açmayan fakirler. FURKAN: 1. Hak ile batılı ayırmak, iyi ile kötüyü ayırd etmek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri. FUSÛL: 1. Fasıllar, mevsimler. 2. Bölümler, kısımlar. FÜLÂN: Belirsiz bir şey, filan. FÜNÛN: 1. Nev'iler, çeşitler, sınıflar, tabakalar. 2. Hünerler, sanatlar, ilimler, fenler. FÜNÛN-I TABİİYYE: Tabiat ilminin çeşitleri. FÜRS Ü RÛM: İran ve Anadolu. FÜRS: 1. Farslılar, Fars milleti. 2. Eski İran. FÜRÛ': Dallar, budaklar, ayrıntılar. FÜTUHÂT: Fetihler, zaferler. FÜTÛR: Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, endişe.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 09:59 PM | #8 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (G)
________________________________________ GADDÂR: Hain, zalim. GÂDİR: Gadreden, hıyanet eden, fenalık eden. GADR: Hainlik, vefasızlık, zulüm, merhametsizlik, haksızlık. GAFLET: Gafillik, boş bulunma, dalgınlık, ihtiyatsızlık. GAFÛR: Çok bağışlayan, çok affeden. (Allah'ın adlarından biri) GAİT: 1. İnsan pisliği, necaset, 2. Çukur yer, düz ve geniş yer. GALAT: Yanlış, yanılma. GALEBE-İ İLMİYYE: İlmî üstünlük. GALÎZ: Çirkin, terbiye dışı, kaba, ağır. GALLE: 1. Gelir, varidat, küçük kasa. 2. Zahire, mahsul, ekin. GAMGÜSÂR: Gam ve kederi def eden, teselli veren. GAMMAZ: "Gamz"dan. İftiracı, fitne koğucu. Birine iftira ederek zarar veren kimse. GAMZE: 1. Göz kırpma, gözle işaret, Nâz ile bakma, süzgün bakış. 2. Çene veya yanak çukurluğu. GANÎ: 1. Zengin, 2. Muhtaç olmayan. 3. Bol, fazla. GANÎMET: Savaşta düşmandan alınan mal. GÂR: Mağara. GARAM: Aşk, sevda, şiddetli arzu. GARANİK OLAYI: (Bak: Necm Sûresi) GARAZ: Maksat, gaye, niyet. GÂR-İ HIRA: Hıra mağarası. GARÎZA: Yaratılıştan olan, huy. GARK: Batmak, suda boğulmak. GARÛR: Aldatan, aldatıcı. GÂSIK: Gece, karanlık. GAYB: 1. Gizli olan, gözle görülmeyen şey. 2. Belirsiz, bilinmeyen şey. GAYBET (Gıybet): 1. Kaybolma. 2. Aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, çekiştirme dedikodu yapma. GÂYETÜ'L-GÂYE: En son derecede, hedeflenen son amaç. GAYR-İ FITRÎ: Fıtrî olmayan. Doğuştan olmayan. GAYR-İ MUNSARİF: Cerr ve tenvin kabul etmeyen isim. GAYR-İ MÜSLİM: Müslüman olmayan. GAYZ U KÎN: Hiddet ve kin. GAYZ: Hiddet, öfke, hınç. GAZA: Din uğrunda kâfirlere karşı yapılan savaş, cihad. GILAF: Kılıç, kın, muhafaza. GILL U GIŞŞ: Şüphe ve tereddüt, kararsızlık. Kin ve hile. Hiyanet ve düşmanlık. GILMÂN: Hizmet gören delikanlılar. Köleler, esirler. GITÂ: Örtü, örtülecek şey. GİL: Kil, çamur, balçık. GİRÂN: 1. Ağır, sakil. 2. Fenâ, kokmuş. 3. Bıktırıcı, usandırıcı. GİRİFTÂR: 1. Tutulmuş, esir, yakalanmış. 2. Düşkün. GİRİZGÂH: 1. Kaçacak yer, melce, 2. Giriş. GUBÂR: Toz. GUBÂR-ÂVER: Toz götüren. Tozkoparan. GUBÂR-I HÜZÜN: Üzüntü dalgası, üzüntü tozları. GUFRAN: Mağfiret, bağış. GULŞEN U GÜLZÂR: Gül bahçesi ve gül tarlası. GUNNE: Şeddeli "nun" ile şeddeli "mim"in teğanni ile okunması. GURBET: 1. Gariplik, yabancılık. 2. Yabancı memleket, yabancı diyar, vatan dışı, yâdel. GURFE: Oda, çadır, çardak, cumba. GURRE: 1. Parlaklık, aklık. 2. Atın alnındaki beyazlık. 3. Arabi ayın ilk günü. GURUB: Batma, batış. GURUB-İ ŞEMS: Güneşin batışı. GUZÂT: Gâziler. Düşmanla savaşmış İslâm askerleri. GÜRÛH: Cemaat, bölük, takım, topluluk, çete.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 10:00 PM | #9 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (H)
________________________________________ HABÂİS: Kötülükler, kötü şeyler. HABÂSET: Kötülük, alçaklık, fenalık. HABB-HABBE: 1. Tane, tohum, 2. Parça. HABER-İ SÂDIK: 1. Doğru haber. 2. Peygamberimizin sözü, hadis. HABÎB: Sevgili, dost. HABİB-İ HÜDÂ: (Hüdâ'nın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.). HABÎB-İ KİBRİYA: Kibriyanın sevgilisi. Hz. Muhammed (s.a.v.). HABİBULLAH: (Allah'ın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.). HABÎS: Kötü, alçak, pis. HABL: İp, urgan, halat. HABLÜ'L-METİN: Sağlam ip. İslâ-miyet, Kur'ân-ı Kerim. HABT: İptal etme, bozma, bozulma. HACALET: Utanma, utangaçlıkla şaşırma. HACCAC: 1. Irak valisi olup, müslümanlara zulmeden Yusuf bin Sakifî'nin ünvanı. 