|
|
Seçenekler | Thema bewerten | Stil |
04-16-2009, 10:22 PM | #1 |
Tecrübeli Üye
Üyelik tarihi: Aug 2008
Mesajlar: 412
Tecrübe Puanı: 590017 |
Osmanlıca Sözlük ( t-u-ü-v-y-z )
TAABBÜD: İbadet, kulluk etmek.
TAACCÜB: Şaşma, hayret etme, tahayyür. TAADDÎ: 1. Geçme, öteye geçme, saldırma. 2. Zulmetme, adaletsizlik. 3. Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma. 4. Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak. TAADDÜD: Çoğalma, birden fazla olma, tekessür etme. TAAM: Yemek, yenen şey. TAAT: İbadet etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek. TABABET: Hekimlik, tıp doktorluğu. TABASBUS: Yaltaklanma, alçakça yalvarma. TÂBİ: Birinin arkasından giden, ona uyan, boyun eğen. TÂBİÎN: Hz. Muhammed'i görmüş olanlara yetişmiş olanlar, sahabeden sonraki nesil. TA'BÎR: İfade, anlatım, anlamı olan söz, deyim, rüya yorma. TÂBUT: Sandık. Ölü taşımaya mahsus sandık. Hz. Musa'ya inen on emrin konduğu sandık. TAC: Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek. TA'DÂD: 1. Sayma. 2. Birer birer söyleme, sayıp dökme. TA'DİL: Aslına zarar vermeden değiştirmek, tadil etmek, tebdil etmek, hafifletmek, doğrulaştırmak. TADİLAT: Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler. TA'DİYE: Tecavüz ettirmek, geçirmek. Bir eylemi müteaddi hali koymak. (Gramer terimi) TAGLÎB: Bir ilgiden dolayı kelimeyi başka bir anlamı da içine alacak şekilde kullanma. TAĞLÎZ: Katılaştırma, kalınlaştırma, sertleştirme. TAĞUT: Allah'tan başka tapınılan her şey. TAHAMMÜL: 1. Yüklenmek, yükü üstüne almak, kaldırmak. 2. Sabretmek, katlanmak. TAHARET: Temizlik, nezafet, temizlenmek. TAHDÎS: Söylemek, rivayet etmek. Görülen iyiliği herkese söylemek. TÂHİR: Temiz, pâk, özürsüz. TAHİYYE: Selâmlar, dualar, hayır duaları, mülk, beka ve devamlılık, namazın iki ve dört rekâtı sonunda okunan Ettahiyyat duası. TAHLİL: 1. Bir şeyi incelemek üzere parçalarına ayırma. 2. Analiz. TAHMİD: Hamd etmek, övmek. TAHRİC: 1. Çıkartma. Meydana koyma. 2. Müctehidlerin naslara, kaidelere, asıllara uyarak şer'î hükümleri ortaya koymaları. TAHRİF: 1. Bir yazıdaki cümlenin anlamını değiştirme. 2. Bir yazıdaki adın veya cümlenin yerini değiştirme, bozma. TAHRİFAT: Bir yazıdaki cümlelerin anlamlarını karıştırma, değiştirmeler. TAHRİK: Azdırma, kışkırtma, kımıldatma, yerinden oynatma, hareket ettirme, yola çıkarma. TAHRÎM: Haram kılma, yasak etme. Mahrum bırakma. TAHRİME: Namaza başlanırken söylenen tekbir. Hacıların ihrama bürünmeleri. TAHSİS: Bir şeyi birine mahsus kılma, ona özel yapma. TAHVİL: 1. Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. 2. Borç senedi. TAHYÎL: Akla getirme, zihinde canlandırma. TAHZİR: 1. Yasaklama, sakındırma, önleme. 2. Hazırlama. TÂİFE: Cemaat, grup, kavm, kabile, takım. TAKADDÜM: 1. Önce gelme. 