Go Back   DefineBurada.CoM > DEFİNECİYE GEREKLİ OLAN BİLGİLER > Medeniyet İzleri
alan tarama | dedektör | toprak altı görüntüleme sistemleri

Cevapla
 
Seçenekler Thema bewerten Stil
Alt 09-17-2008, 07:02 PM   #1
Gaziosmanpaşa
Moderator
 
Gaziosmanpaşa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 534
Tecrübe Puanı: 313017
Gaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond reputeGaziosmanpaşa has a reputation beyond repute
Standart Atatürk'ünde yakından ilgilendiği kayıp kıta MU

Mu,yani Güneş İmparatorluğu; eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olduğu,Pasifik Okyanusu'nda,Asya ve Amerika kıtalarının ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde ve günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan hipotetik kıta.
Ezoterik kaynaklara göre İnsanoğlunun ana vatanı (dünyanın en eski yerleşim merkezi), din, mitoloji, efsane, destan ve sembollerin doğduğu yer. Yine aynı kaynaklara göre, bu kıta yaklaşık 70.000 yıl önce üzerinde yaşayan 64 milyon insanla birlikte sulara gömülerek yok olmuştur.Bazı araştırmacı bilim adamları dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunmuş olan tabletlerdeki yazı ve sembollerin ezoterik bilgileri kanıtlar nitelikte olduğunu ileri sürmektedirler.
Güneş İmparatorluğu'nun Mu dilindeki adının U-luum-il şeklindeki bileşik kelimeden türeyen bir isim olup:Arazi,İl,Kudret,Devlet anlamına geldiği ifade edilmektedir.
Mu'nun Yeri
Günümüzde bu bölgede yer alan ada ve adacıklar bu kıtadan arta kalanlardır. İşin ilginç tarafı on iki bin yılın bu medeniyetin batış tarihi olması, bu medeniyetin başlangıcının çok daha eskilere dayandığını göstermektedir. Ayrıca bu medeniyetin Atlantis Medeniyetinden önce ve Atlantis'in bu medeniyetin mirasçısı olduğu söylenmektedir.
Churchward ve Niven'in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu.Churchward'a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürmektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur.
Mu'da İnanç
Tüm insanlar büyük bir uyum içerisinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu güneş sembolü ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı Ra idi. Onun için Mu uygarlığına Güneş İmparatorluğu da denilmekteydi. Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan rahiplerine Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz.
Churcward'ın Kaynakları
Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen Naacal Tabletleri ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921–23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.Bu taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.
Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kıtasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yıl çalısmıst bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayınlamış bir uzmandi.
Bu tabletler daha ziyade resimlere benzeyen bir yazı stili kullanılmıştır. Adı geçen Rahip, İngiliz Albaya bu tabletleri okuyup anlaması için Sanskritçe öğrenmesi gerektiğini, bunun da yeterli olmayacağını ve eski bir dil olan Naga-Maya dilini de öğrenmesi gerektiğini söyler. Naga-Maya dilini bu rahip bilmektedir ve Churchward, Rahipten bu dili öğrenmekle işe başlar. Neticede bu dilleri öğrenir ve tabletlerdeki yazıları büyük oranda çözer. Albay bu tabletleri çözmek için çok zaman harcar. Daha ziyade emekliliğinden sonra çalışmalarını bu alana teksif eder. Ancak yazıların bazı yerleri deforme olmuş, bazı tabletler de kaybolmuştur. Bunun için metinlerde anlam bütünlüğü bozulmaktadır.
1.Yukatan'da hazirlanmis eski bir Maya kitabi olan 'Troano El Yazması'. Bugün British Museum'da bulunmaktadir.
2.Troano El Yazmasiyla ayni yaşta olan bir baska Maya kitabi 'Cortesianus Kodeksi'dir. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadir.
3.Paul Schlieman tarafından Tibet'te bir Budist tapınağında bulunan 'Lhasan Belgesi'.
4.Yukatan'da Mu Kıtası anısına inşa edilmiş Uxmal Tapınağı'ndaki Yazıtlar yaklaşık 12.000 yıllıktır. Bu tapınakta:
Geldigimiz yer olan Bati ülkelerinin anisini korumak için insa edilmistir, diye kabartma yazılar bulunmaktadir.
5.Meksiko şehrinin 96 km güneybatisinda yer alan 'Ksochicalo Piramiti Yazıtları'. Bu piramit, üzerindeki kabartma yazilara göre;
Batı ülkelerinin yıkımının anısına insa edilmistir.
6.Dr. Niven'in Alaska'da buldugu Mu Kıtası sembolleriyle islenmis bir totempol.
7.Eflatun'un Timeus ve Critias adli eserinde batik kitaya dair su sözler geçer:
Mu ülkesinde 10 halk vardı.
Tahsin Mayatepek'in Araştırmaları [değiştir]
Tahsin Mayatepek
1882'de Edirne'de doğan Tahsin Mayatepek'in babası Afyonlu Kara Ömer Vehbi Paşa, annesi Boşnak Gülsün Hanım'dı. Aile o zamanlar Sarhoşoğulları olarak anılıyordu (bugün Mayatepek). Tahsin Mayatepek babaları gibi asker olan iki kardeşinin, aksine tarihçi ve diplomattı. Enver Paşa'nın Sultan Vahdettin'in kızı Naciye Sultan ile olan evliliğinden olan kızı Türkan Sultan ile evlenmişti.
Atatürk kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi.Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler M.Ö 200.000 ile M.Ö.70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu. Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü
Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve İnka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi eşyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.Yalnızca bu bile Türk'lüğün ne kadar eski bir tarihe sahip olduğunu göstermeye yeterliydi.Diğer bir teori ise Nuh'un torununun oğlu'nun ilk Türk olduğu şeklindeydi ilk Türk MU kıtasında yaşamıştı,yalnızca bulunan bu benzerlikler bile ilk Türk'ün MU'da yaşadığını gösteren teoriyi fazlasıyla destekliyordu.
Eklenen Resim Ön İzlemesi
Dosya tipi: jpg mucd8.jpg (64,2 KB (Kilobyte), 10x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg muresimlerum0.jpg (70,9 KB (Kilobyte), 9x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg muyokolusde0.jpg (94,8 KB (Kilobyte), 8x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg uygurimparatorlugukj0.jpg (96,1 KB (Kilobyte), 8x kez indirilmiştir)
__________________
" Sende bir yumurta var, bende bir yumurta var
Ben yumurtamı sana verdim, sen yumurtanı bana verdin
Senin bir yumurtan, benim bir yumurtam oldu.
Ama.. Sende bir bilgi var, bende bir bilgi var,
Ben bilgimi sana verdim, sen bilgini bana verdin.
Şimdi benim iki bilgim var, senin de iki bilgin var”
Gaziosmanpaşa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Facebook'ta Paylaş