2. Delil ile galip olan. HÂCET: İhtiyaç, gereklilik.DEF-İ HÂCET: Abdest bozma.ARZ-I HÂCET: Eksiğini, isteğini bildirme. HACR: 1. Men etme, yasak etme. 2. Kucak, oğuş, himaye. HACR-I TAHRÎM: Haramı yasaklamak. HADD: 1. Sınır. 2. Gerçek değer. 3. Şeriatçe verilen ceza. HADD-İ TAM: Tam sınırında, derecesinde, kıvamında. HADES: 1. Yeni olma, sonradan olma. 2. Abdesti tazelemeyi gerektiren şey, manevî pislik. HÂDİ: 1. Hud'a yapan, hileci, aldatıcı. 2. Fena, bozuk. HÂDÎ: Hidayet eden, doğru yolu gösteren, mürşit. HADİS: Peygamberimizin sözü. HÂDİSÂT: Yeni olan şeyler, olaylar. HÂDİSÂT-I ACÎBE: Şaşılacak, garib olaylar. HÂDİSE: Yeni olan, sonradan olan şey, olay. HADİS-İ KUDSÎ: Mânâsı Allah tarafından vahyedilen, lafzı Peygamberimize ait hadis. HAFA: Gizlilik, kapalılık. HAFAYA: Gizli şeyler, sırlar. HAFAZA: 1. Muhafızlar, koruyucular, bekçiler. 2. Koruyucu melekler. HÂK İLE YEKSAN: Toprakla bir yıkık, harap, yerle bir. HÂK: Toprak. HAKAİK: Hakikatler, gerçekler. HAKAİK-İ SÂBİTE: Değişmez hakikatler. HAKAMEYN: İki hakem: Sıffîn vak'asında Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında hakem seçilen Amr b. Âs ile Ebu Musa el-Eş'arî. HAKAYIK: Hakikatler, gerçekler. HAKEM: Bir işte karar vermeye yetkili kişi. HAKÎKAT: 1. Bir şeyin aslı, mahiyeti. 2. Gerçek, doğru. 3. Sadakat kadirbilirlik. Sözlük anlamıyla söylenen söz. HAKÎM: 1. Âlim, bilgin. 2. Doktor. 3. Hikmeti bilen, filozof. (Allah'ın isimlerinden) HÂKİM: Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan. HAKÎM-İ MUTLAK: Allah.KİTAB-I HAKÎM: Kur'ân. HÂKİMİYET: Hakimlik, üstünlük, egemenlik. HAKİR: İtibarsız, değersiz, önemsiz. HAKK: Doğruluk, insaf, hak. (Allah'ın isimlerinden biri) HAKK-I MÜDAFAA: Savunma hakkı. HAKK-I MÜKTESEB: Elde edilmiş hak. HAKK-I ŞİRB: İçme, hayvan veya tarla için su olma hakkı. HAKKU'L-YAKÎN (HAKKE'L-YAKÎN): Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak. HAKŞİNASLIK: Doğruyu, hakkı tanımak. HALÂL: 1. Dostluk. 2. İki nesne arası açık olmak. HALÂS: Kurtulma, kurtuluş. HALASKÂR: Kurtarıcı. HALÂVET: 1. Tatlılık, şirinlik. 2. Zevk. HALEF: Birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse, ardıl. HALET: Hal, suret, keyfiyet. HALET-İ İHTİZAR: Can çekişme hali, sakınılacak hal. HALET-İ NEZİ': Ölüm hali, sekarat-ı mevt. HALF: Yemin etmek. HALHAL: Kadınların ayak bileklerine taktıkları altın veya gümüş halka, ayak bileziği. HÂLIK: Yaratan, yaratıcı. (Allah'ın isimlerinden) HALÎL: 1. Dost. 2. Zevc, koca. HALÎME: Yumuşak huylu kadın. (Peygamberimizin süt annesinin adı) HÂLİS: Hilesiz, katkısız, duru. HALK: Yaratma, yaratılma. HALK-I CEDÎD: Yeniden yaratılış. HALK-I DÜ CİHAN: İki cihanın halkı, ölüler ve diriler. HALT: 1. Karıştırma. 2. Uygunsuz söz söyleme. HALVET: 1. Yalnız kalma, tenhaya çekilme. 2. Tenha yer, ibadet için tenha hücre. HÂM: Çiğ, olmamış. HAM: Eğri, bükülmüş. HAMD Ü ŞÜKRAN: Allah'ı minnet ve şükranla övme. HAMD: 1. Övgü, medh. 2. Allah'a şükran hislerini bildirmek. HAME: 1. Yük. 2. Ana karnındaki çocuk. HAME: Balçık, çamur HAMEİN MESNUN: Değişken balçık. HÂMÎ: Himaye eden, koruyucu. HAMÎD: Allah'ın adlarından. HÂMİD: Hamd eden, şükreden. (Hz. Muhammed (s.a.v.)'in lakabı.) HAMİE: Balçıklı, çamurlu. HÂMİL: 1. Yüklü. 2. Gebe. HÂMİLE: Gebe kadın. HÂMİŞ: Mektubun altına ilave edilen yazı, hâşiye, dipnot. HAMR: Şarap. HAMÛLE: 1. Yük. 2. Gemi yükü. HANEDAN: Kökten asîl ve büyük aile, ocak. HANİF: İslâmiyetten önce Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim dinine bağlı olan kimse. HÂRÂBAT: Harabeler, viraneler, meyhaneler. (Ziya Paşa'nın meşhur antolojisi). HARABE: Şehir ve ev yıkıntısı, virane. HARBÎ: 1. Harble ilgili. 