2. İleri geçme. TAKBÎH: Çirkin görmek, beğenmemek, kabahatli bulmak, kötü gördüğünü bildirmek. TAKDÎR-İ İLÂHÎ: Allah'ın takdiri. TAKIYYE: 1. Sakınmak, kendini koruyup, çekinmek. 2. Birinin bağlı olduğu mezhebi gizlemesi. TAKİP: Gözetmek, yolunda gitmek, peşinden yürümek, suçlunun suçunu araştırmak, izlemek. TAKVÂ: "Vikâye"den. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak. TALÂK: 1. Boşamak, boşanmak. 2. Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. 3. Nikâhlı karısını bırakmak. TALÂK-I BÂYİN: Zevcenin iddet müddeti (üç temizlenme vakti) bitmeden tekrar kocasına dönmehakkı bulunmayan talâk. TALÂK-I RİC'Î: Erkeğin karısını boşadıktan sonra tekrar karısına dönmesini mümkün kılan boşanma şekli. TÂLÎ: İkinci derecede, sonradan gelen. TÂLİB: İsteyen, istekli, talebe, öğrenci. TA'LİK: Asmak, geciktirmek, bağlamak, bir zamana bırakmak, Arap yazısının bir çeşidi. TA'LİM: Öğretmek, yetiştirmek, alıştırmak, belli etmek, idman. TALLAHİ: Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü. TALTİF: Lütfetme, bir iyilik ederek gönlünü alma, iltifat etmek. TAMA': Aç gözlülük, şiddetli arzu. TA'MİM: Umumileştirme, herkese bildirme, genelge. TA'N: 1. Hoş görmemek, kötülemek. 2. Birisinin ayıp ve kusurlarını söylemek. 3. Küfretmek. 4. Muhalifin iddialarını çürütmek. TANTANA: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş, gürültü patırdı. TARAFEYN: İki taraf, davada, karşılıklı iki hasım, her iki taraf. TARASSUD: Bir şeyi çok dikkat ederek gözetleme. TARFETÜ'L-AYN: Göz kapağının açılıp kapanışı kadar geçen kısa zaman. TARÎK: Yol. Meslek, tarz. TARİKAT: Maneviyat yolu. TA'RİZ: Dokunaklı söz söylemek, kapalıca yapılan sitem, kinaye ile söylemek. TASADDUK: Sadaka vermek, doğru olduğu ortaya çıkmak. TASARRUF: İdare ile kullanmak. TASAVVUF: Dinin ruhsal hayatla ilgili yönünü konu edinen bilim veya meslek. TASHİF: Yanlış yazma, hem anlamı, hem de kelimeyi değiştirme. Yanılıp yanlış kelime yazma. TASNİF: 1. Sınıf sınıf etme, sıralama. 2. Kitap yazma. 3. Sınıflama. TASVİR: 1. Bir şeyin şeklini çıkarma, resmini yapma. 2. Resim yaparcasına güzel tarif etme, tanımlama. TATBİK: Yakıştırmak. Yerine getirmek. Bir kanun hükmünü, kaide veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek. TATHÎR U TEZHÎB: Temizlemek ve süslemek. TATHİR: Temizlemek, yıkayıp pak etmek. TATİL: Çalışmaya ara vermek, izine başlamak, kesmek, Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği. TATLÎK: Boşamak, nikahı fesh etmek. TÂUN: Tehlikeli ve bulaşıcı veba hastalığı. TAVAF: Ziyaret etmek, ziyaret maksadıyla etrafını dolaşmak, hacıların Kâbe etrafında yedi kez dolaşmaları. TAV'AN: İsteyerek, zorlamadan, kendi isteğiyle. TAVSİYE: 1. Vasiyet bırakma. 2. Ismarlama, sipariş etme. 3. Birini iyi tanıtma, işinin olmasını dileme. TAVZİH: Açıklamak, açık olarak bildirmek. TAYYİBAT: Temiz olan şeyler. TAZAMMUN: 1. Başka şeyler arasında bir şeyi daha içine alma. 2. Kefil olma. TAZARRU': 1. Bir şeye gizlice yakarma. 