Alt 04-26-2011, 05:41 PM   #2
tarıkziyad
Tecrübeli Üye
 
tarıkziyad - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Oct 2010
Mesajlar: 916
Tecrübe Puanı: 271015
tarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond repute
Standart

Kayıp Mu Uygarlığı ve Dini

Batık Mu kıtası ve Mu uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü, 19. yüzyılda yaşamış olan İngiliz araştırmacı James Churchward'ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır. İngiliz silahlı kuvvetlerinde albay olan Churchward, 1880'li yıllarda Hindistan ve Tibet'te görevle bulunduğu sıralarda bu kıta hakındaki ilk bilgileri edinmiş, emekliliğinden sonra da Orta Amerika'da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygariık hakkında beş eser yazmıştır.

Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen "Naacal Tabletleri" ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921-23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.

Bilim dünyası, gerek Churchward'ın ortaya çıkardığı Mu uygarlığının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis'in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası, bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki, dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de, büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır ve bilim dünyası ister kabul etsin, ister etmesin, Mısır, Maya kalıntıları, Paskalya adası uygarlığı gibi ~ugün nasıl ortaya çıktıkları izah edilemeyen birçok eser bu batık kıta uygarlıklarının varlığı ile mantıklı izahlara kavuşabilmektedir.