2. Savaş yerinde bulunan ve müslüman olmayan kimse. 3. Anlaşma yapılmamış düşman. 4. Tüfek doldurma âleti. HAREC: 1. Darlık, sıkıntı, zorluk. 2. Günah. HAREM: 1. Girilmesi serbest olmayan yer. 2. İhrama girilen yerden itibaren Kâbe'ye doğru olan kısım. HAREM-İ ŞERİF: Kâbe ve civarı. HARİKULÂDE: Olağanüstü, eşi görülmemiş. HARS: 1. Tarla sürmek. 2. Yarmak. 3. Ekin, kültür. HASÂNET: Bir bina veya yapının sağlamlığı. HASB: Göre, nazaran, gereğince. HASBE: Kızamık hastalığı. HASBE'L-ÂDE: Âdet gereği, alışıldığı gibi. HASBE'L-BEŞERİYE: İnsanlık gereği. HASBETEN LİLLAH: Allah rızası için. HASEB: Baba tarafından gelen soyluluk, asalet. HASED: Haset, kıskançlık, çekememezlik. HASENÂT: İyilikler, güzel işler. HASENE: İyilik, güzel iş. HASF: Yere batma, ışığı sönme. HÂSIL: Husûle gelen, peyda olan, çıkan, üreyen. HÂSILA: Bir işten elde edilen sonuç. HÂSIL-I KELAM: Sözün özeti. HÂSİD: Haset edilen, kıskanç. HÂSİR: 1. Hasret çeken, mer***** kavuşamayan. 2. Zarar görmüş. HASÎS: 1. Nekes, cimri. 2. Alçak, değersiz. HASLET: Tabiat, huy, yaratılış. HASR: 1. Sıkıştırma. 2. Etrafını çevirme, mahsus kılma, tahsis etme. HASR-I EVKAT: Bütün vakitlerini o işe verme. HASR-I NEFS: Kendini o işe adama. HASSA ORDUSU: Hükümdarın kendine mahsus ordusu. HÂSSE: Bir şeye mahsus olan kuvvet, duygu. HAŞERAT: 1. Küçük böcekler; Karınca, akrep, yılan gibi hayvancıklar. 2. Değersiz ve zararlı adamlar. HAŞÎN: Katı, sert, kırıcı, kaba. HÂŞİR: Toplayan, bir araya getiren. HAŞİYE: Dipnot. HAŞR Ü NEŞR: Toplayıp dağılma, haşir neşir. HAŞR: 1. Toplama. 2. Ölüleri diriltip mahşere çıkarma. 3. Kur'ân'-ın 59. sûresi. HAŞYETULLAH: Allah korkusu. HATA: 1. Yanlış, yanılma. 2. Günah. HÂTEM: Mühür. HATEMÜ'L-ENBİYA: Peygamberlerin sonuncusu: Hz. Muhammed (s.a.v.). HÂTİM: 1. Mühürleyen, mühürleyici. 2. Bitiren, sona erdiren. HÂTİME: Son, nihayet. HATT: 1. Çizgi. 2. Satır. 3. Yazı. HATT-I KUR'ÂN: Kur'ân yazısı. HAVÂİC: İhtiyaçlar. HAVÂRİYYÛN: Hz. İsa'nın oniki kişiden ibaret olan ashabı. HAVASS: 1. Hasseler, duyular. 2. Muhterem ve seçkin kişiler. HAVASS-I HAMSE: Beş duyu. (Görme, tatma, işitme, dokunma, koklama) HAVÂYİC-İ ASLİYE: Aslî ihtiyaçlar. HAVF VE RECA: Korku ve ümit. HAVF: Korku, korkma. HÂVİ: İhtiva eden, içine alan, şâmil, içeren. HÂVİYE: Cehennemin yedinci katı, en şiddetli yeri. HAVL: 1. Sene, yıl. 2. Etraf, çevre. 3. Kuvvet, kudret. HAYA: 1. Utanma, sıkılma. 2. Ar, namus, edeb. 3. Günahtan kaçınma. HAYAT: Dirilik, canlılık. HAYAT-I BÂKİYE: Ölümsüz hayat. HAYAT-I BEŞER: İnsan hayatı. HAYAT-I FÂNİYE: Geçici hayat. HAYLİ: Oldukça. Epeyce. HAYR Ü ŞER: İyilik ve kötülük. HAYR: İyi, faydalı, hayırlı. HAYRET: Şaşma, şaşırma, ne yapacağını bilmeme. HAYRHAH: Hayır sahibi. HAYRÜ'L-BEŞER: İnsanların hayırlısı Hz. Muhammed. HAYRÜ'N-NÂS: İnsanların hayırlısı. HAYSİYYET: Şeref, onur, itibar, değer. HAYSİYYET-İ EBEDİYYE: Edebî itibar. HAYT: İplik, lif, tel. HAYT-İ ESVED: Siyah iplik, fecir zamanı yavaş yavaş silinen gecenin karanlığı. HAYTÜ'L-EBYAZ: Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı. HAYY: 1. Diri, canlı. 2. Allah'ın isimlerinden. HAYYE ALE'L-FELÂH: Toplanıp felaha gelin, haydin felaha. HAYYE ALE'S-SALAH: Toplanıp namaza gelin, haydin namaza. HAYYÜ'L-KAYYÜM: Her an diri olan, yöneten, düzenleyen. HAYZ VE NİFAS: Aybaşı hali ve lohusalık. HAYZ: Kadınlarda aybaşı hali akıntısı. HAZER: Sakınma, kaçınma, korunma, çekinme. HAZF: Aradan çıkarma, kaldırma, giderme, silme, gizli tutma. HÂZIRA: 1. Şehirli. 2. Bir yere yerleşmiş. 3. Medeni. HÂZIRÛN: 1. Meydanda, gözönünde olanlar. 2. Hazır olanlar. HAZÎNE: Hazine, devlet malının saklandığı yer. HEBA: 1. Toz, zerre. 