2. Kendi kusurlarını bilip kibirden vazgeçip tevazu ile yalvarmak, ağlayıp, sızlamak. TA'ZÎM: 1. Büyükleme, ululama, büyük sayma. 2. İkram etme, saygı gösterme. TA'ZÎR: 1. İslâm hukukunda hakkında belli bir ceza olmayan suçlardan dolayı uygulanan cezalar. 2. Red, icbar, tedib. TEÂMÜL: 1. İş, muamele. 2. Bir yerde insanlar arasında olağan muamele. TEÂRUZ: 1. İki kişi arasındaki zıddıyet. Karşıtlık. 2. Çatışma. TEBAA (TEBEA): Bir devletin hükmünde bulunan (Türkiye Devletinin tebaası gibi). TEBDÎL: Değiştirme. Başka kılığa koyma. TEBENNÎ: Evlat edinme. TEBERRÜK: Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak. TEBEYYÜN: Belli olmak, açığa çıkmak, görülüp anlaşılmak. TEB'IZ: Bölmek, bölük bölük etmek, bir kısma ait etmek, parçalamak. TECEZZÎ: Parçalara ayrılma ve bölünme, ufalanma. TECHÎZ ve TEKFÎN: Ölünün kefenlenmesi. TECHÎZ: Gerekli şeyleri tamamlama, donatım. TECİL: Başka zamana bırakma, tehir, erteleme. TECRİD: 1. Soyma, soyutlama. 2. Bir tarafta tutma, ayırma. TECVİD: Kur'ân-ı Kerim'i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim. TEDÂHÜL: İç içe olmak, birbiri içine girmek. TEDRÎC: Derece derece ilerleme, ilerletme. Azar azar hareket. TEDRİCEN: Yavaş yavaş, azar azar, derece derece. TEDVİR: İdare etmek, yönetmek, döndürmek, çevirmek, devrettirmek. Kur'ân kırâetinde orta süratle okuma tarzı. TEEHHÜL: Evlenme, ehlileşme, ülfet ve ünsiyet eyleme. TEEMMÜL: Etraflıca düşünme. TEFEKKÜR: Fikretmek. Düşünmek. Düşünceyi harekete geçirmek. Akıl yormak. TEFENNÜN: Fen öğrenme. Birçok şeyler bilme, çeşitli şekilde gösterme. TEFE'ÜL: Fal açmak, bazı olayları uğurlu saymak, olacak şeyleri tahmin etmek. TEFRİKA: Nifak, ayrılık, çözülme, dağılma. TEFRİT: Ortanın altında kalmak, normalden aşağı olmak. TEFSİR: 1. Örtülü bir şeyi açmak, yorumlamak. 2. Kur'ân-ı Kerim'in anlamını açıklayan bilim. TEHADDİ: Meydan okuma. TEHAKKÜM: Hükmetme, baskı yapma. TEHECCÜD NAMAZI: Gece uyanıp namaz kılmak, gece namazı. TEHEKKÜM: "Hekeme"den: 1. Alay etme, eğlenme. 2. Görünüşte ciddi, hakikatte alaydan ibaret olan eğlenme. TEHLÎL: "Lâ ilâhe illâllah" demek. TEHZİB: Islah etme, düzenleme. TEKABÜL: Karşılıklı olma, bir şeyin karşılığı olma, yüzleşme, karşılık olma, karşılama. TEKÂFÜL: Dayanışma, kefilleşme. TEKBÎR: "Allahü ekber" demek. TEKDÎR: Azarlama, kederlenme. TEKEBBÜR: Kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek. TEKELLÜF: 1. Kendi isteği ile bir zorluğa katlanmak. 2. Gösterişe kapılmak. Özenmek. Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket. TE'KÎD: 1. Sağlamlaştırma. 2. Bir iş için önce yazılanı bir daha tekrarlama. TEKVÎN: Var etmek, meydana getirmek, yaratmak, Kelâm ilminde Allah'ın subûti bir sıfatıdır, yokluktan vücuda getirmesi, icad etmesidir. TEKVİNÎ: Yaradılışla ilgili, var oluşla ilgili. TEKZÎB: Yalan isnad etme, yalancı çıkarma, yalan olduğunu belirtme. TELBİYE: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" demek. TELHÎS: Kısaltma, özetleme, hulâsa-sını alma. TE'LÎF: "Ülfet"den. 1. Uzlaştırma, barıştırma. 