Evrim kuramları ve genel bulgulara göre, günümüzden 200 ile 500 bin yıl önce iki ayağı üzerinde dik olarak durabilen "Homo Erectus" yerini, düşünebilen insan "Homo Sapiens"e bırakmıştır. Homo Sapiens'in ortaya çıkış tarihini 200 bin yıl önce olarak kabul etsek dahi, o günden bu güne kadar insanoğlunun sadece günümüz uygarlığını yaratmış olduğunu düşünmek, insanlık adına büyük bir bencilliktir. 200 bin yıl önce dünyaya gelen ve uzmanlarca beyin ağırlığı ve düşünme kapasitesi günümüz insanı ile aynı olarak kabui edilen Homo Sapiens, ne olmuştur da, 194 bin yıl bekledikten sonra, günümüzden 6 bin yıl önce birden bire dev adımlar atmaya karar vernıiştir? Nitekim, günümüz bilim çevreleri, tekerleğin ve yazının ancak M.Ö. 4 binlerde bulunduğunu öne sürnıektedir.

Ancak, dünyanın geçirdiği tufan felaketi nedeniyle çok az belge ve bulgunun kalmış olmasına rağmen, bu belge ve bulgular, insanoğlunun dünya üzerindeki uzun geçmişinde, günümüz uygarlığının dışında en az bir büyük uygarlık daha yaratmış olduğunu ve hatta bugünkü uygarlığın temellerinin de bu eski uygarlıkta atıldığını ortaya koymaktadır.

James Churchward 1883'de, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkarttı. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğruitusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düştü. Bu manastırın, "Büyük Rahipler Kardeşliğinin" önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış "Naacal Tabletleri"ni gösterdi.

Rishi'nin Churchward'a, binlerce yıldır sır olarak saklanan tabletleri niçin gösterdiği bilinmiyor. Ancak, kendisi de bir inisiye olan Rishi'nin, başka kanallardan da olsa Ezoterik doktrini bünyesinde yaşatan bir diğer kardeşlik örgütüne, Masonluğa üye olan Churchward'ı kendisine yakın bulduğu ve bazı sırların batı dünyasına açıklanması zamanının geldiğine inandığı tahmin ediliyor.

Rishi, bu düşüncelerle Churchward'a iki yıl boyurıca üstadlık yaptı ve sadece büyük rahiplerin bildiği, Naacal Tabletlerinin yazıldığı ölü dili kendisine öğretti.

Naacal dilini öğrenen ve tabletleri inceleyen Churchward, bu tabletlerin ışığı doğultusunda batık kıta Mu ve uygarlığııtın izlerine rastlamak umuduyla 50 yıl süren araştırnıa gezilerine başladı.

Pasifik okyanusundaki hemen bütün adalarda, Sibirya ve Orta Asya'da, Avusturalya'da, Mısır'da incelemeler yapan Churchward'a yeni nur kaynağı Meksika'da parladı. Amerikalı Jeolog William Niven, 1921-23 yılları arasında Meksika'da yaptığı kazılarda, 11.500-12.000 yıl önce yazıldıkları saptanan 2600 dolayında tablet buldu. Bu tabletlerdeki yazılar ne Niven tarafından, ne de tabletler üzerinde uzun bir inceleme yapan Carnegie Enstitüsü uzmanlarından Dr. Morley tarafından okunamadı. Tabletlerin varlığını duyan Churchward Meksika'ya gitti ve Tibet'te öğrenmiş olduğu Naacal diliyle yazılı olduklarını ispatladığı Meksika tabletlerini çözmeyi başardı. Tibet tabletlerinde eksik kalan bilgilerini Meksika tabletleri ile tamamlayan Churchward, batık uygarlık Mu hakkında büyük'yankılar getiren eserlerirıi yazdı.

Churchward ve Niven'in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu. Danimarkalı araştırnıacı ve yazar Eric Von Daniken de, birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olan bu adalar kültürlerinin şaşılacak derecede benzediğine işaret ediyor. Churchward'a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürnıektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluţturmuţtur.