2. Boş, nafile. HEBÂEN MENSÛRA: Boşuna harcanarak. HEDEF: Maksat, amaç. HEDER OLAN: Boşa giden. HEDER: Boşa gitme, yok yere giden şey. HEDİY: Beytullah için getirilen kurbanlar. HEDY: Harem-i şerife götürülen kurban. HELÂK: 1. Mahvolma, ölme. 2. Harcanma. 3. Çok yorulma. HEMŞİRE: Kız kardeş. HENDESE: Geometri. HERC Ü MERC: Alt üst, karmakarışık, allak bullak. HERDEM: Her zaman, daima. HEREM: 1. İhtiyarlama, kocama. 2. Mısır ehramlarından biri. HETK-İ HÜRMET: Saygının ortadan kalkması. Şer'an haram olanın bozulması. HEVÂ: 1. Heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma. 2. Nefsanî zevklere uyma. HEVÂ-İ NESÎM: Latif hava. Mâne-vî gıda. HEVAMM: 1. Böcekler, haşereler. 2. Yılan, pire, akrep gizli zararlı hayvanlar. HEVÂPEREST: Meşru olmayan lezzet ve heves peşinde olan. HEVDEC: Kadınların binmesi için deve üzerine yapılan küçük mahfel. HEY'ET: 1. Şekil, suret. 2. Görünüş. 3. Durum. HEY'ET-İ İCTİMAİYYE: Toplantı heyeti, sosyal durum. HEZL: 1. Eğlence, alay, şaka. 2. Latife. 3. Mizah. HIDK: Öç almak için kin besleme. HIFZ: Saklama, koruma, ezberleme. HIFZISSIHHA: Sağlığı koruma. HIKD: Kin tutma, öç almak için fırsat bekleme. HINZIR: 1. Domuz 2. Pis ve katı yürekli kimse. HIRMAN: Mahrumluk, ümitsizlik. HIRZ: 1. Sığınak. 2. Nazar boncuğu, nazar duası. 3. Tılsım. HISÂL: Huylar, mizaçlar, karekterler. HIŞM: Kızgınlık, öfke, gazap. HITBE: 1. Okunmuş. 2. Söz kesilmiş, nişanlı kız veya kadın. HIYAR: 1. Bir işi yapıp yapmamakta serbestlik, İslâm hukukunda alış-veriş hususunda muhayyerlik. 2. Hayırlılar, iyiler. HİBE: Bağışlama bağış. HİCAB: 1. Utanma, sıkılma. 2. Perde, hail, engel. HİCRÂN: 1. Ayrılık. 2. Unutulmaz acı keder. HİCRET: 1. Memleketten memlekete göç. 2. Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicreti, Miladın 622. senesi. HİCRET-İ SENİYYE-HİCRET-İ NEBEVİYYE: Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye göçü. HİCV: Birini şiirle yermek, gülünç hale koymak, alay etmek. HİCVİYYE: Hicv sözü veya yazısı, taşlama. HİDAYET: Hak yola, doğru yola erme. HİDAYET-İ İLÂHİYYE: İlâhî hidayet, Allah'ın doğru yola erdirmesi. HİKMET: 1. Hakimlik, bilgelik. 2. Sebep. 3. Felsefe. HİKMET-İ İLÂHİYYE: Allah'ın hikmeti, yalnız O'nun bileceği iş. HİKMET-İ TEŞRİ: Kanun yapma hikmeti. Allah'ın emir ve yasaklarında gözetilen Rabbanî incelikler. HİLAF: 1. Karşı, zıt. 2. Yalan. HİLÂFET: 1. Birinin yerini tutma. 2. Peygamberin vekilliği, halifelik. HİLÂFETEN: 1. Birinin yerine geçerek. 2. Halife olarak. HİLAF-I EDEB: Terbiye ve ahlâka aykırı. HİLÂL: Yeni ay. HİL'AT: Elbise, kaftan. HİL'AT-İ RİSALET: Peygamberlik elbisesi. HİLF: Yardımlaşma, ittifak, sözleşme. HİLKAT: 1. Yaratılış. 2. Tabiat. HİLKAT-İ ÂDEM: İlk insanın yaratılışı. HİLKAT-İ ARZ: Dünyanın yaratılışı. HİLL: 1. Hilal. 2. Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı. HİLM Ü HAYÂ: Yumuşaklık ve utanma duygusu. HİLM: Yumuşaklık, insanın tabiatında olan yumuşaklık duygusu. HÎN: An, zaman, vakit, sıra. HİRFET: Sanat, meslek. HİSAB: Hesap, saymak, aritmatik. HİSAL-HISAL: Huylar, tabiatlar. HİSAR: 1. Kuşatma, etrafını alma. 2. Etrafı istihkamlı kale, bent. HİSS: Duyma kuvveti, duygu. HİSSE: Pay, nasip. HİSSEDÂR: Pay, hisse sahibi. HİSS-İ KABLELVUKU: Önsezi. HİSSÎ: His ile, duygu ile ilgili, duygusal. HİSSİYYAT: Duygular, sezişler. HİTAB: Bir veya daha fazla kimselere söz söyleme, nutuk. HİTAB-I ÂM: Umuma hitap, bir topluluğa söyleme. HİTAB-I EZELÎ: Başlangıçsız, çok eski söz. HİTÂM: 1. Son, nihayet. 2. Bitme, tükenme. HİTÂN: 1. Sünnet, sünnet etme. 2. Duvarlar, engeller. HİZB-HİZİB: 1. Kısım, bölük. 2. Taraftar. 3. Kur'ân cüzünün dörtte biri. HOD BE HOD: Kendi kendine, kendi başına. HOD: 1. Kendi. 2. Baş zırhı. HODGÂM: Bencil, egoist, kendini beğenmiş. HUB: Güzel, hoş, iyi. HUBB: Sevgi, muhabbet. HUBB-İ DÜNYA: Dünya sevgisi. HUBS: 1. Pislik. 2. Kötülük. HUCCÂC: Hacılar. HUCCET-HÜCCET: 1. Vesika, delil, senet. 