2. Kitap, eser yazma. TELKÎH: İlkah etmek, aşılamak, cinsinin üremesini sağlamak. TELMÎH: Bir şeyi açıkca söylemeyip ibarede bahsi geçmeyen bir kıssaya, bir fıkraya, bir ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek. Kapalı söylemek. TELVÎN-İ HİTÂB: Sözün renklendirilmesi, çeşitlendirilmesi. TEMÂYÜZ: Yükselme, üstün olma. TEMCÎD: Allah'ın büyüklüğünü bildirmek. Ta'zim ve senâ etmek. Ramazan'da sahura kalkmak. TEMDÎD: Devam ettirmek, uzatmak, sürdürmek, süre vermek. TEMESSÜK: 1. Tutunma, sarılma. 2. Borç senedi. TE'MÎN: 1. Korkusunu giderme, güvenlik duygusu verme. 2. Sağlamlaştırma. Kesin bir hale koyma. Sağlama. TEMSÎL: 1. Bir şeyin aynını ya da mislini yapmak, benzetmek. 2. Örnek, nümune, söz. Canlandırma, piyes. TEMYÎZ: Ayırma, seçme, iyiyi kötüden ayırd etme. TENÂKUZ: Sözün birbirini tutmaması. Çelişki. TENASUH: Bir ruhun bedenden bedene geçmesi, reankarnasyon. TENASÜB: 1. Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. 2. Anlamca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek amacı ile kullanmak. TENASÜL: Birbirinden doğup üreme, türeme, nesil yetiştirme. TENNÛR: Kapalı ocak, fırın, tandır. TENZÎH: 1. Suç ve noksanlıktan uzak saymak. 2. Kabahatsiz olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek. TERÂHÎ: 1. İşte gayretsizlik, gevşeklik, ihmal. 2. Sonraya bırakma. 3. Gecikme, geç kalma. 4. Geri durma, geri çekilme. TERAKKÎ: 1. İlerleme, yukarı çıkma, yükselme. 2. Artma, çoğalma, gelişme. TEREKE: Ölen bir kimsenin mallarının hepsi. TERENNÜM: Güzel güzel anlatma, yavaş ve güzel sesle şarkı söylemek. TERGÎB: Ümitlendirme, isteklendirme, şevklendirme, rağbet ettirme, özendirme. TERKÎB-İ İZAFÎ: İsim tamlaması. TERKÎB-İ VASFÎ: Sıfat tamlaması. TERTÎB: 1. Düzeltme. Dizme, sıralama, düzene koyma. 2. Hile ile aldatmak. TERTÎL: Kur'ân-ı Kerim'i iyi ve kaidelerine (kurallarına) uygun biçimde tane tane okuma. TESHİR: 1. Büyüleme, sihir yapma, aldatma. 2. Zaptetme, hakim olma. Zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakîr ve zelil etmek. TESLİS: Üçleme, ekanim-i selâse, Allah'ı üç olarak kabul eden ve sonradan uydurulan hıristiyan inancı. TESNİYE: İkilenen, ikil kelime. TEŞBİH: Benzetmek, benzetiş. Bir nitelikte saymak ve zannetmek. TEŞBÎH-İ MA'KÛS: Tersine dönmüş benzetme, benzeyenle benzetilenin yer değiştirmesi. TEŞCİ: Cesaret verme, şecaatlandırma. TEŞDÎD: Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme. TEŞRİF: Onurlandırma, onur verme, bir yeri onurlandırma, şereflendirme. TEŞRÎ'Î: 1. Şeriat hükümleriyle ilgili. 2. Kanun yapma kuvveti ve görevi ile ilgili. TEŞRİK: Hz. İbrahim'e nisbet edilen ve yüksek sesle alınan tekbir. TEŞRİK-İ MESAİ: İşbirliği. TEŞYÎ': Uğurlama. Selametleme. TETİMME: 1. Tamam etme, tamamlama. 