Mu uygalığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaşarak birer imparatorluğa dönüşen en önemli iki devlet, Atlantis ve Uygur İmparatorluklarıdır (8). Ayrıca, bugün Antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde de Mu uygarlığı yatmaktadır.

Mu uygarlığının ne zaman başladığı bilinmiyor. Naacal Tabletleri ve Meksika'da bulunanlar bu konuda aydınlatıcı olamadı. Ancak tabletler, Mu'nun kolonileşme ve uygarlığinın temelini oluşturan dinini yayma aşamasına 70 bin yıl önce geçtiğini gösteriyorlar.

15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal Tabletleri evrenin başlangıcı ve ortaya çıkışı konusunda ayrıntılı öngörüler kapsamakta. Bu tabletlere göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar biraraya geldi. Bu gazlar, güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı. Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı kapladı. Güneş ışıkları tıavayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yiikseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (Rna-Dna) oluşturdu. İlk hayat sudan ç~ktı ve tüm yeryüzüne yayıldı.

Günümüzde geçerli evren ve yaşamın oluşumu teorilerine bu denli benzerlik tesadüf olamaz. Zaten, en az 70 bin yaşında olan bir uygarlıktan daha farklı bilgiler ummak da saçmalık olur. Mu uygarlığının ulaştığı seviyeyi gösternıe açısından bir başka kaynaktan yararlanalım. Günümüzden 3 bin yıl önce yazılmış Mahabharata'da, uzak geçmişte insanoğlunun kullandığı bir silah tarif ediliyor: "Dumansız bir ateşin ışıltısına sahip olan ve alevler saçan bir mermi atıldı. Birden heryer karanlığa gömüldü. Daha sonra, gözleri kör eden bir ışık ve kulaklan sağır ederı bir gürültü çıktı. Ardından meydana gelen büyük ısıda sular buharlaştı. Filler, atlar, insanlar bir anda kavruldn. Ağaçlar tamamerı yandı. Heryer yeniden aydınlandığında koca ordudan geriye sadece bir avuç kül kalmıştı"...

Bu efsane, atalarımızın ulaştığı uygarlık düzeyinin yanısıra, onların dünyasının da bugün olduğu gibi, barıştan yana pek nasibini almadığını gösteriyor.

Mahabharata efsanesi ve Sodom ve Gomora'nın yokoluşu gibi diğer bazı efsaneler, Atlantis ve Mu kıtalarının batışı teorilerinden birisini destekler niteliktedir. Ancak bu konuya daha sonra değinileceği için şimdi, Mu uygarlığının yönetiliş biçimine ve bunun aracı olan ilk tek Tanrılı dine, "Mu Dini"ne göz atalım.

Mu uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorlann ünvanı, güneşin oğlu da denilen "Ra Mu" idi. Mu imparatorluğunun bir diğer adı da "Güneş İriıparatorluğu"ydu. Mu dilinde "Ra" kelimesi, giineş anlamına geliyordu. Mu'nun kolonisi olan Mısıi da da güneş tanrıya "Ra" adı verilmiştir. Ayrıca, kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya'da da imparatorun ünvanı "Güneşin Oğlu" dur. Bunun yansıra eski Maya ve İnka uygarlıklarında da krallar aynı ünvanı kullanmışlardır. İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan "Naacaller" bulunuyordu ve burılar yönetici sınıfı teşkil ediyordu. "Kutsal Sırlar Kardeşliği"nin üyesi olan Naacaller'in tüm dünyaya yaymış oldukları "Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dindi. Naacaller bu dini, sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyoriardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlannı sadece inisiye edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi.

Naacaller'in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu. Alaacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tannnın geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmektcydi. Mu dinine göre Tann o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi. İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani "Ra" idi. Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırıimış iddialann ve güneş kültü diye nitelendirilen inamşların kökeninde yatan olgu budur.

Naacal öğretisinde Güneş doğrudan Tann değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlannın kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu.

Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal kardeşlik örgütünün de başı, Ra Mu'nun kendisiydi. Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak "Güneşin Oğlu" ünvanını taşıyordu.

Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara "şeffaf mabetler" deniliyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü açıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.