2. Tanınmış bilginlere verilen ünvan. HUD'A: Aldatma, oyun hile. HUDÂ: Allah, yaratıcı. HUDDAM: Hizmetçiler. HUDUD: Sınırlar, hudutlar. HUDÛS: Sonradan olma. HUFFAZ: Ezberleyiciler, Kur'ân'ı ezbere bilenler. HUKUK: 1. Haklar. 2. Hakikatler. 3. Kanunların verdiği hak. HULASA: Bir şeyin, bir sözün özü, özeti. HULÂSA-İ KELÂM: Sözün özeti. HULD AZABI: Ahiratteki ebedî azab. HULD: 1. Sonu olmayan. 2. Ebedî devamlı. HULF: Verdiği sözü tutmama, yemininde durmama. HULK: Huy, tabiat. HULKUM: Boğaz, gırtlak, ağızdan mideye giden yol. HULÛD: Ölmezlik, süreklilik, devamlılık.YEVM-İ HULÛD: Kıyamet günü. HULÛM: 1. Rüyalar, hülyalar. 2. Düş azması. HULÛS: Halislik, saflık, gönül temizliği. HULÛS-İ NİYET: Halis, samimi niyet. HUMS: Beşte bir. HÛN: 1. Kan, dem. 2. Öldürme, öc. HUNEFA': "Hanif"in çoğulu. Allah'ın birliğine inananlar, Hz. İbrahim dininden olanlar. HURAFAT: Aslı, esası olmayan sözler ve rivayetler, hurafeler. HURAFE: Uydurma hikâye ve rivayet. HURDE: Değersiz şey, kırıntı. HUREMAT - HURMÂT - HURUMAT: Haram olan şeyler, dince yasak olan şeyler. HURÎ: 1. Cennet kızı. 2. Sevgili. HURÛC: Çıkma, çıkış, dışarı çıkma.YEVM-İ HURÛC: Kıyamet günü. HURÛF: Harfler. HURÛF-İ HECA: Alfabe harfleri. HURUF-İ MUKATTAA: Bazı surelerin başında bulunan ve ayrı ayrı okunan harfler. HURUM: Haramlar, dince yasak ,olanlar. HUSUS: İş, şekil, yol, konu. HUŞÛ: 1. Gönül alçaklığı, tevazu. 2. Korku ile sevgi arası durum, saygı. HUTAME: Cehennemin adlarından biri, cehennemin beşinci tabakası. HUTUT: 1. Çizgiler. 2. Yazılar. 3. Yollar. HUZUR: 1. Hazır bulunma. 2. Rahat. HÜCCET: 1. Vesika, delil. 2. Seçkin âlimlere verilen ünvan. HÜCCETÜ'L-İSLÂM: İmam Gazali'nin lakabı. HÜCEYRE: 1. Küçük delik, oyuk. 2. Odacık, hücrecik. HÜCRE: 1. Odacık, göz. 2. Dokuların, organların en küçük parçası, hücre. HÜDA: 1. Doğru yol gösterme. 2. Hidayet etme. 3. Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri. HÜKEMA: Hakîmler, bilginler, filozoflar. HÜKM-HÜKÜM: Yargı, emir, komuta. HÜNSA: 1. Kendisinde hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunan kimse. 2. Aynı çiçekte erkeklik ve dişiliğin bulunması. HÜRRE: Cariye veya esir olmayan kadın. HÜSN Ü KUBUH: Güzellik ve çirkinlik. HÜSN: Güzel, iyi, güzellik, iyilik. HÜSNA: En güzel. HÜSN-İ AKİBET: Netice güzelliği. HÜSN-İ DİLÂRÂ: Gönül alıcı güzellik. HÜSRAN: 1. Zarar, ziyan. 2. Beklenilenin elde edilememesinden duyulan acı, mahrumiyet acısı. HÜVE: 1. O. 2. Allah. HÜVE'L-BÂKÎ: Bâkî kalan Allah'tır. HÜZN-HÜZÜN: Gam, keder, sıkıntı.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
03-01-2016, 10:01 PM | #10 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Osmanlıca Sözlük (I-İ)
________________________________________ ICL: Dana, sığır yavrusu. IDLÂL: Saptırma, azıtma. ISLAH: Düzeltme ve imâr etme. ISLAHAT: Düzeltmeler, tashihler, iyi hale getirme, mükemmelleştirme. ISTIFÂ: Seçme, ayıklama, süzme. ITLÂK: 1. Salıverme. 2. Boşama. 3. Soyutlama, söyleme, kullanma. ITNÂB: Konuşurken fazla tafsilât vermek, sözü gereğinden fazla uzatmak. IYÂN: Âşikâr, belli. IZTIRÂRÎ: Mecburiyet altında olan. İBÂD: Kullar. İBÂDÜ'R-RAHMÂN: Allah'ın kulları. İBÂHE: 1. Mübah olmak. 2. Ateş söndürme. İBDÂ: 1. Meydana getirme. 2. Yaratma. İBKÂ: "Bekâ"dan: Devamlı kılmak. İBKÂM: Susturma, bir tartışmada ağız açamıyacak hale getirme. İBN: Oğul. İBNULLAH: Allah'ın oğlu. Hıristiyanlar Hz. İsa'ya İbnullah derler. İBRÂ: Bağışlanma, temize çıkma, aklanma. İBRET-ENGİZ: İbret verici. İBTİDÂ: Başlangıç, baş taraf. İBTİDÂ-İ KIRAAT: İlk okuma. Okumaya başlama. İBTİLÂ: Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük. İCÂBET: 1. Kabul etme. 2. Muvafakat etme. İCÂD U İBDÂ: Yapma ve yaratma. İ'CÂZ: 1. Aciz bırakma. 2. Mucize göstererek muhatabı cevap veremez duruma düşürme. 3. Aciz bırakma. İCÂZ: 1. Sözü kısa söyleme. 