2. Ek, noksanını tamamlamak için eklenen. TEVATÜR: 1. Kuvvetli haber. 2. Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması. (Bakınız: Mütevatir). TEVBİH: Azarlama, tekdîr. TEVCİH: 1. Yöneltme, çevirme. 2. Verme. TEVEKKÜL: Allah'a güvenmek, kadere razı olmak, işi Allah'a bırakmak. TEVHİD: 1. Birkaç şeyi bir etme, birleştirme. 2. Birliğine inanma, bir sayma. 3. Lâ ilâhe sözünü tekrarlama. TE'VİL: Bilinen anlamından başka bir anlamda yorumlama. Başka anlam verme. TEVKİFÎ: Şeriatın belirlediği ve dondurduğu hüküm. TEVKİL: Birini vekil atama, birini vekil etme, vekil tanıma. TEVRAT: Hz. Musa'ya indirilen İlâhî kitap. TEVRİYE: Örtüp gizlemek. TEYAKKUZ: Uyanıklık, tedbir. TEYEMMÜM: 1. Kast. 2. Su bulunmadığı veya bulunup ta kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz toprak cinsinden bir şeyle abdestsizliği veya gusülsüzlüğü giderme işi. TE'YİD: Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. TEZAD: 1. İki şeyin birbirine zıt olması, aksilik, terslik. 2. Anlamca zıt olan kelimeleri bir arada toplamak. TEZEKKÜR: 1. Akla getirme, hatırlama, anımsama. 2. Birkaç kişinin toplanarak bir işi konuşması, görüşme, müzakere etme. TEZHİB: Yaldızlama, süsleme. TEZKERE: 1. Pusla, betik. 2. Herhangi bir konuda izin verildiğini bildirmek için hükümetten alınan kâğıt. TEZKİYE: Temize çıkarma, aklama. TEZYİN: Süslemek, donatmak. TIBAK: Uyum, uygunluk. İki zıt olayın ortak özelliğini ifade sanatı. TIFL: Küçük çocuk. Her şeyin cüz ve parçası. Batmaya yakın güneş.. TIYNET: Huy, yaratılış. TİH: Çöl, susuz sahra. Sinâ yarımadasındaki çöl. TİLAVET: 1. Okumak. 2. Takip etmek, arkasına düşmek izlemek. TUBÂ: Cennet, cennette nimetlerle dolu olan ağaç. TUĞYAN: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık. TUHUR: İki hayız arasındaki temizlik süresi. TÛR: Dağ, cebel, Tûr-ı Sina denilen ünlü dağ, Hz. Musa'ya burada vahiy gelmiştir. UBUDİYYET: Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk. UHREVÎ: Ahiretle ilgili, öteki dünyaya ait. UHUVVET: Kardeşlik, dostluk, bağlılık. UKALÂ: 1. Akıllılar. 2. Akıllılık iddia edenler, ukelalar. UKDE: Düğüm, zor iş, muamma. UKUBET: Ceza, azap, işkence, eziyet. ULEMA: Âlimler, bilginler. ULUHİYYET: Allahlık, ilâhlık. ULUM: İlimler, bilimler. ULUM-İ ÂLİYYE: 1. Sarf ve nahiv gibi âlet ve anahtar durumunda olan ilimler. 2. "ayn" ile yüce ilimler, din ilimleri. ULÜ'L-EMR: Emir sahipleri, buyruk sahipleri, kadılar, idareciler, yöneticiler. ULVÎ: Yüce, yüksek, göğe ve manevî âleme mensup. UMDE: 1. Dayanacak, inanılacak şey. 2. Güvenilecek yer, kimse. UMRE: Hac günleri dışında yapılan Kâbe ve diğer mukaddes yerlerin ziyareti. UMUM: Genel olma, hep, herkes. UMUMÎ: Umumî, herkese ait, herkesle ilgili, genel. URYAN: Çıplak. USUL: Bir ilmin veya tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bilgileri, başlangıç, tertip, düzen metod. UZLET: Yalnızlık, bir tarafa çekilip kendi kendine tenha kalma. UZV: Canlıyı meydana getiren parçaların her biri, organ. ÜLFET: 1. Alışma, kaynaşma. 