Mu dini sembollerinin en önde geleni, ".Mu Kozmik Diyagramı"dır. Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, "Ra"nın, yani tek Tanrının kollektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, içiçe geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanriya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder. Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemierin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durnıası gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.

Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırrrıanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan'a ulaşmak zorundadır.

Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay'dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgerıin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında ~lar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur. Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan südur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler. Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissetfirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini remzeder. Bu sembol, Osiris iIe önce Atlantis'e buradan Hermes ile Mısır'a, Mısır'dan Yunanistan'a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.

Birçok sembol gibi, Ezoterik Sırlar Öğretisinin üyelerini kabul ettiği inisiasyon törenlerinin kökeni de, Mu Naacal okulundadır. Değişik örgütlenmeler vasıtasıyla 'günümüze kadar ulaşmış bu inisiasyon töreninde aday, uzun bir hazırlık ve soruşturma döneminden sonra, layık görülmesi halinde kardeşliğe kabul edilirdi. Naacal kardeşlik örgütüne üyelerin seçilerek âlındıkları dışında, kabul töreni ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta. Ancak, Naacal kardeşliğinin son durağı olarak da kabul edilebilecek Mısır'ın Hermetik kardeşliğine kabul töreninin Naacaller'in uyguladıkları törenden daha farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yok. Bu törenin ayrıntılarına Mısır uygarlığını incelerken dönüleceği için, şimdi Naacal öğretisinin diğer kavramlarına geri dönelim.






Mu dininin dört temel kavramı vardır:

1-Tanrı tektir. Herşey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
2-Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
3- Ruh, mükemmeliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
4- Mükemmeliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir.

Naacal öğretisine göre, Tanrı, sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurrrıuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar ona geri dönebilecek yeterliliktedir. Bu vasıflara sahip bir insan olabilmek ancak Naacal kardeşi olmakla ve kardeşlerin de öğretiyi derece derece sindirmeleri ile mümkündür. Naacaller, yalnızca üstad rahiplerin bu aţamaya ulaţabileceklerini kabul ederler.

Naacal öğretisinin bir diğer temel dayanağı, Tanrısal Nurdan çıkmış olan dört temel gücün kainatı kaosdan düzene geçirmiş oldukları teorisidir. Tanrının kendi asli nitelikleri olarak kabul edilen bu dört temel güç, "dört büyük inşaatçı", "dört büyük mimar", "dört büyük geometri üstadı" olarak adlandırılır. Bu dört temel eleman, ateş, yel, su ve toprak'dır .

Semavi dinlerin doğuşu ile bu dört temel eleman, "dört baş melek" olarak adlandırılmışlardır. Naacaller bu dört temel gücü gamalı haç ile sembolize etmişlerdir. Jeolog Niven'in bulduğu tabletler üzerinde rastlanan bu haçlardan, kollanının dördü de aynı uzunlukta olanının dört gücün eşitliğini, uçları kıvrık gamalı haçlardan ağızlarr sola dönük olanların iyiliği, sağa dönüklerin ise kötülüğü simbelediklerini görüyoruz. Bu konular üzerinde derin araştırmalar yapmış olan Hitler'in, imparatorluğuna sembol olarak ucu sağa dönük gamalı haçı seçmiş olması bir tesadüf değildir. İsa'nın da öğretisinde kullandığı haç sembolü aynı kaynaktan, Mu'dan gelmektedir.
__________________
Ölüm var YAAA ÖMER
Edeple gelen lutufla gider
bir gemileri yakanı sevdim birde gemileri karada yüzdüreni
tarıkziyad isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Alt 04-26-2011, 05:51 PM   #3
tarıkziyad
Tecrübeli Üye
 
tarıkziyad - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Oct 2010
Mesajlar: 916
Tecrübe Puanı: 271015
tarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond repute
Standart