2. Az sözle çok mânâ anlatma. İCBÂR: Zorlama, cebretme. İCL: Dana, buzağı. İCMÂ: Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama. İCMÂ-I ÜMMET: Büyük fakihlerin dinle ilgili bir konuda görüş birliğinde olmaları. İCMÂL: Kısaltma, ihtisar, özet. İCTİMAGÂH: Toplantı yeri. İCTİNÂB: Çekinme, sakınma. İDÂRE-İ KELÂM: Sözü mümkün mertebe yürütmek, işi idare etmek. İDDET: Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez. İDGÂM: Birbirine benzeyen iki harfi bir yazıp şeddeli okuma. İDHÂL: Dâhil etme, içine alma. İDLÂL: Dalâlete sokma, sapıtma. İDLÂL-İ İLÂHÎ: Allah'ın kulu saptırması. İDRÂK: 1. Anlayış, akıl edinme. 2. Yetişmek, erişmek. 3. Olgunlaşma çağını bulma. ÎFÂ: 1. Ödeme, yerine getirme. 2. Bir işi yapma. 3. İş görme. İFK: İftira, iftira ekmek, Hz. Aişe'ye yapılan iftira. İFLÂH: Felâha, selâmete kavuşmak. İFNÂ: Mahvetmek, yok etmek. İFRÂT: Haddi aşma, pek ileri gitme. İFRÂZ: Bütünden parça ayırma. Bölme. İFRÎT: Çetin cin, öfkeli insan. İFTİTAH TEKBİRİ: Namaza başlama tekbiri. İGÂSE: İmdada yetişmek, yardım etmek. İĞFÂL: Yanıltma ve aldatma. İĞTİSÂL: Gusletme. İĞVÂ: Ayartma, baştan çıkarma. İHÂTA: 1. Kuşatma, etrafını çevirme. 2. Geniş tam bilgi ve ihtisas. İHDÂS: Ortaya çıkarma. İHFÂ: Gizleme, saklama. İHLÂL: "Halel"den bozma, sakatlama, kusurlu hale getirme. İHLÂS: Samimiyet, doğruluk, riyasızlık. Kur'ân-ı Kerim'in 112. Sûresi. İHMÂL: Mühlet verme. İHRÂC: Çıkarmak. İHRÂM: Hacıların giydikleri dikişsiz elbise. İHRÂZ: Nail olmak, kazanmak, almak. İHSÂN: 1. İyilik etme. 2. Bağış, bağışlama. 3. Sağlamlaştırma. İHTİCÂC: Hüccet, delil göstermek. İHTİDÂ: Hidayete ermek, İslâm olmak. İHTİKÂR: 1. Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk. 2. Hakarete katlanmak. İHTİLAF: Ayrılma, ayrışma, çözülme. İHTİLAF-I EDYÂN: Dinlerin ayrılıkları, farklı farklı oluşları. İHTİLÂM: Düş azması, uyurken cenabet olma. İHTİLÂT: Karışma, karışıp görüşme komplikasyon. İHTİRAS: Bir şeyi fazla arzulama ve ona fazla düşkünlük. İHTİRAZ: Sakınma, çekinme. İHTİRÂZÎ: Çekinme, sakınma ile ilgili. İHTİSAR: Kısaltma, icmâl etme. İHTİSAS: Özellik kazanma, uzmanlaşma. İHTİVA: İçine alma, içinde bulundurma, içerme. İHTİYAR: Seçme, seçilme. İHTİZÂZ: 1. Haz duymak, ferahlanmak. 2. Titreşim. İHVAN: Kardeşler, arkadaşlar, aynı tarikata mensup olanlar. İHYÂ: Diriltme, hayat verme. İKÂB: Ceza, azap, cezalandırma. İKAL: 1. Bağ. 2. Ayak bağı. İKÂLE: 1. İki tarafın isteğiyle alışverişi bozmak. 2. Dememiş iken "dedim" diye iddia etmek. İKÂME: Yerleştirmek, iskan etmek, vücuda getirmek. İKÂMET: İmamlık, halifelik, önderlik. İKÂNİYYE: Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış. İKLÂB: Çevirme, bir halden başka bir hale döndürme. İKTİBAS: 1. Ödünç almak. 2. Bir kelimeyi, bir cümleyi veya bunların mânâlarını olduğu gibi alma, aktarma. İKTİDÂ: Uymak, tabi olmak. İKTİSAB: 1. Kazanma. 2. Tahsil etme. 3. Elde etme. İKTİSÂD: Ekonomi. Toplumun tutumluluğu. İKTİZA: 1. Lazım gelme, gerekme. 2. İşe yarama, yararlık. ÎLÂ: 1. Yemin etmek. 2. Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi. 3. Sıkıntı ve derde uğrama. İLÂF: Ülfet ettirme, ülfet ettirilme, alıştırma, uzlaştırma. İLÂH: Mabud, tanrı. İ'LÂ-YI KELİMETULLAH: Allah'ın adını yüce tutmak. İLHÂD: 1. Dinsizlik, inanç bozukluğu. 2. Allah inancından ayrılış, tevhid inancından ayrılma. İLLET: Hastalık, sebep, gaye, hedef. İLLET-İ ÛLÂ: Birinci sebep, ilk sebep. İLLET-İ VÜCÛD: Varlık sebebi. İLLİYYET: Sebep ile ilgili, sebeplilik. İLME'L-YAKÎN: İlmî bilgi. Kesin bilgi. İLM-İ FERÂİZ: İslâm hukukunda miras taksimi ile ilgili bilim dalı. İLM-İ HÂL: İslâm dininin her müslüman için bilinmesi gereken temel bilgileri. İLM-İ HEY'ET: Astronomi ilmi. İLM-İ HİKMET: Düşünce bilgisi, felsefe. İLM-İ LEDÜNN: Gayb ilmi, Allah'ın sırlarına ait ilim. İLM-İ MEÂNÎ: Meânî ilmi, belagat. İLM-İ TEVHİD: İlm-i kelâm. İLM-İ USÛL ve AKÂİD: Usûl ve akâid ilmi. İLM-İ VEHBÎ: Allah tarafından verilen ilim. İLTİBAS: Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma. İLTİCA: Sığınma. İLTİZAM: 1. Kendisi için gerekli sayma. 