2. Görüşme, konuşma. 3. Dostluk. ÜMERA: Emirler, beyler, yöneticiler. ÜMİD: Umut, ümit. ÜMMET: Bir Peygambere inanan insan topluluğu. ÜMMÎ: Anasından doğduğu gibi kalıp, okuyup yazma öğrenmeyen kimse. ÜMMÜ'L-HABÂİS: (Kötülüklerin anası) şarap, içki. ÜMMÜ'L-KURA: Şehirlerin anası, Mekke-i Mükerreme. ÜNSİYYET: Alışkanlık, sokulganlık, düşüp kalkma. ÜNVAN: Lakap, ünvan. ÜSLUB: Tarz, biçim, ifade yolu. VÂCİB: Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri. VÂCİBÂT: Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar. VÂCİBU'L-VÜCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah. VADİ: 1. Bir nehrin yatağı. 2. İki dağ arasındaki uzun çukur. 3. Yol, tarz, metod, dere. VAFTİZ: Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni. VAHDET: 1. Birlik, bir ve tek olma. 2. Yalnızlık, kendi kendine kalış. VAHDET-İ VÜCUD: Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı. VAHİM: Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu. VAHİY: İlâhî bilgi Allah'tan peygamberlere gelen özelliği, Allah'ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi. VAÎD: İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, cehennemi haber vermek. VAKAR: Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı. VÂKİ: 1. Vuku bulan, olan. 2. Olağan, olmuş, mevcut. VÂLİD: Baba, doğurtan. VALİDE: Ana, doğuran. VALİDEYN: Ana-baba. VÂRESTE: Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest. VÂRİD: 1. Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. 2. Akla gelen. 3. Bir şey hakkında söylenen, uygulanan. VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan. VASIYYET: Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek. VASÎYLE: Cahiliye döneminde bir koyun dişi doğurursa yavru sahibinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Koyun dişi ve erkek yavru doğurduğu takdirde dişi yüzünden erkek yavru da kurban edilmezdi. Buna vasîyle denirdi. VATI': Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima. VEBAL: Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu. VECD: 1. Aşk, muhabbet. 2. Kendinden geçmek, kendini unutacak kadar aşk hâli. VECH: 1. Yüz, çehre, surat. 2. Tarz, üslub. 3. Alın, ön, satıh, cephe. VECİBE: Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş. VECİZ: 1. Özdeyiş. 2. Kısa, toplu. VEDÛD: Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan. VEFD: 1. Delege, murahhas, elçi. 2. Gelme, vurma, ulaşma. 3. Hususi bir işle başkasının yanına varma, elçilik. VEHBÎ: Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan. VEHHAB: Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah'ın isimlerinden biri. VELÂYET: Veli olan kimsenin hali, dervişlik, dostluk, sadakat, başkasına sözünü geçirmek. VELED: Erkek çocuk, oğul, çocuk. VELED-İ ZİNÂ: Meşru olmayan birleşmeden doğan çocuk, nikah dışı birleşmeden doğan çocuk. VELİ: 1. Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata. 2. Velâkin, fakat, amma. VELİYYÜ'L-EMİR: Emir veren, emir sahibi olan. VELYETME: Birbiri ardı sıra gitmek birini takip etmek. VESÎLE: Bahane, sebep, fırsat, uygun durum. VESVESE: Kuşku, kuruntu, tereddüt. VETER: Yay kirişi. VEYL: Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı. VEYLETTİRMEK: Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak. VİKAYE: Koruma, koruyuculuk, sahip olma, arka çıkma, kayırma. VİLÂDET: Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak. VİLÂYET: 1. İl. 2.Velilik, ermişlik. 3. Veli olan kimsenin hali. 4. Başkasına sözünü geçirme. VİRD: Sık sık ve devamlı okunan dua. VİSÂL: Kavuşma, sevdiğine ulaşma, ayrılıktan kurtulma. VİZR: Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük. VUKUF: Bir şeyi bilme, öğrenmiş olma. VUSTÂ: Orta. VÜCÛD: Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde. YÂD: 1. Anma, hatırda tutma, zikretme. 2. Hediye. 3. Hatıra. 4. Hatır gönül. YAKAZA: Uyanıklık, dikkatli olma, uyku ile uyanıklık arasındaki hal. YÂRÂN: Dostlar, sadık arkadaşlar, sevgililer. YE'CÜC VE ME'CÜC: Kur'ân-ı Kerim'de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı. YED: El, (mecazen) güç, kudret, yardım. YEMÎN-İ GAMÛS: Yalan yere bile bile yapılan yemin. YEMÎN-İ MÜN'AKİDE: Akit yemini, and içme. YETÎM: Babası ölmüş çocuk. YEÛS: "Ye's"den: Ümitsiz. YEVM: Gün. YEVM-İ KIYÂMET: Kıyamet günü. YEZDÂN: 1. Allah (c.c.). 2. Mecûsilere göre hayırları yaratan hayır tanrısı. ZABT: 1. Sıkı tutma. 2. İdaresi altına alma, kendine mal etme. 3. Silah zoru ile bir yeri alma. 4. Anlama, kavrama. 5. Kaydetme, özetini yazma. ZÂHİB: 1. Gidici, giden. 2. Bir fikre veya zanna uyan, kapılan. ZÂHİR: Açık, belli, görünür, meydanda olan. ZÂHİRÎ: Dıştan görünen, meydanda olan. ZAİL: Sona eren, sürekli olmayan. ZAMİR: 1. Her şeyin iç yüzü. 2. Yürek, vicdan. 3. Gizli fikir. 4. Zamir, ismin yerini tutan kelime. ZÂNİ: Zina eden erkek. ZÂNİYE: Zina eden kadın. ZARAR: Ziyan, eksiklik, kayıp. ZARF: Yer ve zaman bildiren edat. ZAT: Kendi, asıl, öz, cevher, saygıdeğer kişi. ZAYİ': Elden çıkan, yitik, kaybolan. ZAYİAT: Kayıplar, yitikler. ZEBÂNÎ: Zebanî, cehennemlikleri cehenneme atan melek. ZEBERCED: Zümrütten daha açık renkte bir süs taşı. ZEBH: Boğazlama, kesme, kurban kesme. ZECR: 1. Yasaklama, yaptırmama. 2. Zorlama, zorla yaptırma, angarya işletme sıkma, eziyet. ZEKER: Erkek, erkeklik organı. ZELİL: Hor, hakir, alçak. ZELLE: 1. Ayak sürçüp kayma. 2. Hata, suç. ZEM (ZEMM): Birinin kötülüğünü söyleme, ayıplama, yerme, çekiştirme. ZEMHERİR: Karakış. ZEMZEME: 1. Ezgili ses, terennüm, teganni. 2. Mezamir'i okuyanların teranesi (Zebur). ZENB: Günah, suç, kabahat. ZEVAL: 1. Zail olma, sona erme. 2. Aşağılama, inme. 3. Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma zamanı zeval vakti, öğle vakti. ZEVC: Çift, eş. ZEVCYEN: Karı-koca, iki eş. ZEVİ'L-UKUL: Akıl sahipleri, akıllılar. ZİKR: 1. Zikir, anma, hatıra getirme. 2. Ağıza alma, adını söyleme. 3. Anlatma, ifade etme. 4. Övme, iyilikle anma. 5. Tasavvufi anlamıyla Allah adını anarak zikretme. ZİKR-İ CEMİL: Güzel zikir, övgü. ZİKRULLAH: Allah'ı anma. ZİLLET: Alçaklık, aşağılık. ZİMMÎ: 1. İslâm devletinde yaşayan gayr-i müslim. 2. Haraç veren, raiyye. ZİNET: Süs eşyası, bezek. ZİRA': Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü, 75-90 santim arasında değişir. ZÎRAHİM-İ MAHREM: Nikah düşmeyen akraba kadın. ZİŞAN: Şanlı, ünlü, gösterişli. ZİYA: Işık, aydınlık. ZUHR: Öğle zamanı, öğle namazı. ZULM: Zulüm, haksızlık, eziyet. ZULMET: Karanlık. ZÜBDE: Bir şeyin en seçkin parçası, öz, özet. ZÜBUR-ZÜBÜR: Kitaplar, yazılı şeyler. ZÜHD: Dünya lezzetlerinden el çekerek ibadetle meşgul olma, sofuluk. ZÜHÛL: İsteyerek veya elde olmayarak unutma, geçiştirme, yanılma. ZÜLCELAL: Celal sahibi, Allah. ZÜLKARNEYN: İki boynuz sahibi, Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen bir hükümdar, iki yönlü. ZÜLL: Horluk, hakirlik, alçaklık. ZÜRRİYET: Soy, nesil, kuşak. |
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
04-16-2009, 11:13 PM | #2 |
Üye
Üyelik tarihi: Apr 2009
Mesajlar: 57
Tecrübe Puanı: 14016 |
osmanlıca sözlük denmiş ama osmanlıcadan eser yok
|
04-17-2009, 01:41 AM | #3 |
Tecrübeli Üye
Üyelik tarihi: Aug 2008
Mesajlar: 412
Tecrübe Puanı: 590017 |
kurdoğlu hocam, osmanlıca sözlük denmiş ama osmanlıcadan eser yok demişsiniz !!! sözlüğün anlamı nedir sizce ? kelimelerin karşılığı değilmidir ??? Osmanlı zamanında kullanılan terimlerin bugünkü türkçemiz de ki karşılığı alfabetik sıraya göre verilmiştir. Bir teşekkür etmek yerine karalama yapmanız size göre olumlu bir davranışsa başka bir sözüm olamaz. Kolay gelsin...
|
04-17-2009, 03:40 AM | #4 |
Üye
Üyelik tarihi: Apr 2009
Mesajlar: 57
Tecrübe Puanı: 14016 |
sevgili ilkim usta yanlış anlaşıldı galiba yazdığınız esere lafım olamaz bu kadar alıngan olmayın madem osmanlıca demşsin birde osmanlıca yazılı olsaydı anlamında dedim
eline sağlık teşekkür ederiz sağol |
04-17-2009, 10:00 AM | #5 |
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 1.148
Tecrübe Puanı: 438018 |
iklim usta önclikle eline sağlık paylaşım güzel
kurdoğlu ustamısın dediği gibi osmanlıca filen olsaydı eserlerinde güzel ama çok güzel paylaşım eline sağlık iklim usta
__________________ |
04-17-2009, 08:09 PM | #6 |
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 1.162
Tecrübe Puanı: 349018 |
Eline Saglik Iklim Kardeşim Kurdoglu Osmanlica Degil Derken
__________________
https://www.facebook.com/groups/133566160037768/ |
Etiketler |
Yok |
Seçenekler | |
Stil | Konuyu değerlendir |
|
|