japonyada deniz altında bulunan piramit tüm teorileri desterler nitlikte ve ortasında daire olan gamalı haç mu imparatorlugunun sembollerinden idi geriye kalan bence neden yok oldular dinimize baktıgımızda helak olmalarının tek sebebi azgınlık ve sapıklıga düşmüş olabilecekleridir mısaırdaki piramitler,çindeki türk piramitleri ve amerikadaki inka piramitleri birtek uygarlıgın olabilir buda dünya imparatorlugu demektir
Eklenen Resim Ön İzlemesi
Dosya tipi: gif gh1oh5.gif (361 Byte, 28x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg 800pxindusvalleysealskq4.jpg (73,1 KB (Kilobyte), 6x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg imageHandler.jpg (10,6 KB (Kilobyte), 6x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg imageHandler2.jpg (11,4 KB (Kilobyte), 6x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg 5a97cbb61f98a85f09968ad21f4fa9af_1267605634.jpg (10,9 KB (Kilobyte), 6x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg 6b3579ea0fae496078b7c83dfed41f12_1267605588.jpg (82,7 KB (Kilobyte), 5x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg 62dc089696998fdf7d4269f35cb4c16d_1267605543.jpg (18,8 KB (Kilobyte), 6x kez indirilmiştir)
Dosya tipi: jpg 284546dee12593cf5bc365824e914ef2_1267605415.jpg (92,4 KB (Kilobyte), 7x kez indirilmiştir)
__________________
Ölüm var YAAA ÖMER
Edeple gelen lutufla gider
bir gemileri yakanı sevdim birde gemileri karada yüzdüreni
tarıkziyad isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Alt 04-27-2011, 02:40 PM   #4
tarıkziyad
Tecrübeli Üye
 
tarıkziyad - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Oct 2010
Mesajlar: 916
Tecrübe Puanı: 271015
tarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond reputetarıkziyad has a reputation beyond repute
Standart

Sular şiddetle ovalara hücum etti.
Bütün araziyi kapladı.
Plajlarla, tepelerin olduğu
Alçak yerlerde girdaplar oluştu.
Sular bütün dünyayı kapladı.
Sular önüne gelen her şeyi ve canlıyı mahvetti.
Arzın temelleri sarsıldı ve MU kıtası battı.
Yalnız zirveler suların dışında kaldı.
Soğuk rüzgarlar çıkıncaya kadar kasırgalar esti.
Vadilerin yerlerinde derin buz çukurları oluştu.
Delikler çamurla doldu.
Açılan bir ağızdan dumanlar ve lavlar fışkırdı.
Yukarıdaki epik anlatım, Yunan alfabesindeki harflerin Maya dilindeki
yorumuyla açılarak yazılmasıyla ortaya çıkmıştır. ‘Alpha’ harfiyle başlayıp
‘Omega’ harfiyle biten Yunan alfabesinin Maya dilindeki çevrimi bize bu
ilginç anlatıyı sunmakta. Bir alfabenin içine kadar giren Mu Uygarlığının
batışı ve günümüz dünyasına etkileri aslında bir kitap olabilecek kadar
geniştir. Bu yazımda batık kıta Mu hakkında edindiğim bilgileri ve
araştırmalarımın özetini sizlerle paylaşacağım.
Bir önceki yazımda James Churchward(J.C.)’ın 70.000 yıllık geçmişe sahip
Mu Uygarlığı’nın izlerine nasıl rastladığından bahsetmiştim. J.C.’ın bulduğu
taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı. Burada ilginç bir saptamamı
belirtmek isterim. Kendi kendimize şu soruyu sorabiliriz. Mu veya Atlantis
gibi yüksek teknolojiye sahip olduğunu bildiğimiz uygarlıklardan niçin
geriye sadece taş tabletler kaldı? Cevabı basit olduğu kadar da
düşündürücü aslında bu sorunun. Tabletleri yazan ve uygarlıklarını anlatan
rahip Naacaller, bir gün bu sonla karşılaşacaklarını ve gelecek kuşaklara
bu bilgilerin kalmasını istiyorlardı. Taş tabletler üzerinde yapılacak karbon
testiyle uygarlıklarının çok eskiden yaşadığını anlatabileceklerdi.
Böylece insanlığın uygarlık tarihinin sadece 6.000 yıl önce başlamadığı da
ispatlanmış olacaktı. Bugünün teknolojisiyle aynı işi yapacak olsaydınız,
siz binlerce yıl hiç bozulmadan kalacak hangi medyayı kullanırdınız?
Tekrar konumuza dönelim. J.C. Naacal tabletlerinden edindiği bilgiler ile
5 kitap yazmıştır. 1930 lu yıllarda kaleme aldığı eserler ve yaptığı
konferanslar ile J.C. bilim dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır.
Nasıl uyandırmasın ki, o zamana kadar kutsal kitaplarda anlatılan tarih
ve yaratılış efsanelerinin ya yalan olduğunu ya da hatalı yorumlandığını
ortaya çıkarıyordu bu araştırmalar.
J.C. bu araştırmasında tüm kutsal dinlerin, farklı ırkların ve dillerin
Mu Uygarlığı’ndan türediğini ortaya atmıştı. Kutsal Mu kıtası bugünkü
Pasifik Okyanusu’nda bulunan büyük bir anakaraydı. Zaten Mu’nun bu
dildeki anlamı da ‘Anakara’ ydı. Aşağıdaki resimde temsili olarak
J.C.’ın çizmiş olduğu Mu kıtasının yerini gösteren harita vardır.