2. Bilerek, isteyerek taraf tutma. İLZAM: Delil göstererek muhalifi susturmak. İ'MÂL: Yapma, işleme, iş yapma. İMÂLE: 1. Bir tarafa meylettirmek, bir tarafa eğmek. 2. Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak. İMDÎ: Artık, bu halde, böyle olduğu halde. İMKÂN VE CÜNÛB: Mümkün ve gereklilik. İMLÂ: Doldurma, yazdırma. İMSÂK: 1. Oruca başlama zamanı. 2. Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek. İMTİNA: Çekinme, vazgeçip geri durma. İMTİSÂL: Örnek kabul etme. İNÂBE: 1. Günahlardan vazgeçip Hak yola dönmek. 2. Bir mürşidden el alıp yerine geçme. İNADİYYE: Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık. İN'ÂM: İhsan, nimet verme. İNÂS: Kadınlar, kızlar. İNÂYET: 1. Dikkat, gayret, özenme. 2. Lütuf, ihsan, iyilik. İNDALLAH: Allah yanında. İNDE'L-CUMHUR: Çoğunluğun yanında, çoğunluğun nazarında. İNDE'L-HÂCE: İhtiyaç zamanında. İNDİRAC: İçine konma, arasına sıkışma. Derecelenme. İNDİYYE: Kendi görüşüne tabi olan. İNFAK: Nafaka verme, besleme, geçindirme. İNFİSÂL: 1. Ayrılma, 2. Azledilme, işinden uzaklaşma. İNFİTÂR: Yarılma, açılma. İNHİRÂF: Doğru yoldan sapma. İN'İKÂS: Bir yere çarpıp geri dönme, aksetme. İNKÂR: Tanımama. İNKIBÂZ: 1. Büzülüp toplanma, çekilme. 2. Kasvet, keder, sıkıntı. 3. Kabızlık, peklik. İNKILÂB: Bir halden başka bir hale dönme. İNKIRAZ: Tükenme, blitme, kırılıp yok olma. İNKITÂ: Kesilme. İNKIYÂD: Boyun eğme, mutî olma, itaat etme. İNKİŞÂF: Gelişme, ilerleme. İNS U CİN: İnsan ve cin. İNS: İnsan. İNŞÂ: Yapma, vücuda getirme. İNŞİKÂK: İkiye ayrılma, yarılma. İNŞİRAH: Ferahlamak, sevinç duymak. İNŞİRAH-I SADR: Vicdan ferahlığı,vicdan huzuru. İNTAK: Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek. İNTİBAK: Uyma, uygun hale gelme. Edebiyatta iki zıd şeyin ortak özelliğini bulup birleştirme. İNTİFÂ: Fayda sağlama, menfaatlanma. İNTİŞÂR: Yayılma. İNZÂL: İndirme, indirilme. İNZÂL-İ MENÎ: Üreme organından meni çıkması. İNZÂR: Korkutmak, sakındırmak. İ'RÂB: 1. Düzgün konuşma ve hakikatı belirtme. 2. Arapça kelimelerin sonundaki harf veya harekenin değişmesi. İRÂDE-İ CÜZ'İYYE: Allah tarafından insanın yetkisine bırakılan cüz'î irade. İnsan iradesi. İRÂE: "Rü'yet"ten: Gösterme, tayin etme. İ'RÂZ: Yüz çevirme, başka tarafa dönme. İRBE: Kadına ihtiyaç duymayan erkek. İRCA': Döndürme, geri çevirme. İRS: 1. Ölen kişinin mirasçılarına kalan mal veya para. 2. Veraset, soya çekim. İRŞAD: Doğru yolu gösterme. İRTİCÂ': Gerilik, geriye gitme, eskiyi isteme. İRTİDÂD: Din değiştirme, dinden çıkma, dinden dönme. İRTİFÂ': Yükseklik, yükselme. İRTİHÂL: Vefat etmek, ölmek. İRTİKÂB: 1. Kötü bir iş işleme. 2. Rüşvet yeme. İS'ÂF: Birinin isteğini kabul edip yerine getirme. ÎSÂL: Ulaştırma, vardırma. İSKÂT: (Sükut'tan) Susturma. İSKAT: 1. Düşürme, aşağı alma. 2. Hükümsüz bırakma, iptal etme. İSKAT-I CENİN: Çocuk düşürme. İSM-İ ÂZAM: Allah Teâlâ'nın en büyük adı. İSM-İ FAİL: İş yapan kimse. İSM-İ HÂS: Özel isim. İSNAD-I MECAZÎ: Mecazî isnad, bir sözün mecaz anlamını tercih etmek. İSNEYN: 1. Pazartesi günü. 2. İki. İSRA: Gece yürüyüşü, yürütme. İSTİÂB: İçine alma, kaplama. İSTİÂRE: 1. Ödünç alma. 2. Bir kelimenin mânâsını muvakkaten başka bir kelime hakkında kullanma. İSTİÂRE-İ TEMSİLİYYE: Teşbihin esas unsurlarından biri ile yapılan benzetme. İSTİÂZE: "Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" sözünü söyleyerek Allah'a sığınma, eûzü çekme. İSTİB'ÂD: Uzaklaşma, uzaklaştırma, akıl dışı sayma. İSTİ'DÂD: 1. Alışma, ünsiyet. 2. Kabiliyet. İSTİDLÂL: Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak. İSTİDRÂC: 1. Derece derece yükselmeyi istemek. 2. Fâsık veya kâfir olduğu belli bir şahsın gösterdiği harika. İSTİDRÂK: Yetişme, nail olma. İSTİFA: Memuriyetten azlini istemek. İSTİFHAM: Anlamaya çalışmak, soru sormak, soru. İSTİFHAM-I İNKÂRÎ: Olumsuzu pekiştiren soru şekli. "Hiç yapar mı?" ifadesindeki gibi. İSTİGÂSE: 1. Yağmur isteme, yağmur duası etme. 2. Yardım ve imdad isteme. İSTİĞFÂR: Af talep etme. İSTİĞNA: Gönül tokluğu. İSTİĞRAK: Bir şeyi baştan aşağı kaplamak. Tasavvuf erbabının vecde gelip kendinden geçmesi. İstiğrak lâmı: Bir cinsin bütün bireylerini içine alan belirtme edatı, lâm-ı tarif, diğer adıyla harfi tarif. İSTİHBÂR: Haber ve bilgi alma. İSTİHFÂF: Hafife alma, önem vermeme, hor görme. İSTİHLÂK: Tüketme, kullanarak yok etme. İSTİHSÂL: Üretmek, hâsıl etmek, çoğaltmak. İSTİHSÂN: Beğenme, iyi ve güzel bulma. İSTİHZÂ: Alay etmek. İSTİKBÂL: 1. Gelecek zaman. 2. Gelen bir kimseyi karşılamak. İSTİKRÂ: 1. Gezme, dolaşma, âvârelik, konuklama. 2. Bir şey hakkında etraflı bilgi edinme. İSTİKRÂH: Kerih ve kötü görmek, tiksinmek bir şeyi beğenmemek, bir şeyi zorla yapma. İSTİLÂ: Bir yeri kuvvet kullanarak ele geçirmek. İSTİ'LÂM: 1. Selâm vermeyi isteme. 2. Kâbe'yi tavaf esnasında Hacerü'l-Esved'i selâmlamak. İSTİ'MÂL: Kullanma. İSTİMDÂD: Yardım isteme. İSTİMRÂR: Devamlılık. İSTÎNÂF: 1. Yeniden başlama. 2. Bidayet mahkemesinde verilen bir hükmün bir üst mahkemeye başvurarak feshini isteme. İSTİNÂFİYYE: 1. Yeniden başlamaya ait. 2. İstinaf mahkemesine ait. 3. Arapça'da bir soruya cevap anlamında bulunan cümle. İSTİNBÂT: Bir iş veya sözden gizli bir anlam çıkarmak, tahmin etmek. İSTİNBÂT: Bir söz veya işten gizli bir mânâ çıkarma, zımnen, açık olmayarak, dolayısıyla anlama. İSTİNKÂF: Kabul etmeme, yüz çevirme, çekimser kalma, reddetme. İSTİNSÂH: Nüshasını çıkarma, bir sûretini çıkarma, kopye etme. İSTİSÂL: Kökünden sökmek. İSTİSHÂB: "Sohbet"den: Yanına alma, yanına alınma. İSTİSKÂ: 1. Su isteme. 2. Yağmur duasına çıkma. 3. Vücudun bir yerinde su toplanması. İSTİŞÂRE: Müşavere etme, danışma. İSTİŞHÂD: 1. Şahid gösterme. Delil getirme, belge. 2. Şehid olma. İSTİTÂAT: Güç yetirme, kudret. İSTİTÂR: Örtünmek, kapanmak. İSTİVÂ: 1. Müsavî olma, denk olma. 2. Düz olma, düzlük. 3. Kaplama, örtme. 4. Ortada ve tam bir derecede bulunma. İSTÎZÂN: İzin isteme. İŞ'ÂR: 1. Yazı ile haber verme. 2. Anlatmak, bildirmek. İŞKİL: Kuşku, zan. İŞMÂM: "Şemm"den. 1. Koklatma, koklatılma. 2. Tecvid ıstılâhında harfin zamme harekesine işaret etme. İŞRÂK: "Şark"tan: 1. Güneşin doğması ve etrafı ışıklandırması. 2. Parlama, ışıklandırma. İŞTİÂL: Alevlenme, tutuşma. İŞTİBÂH: Şüphelenme, şüpheye düşme. İŞTİGÂL: Meşguliyet, uğraşma. İŞTİHÂR: Şöhret bulma, ün kazanma. İŞTİKÂK: Bir kökten parçalara ayrılmak. Türeme. İŞTİRA: Satın alma. İŞTİYAK: Fazla arzu ve şevk. Hasret çekmek, özlemek. İTÂB: Azarlama, tekdir etme. İ'TİKÂF: Bir yere çekilip tek başına ibadetle meşgul olmak. İ'TİNÂ: Çok dikkat etme, özenme. İ'TİZÂL: 1. Bir tarafa çekilme. 2. İşten çekilme. 3. Vâsıl b. Ata'nın kurduğu Mutezile mezhebini benimseme. 4. Takımdan ayrılma. İ'TİZÂR: Özür dileme. İTKAN: 1. Muhkem, sağlam kalma. 2. İnanma, emin olma. İTLÂF: Telef etmek, ziyan etmek. İTMÂM: Tamamlama, ikmâl etme. İTMİ'NÂN: Emin olma, güvenme. Kalbin mutmain olması. Gönülden inanma. İTTİBÂ: Tâbi olma, uyma, ardısıra gitme. İTTİHAD: Birlik, beraberlik. İTTİKÂ: Sakınma. Takva ehlinden olma. İTTİRAD: Düzenli, uygun biçimde sıra ile birbirini izleyen. Biteviye. İTTİSÂF: Vasıflanmak, bir sıfat sahibi olmak. İVAZ: Karşılık olarak verilen şey, bedel. İVME: Acele etme, koşma. İZÂFET: 1. İki şey arasındaki ilgi, bağ. 2. İsim tamlaması, isim takımı. İZÂHÂT: Açıklamalar. İZÂLE: Giderme, def etme, yok etme. İZÂN: Zekâ, anlayış. İZÂR: Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa. İZMÂR: Gizleme, saklama. İZMİHLÂL: Yok olma, mahvolma. İZZET: Değer, şeref, saygınlık.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
Etiketler |
Yok |
|
|