Mu Uygarlığı’nın bu anakaradan başka bir de kolonileri vardı.
Bunların en büyükleri bugünkü Atlantik Okyanusu’nun bulunduğu yerde
kurulmuş olan “Atlantis” ve Asya ile Avrupa’nın büyük bir bölümünü kaplayan
“Uygur” uygarlıklarıdır. Aşağıdaki resimde yine J.C. tarafından çizilmiş
temsili Uygur haritası görülmektedir.

Bütün bu uygarlıklar tarihin değişik zamanlarında geçirdikleri doğal afetler
ve insanlar arasında yapılan çok büyük savaşlar neticesinde suların
derinliklerine gömülmüştür. Gerek Mu’dan gerekse Mu’dan sonra büyük
bir uygarlık seviyesine çıkan Atlantis’in olağan üstü güçlere sahip rahipleri
ise bilgiyi kötü kişilerin eline geçmemesi için itina ile korumuşlardır.
J.C’ın bir konuşmasında yaptığı itirafta, kendisine kutsal dili öğreten
Tibet’li rahibin de son Naacal rahiplerinden biri olduğunu söylemektedir.
Demek ki ışık bir gün tekrar yeryüzüne çıkmak için zamanını bekliyor.
Şimdi çok kısa olarak Mu medeniyetinden bahsetmek istiyorum.
Bu konulara ilgi duyan kişilere ise yazımın ekinde vereceğim kaynakları
okumasını tavsiye edeceğim.
Mu anakarasında yaklaşık olarak 64 milyon insanın yaşadığı söylenir.
Bu insanların çok büyük bir bölümü beyaz renkli, sarışın insanlardı. Ayrıca
siyah, esmer, kızıl, sarı ırka mensup insanlar da vardı. Tüm insanlar büyük
bir uyum içersinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu
güneş sembolizması ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı ‘Ra’ idi.
Onun için Mu uygarlığına ‘Güneş İmparatorluğu’ da denmekteydi.
Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan
rahiplere Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır
dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz. Mu’da yaratılış da dahil
olmak üzere pek çok konu sembollerle ifade bulmuştu. Mu’dan kalan bu
sembollerin ve inanışların bugünkü kültürlere etkisini ve sembollerin derin
açıklamalarını bir sonraki yazıma bırakmak istiyorum.
Zira Mu’dan kalan semboller, aslında bizim pekçok şeyi nasıl yanlış
yorumladığımızı ve farklı kültürlere adadığımızı göstermektedir.
(Böylece bir sonraki yazımın reklamını da yapmış oluyorum ? )
Bir sonraki yazımda Mu sembolizmasını anlatmadan önce çok küçük fakat
ilginç bir yorumumu sizlerle paylaşmak isterim. Ankara isminin hangi tarihte
türediğini tam olarak bilemiyorum, fakat Mu adının ‘Anakara’ anlamına
geldiğini söylemiştim. Bu iki kelime ne kadar birbirine yakın değil mi?
Ayrıca yıllarca güzel Ankara’mızın sembolü olan Hitit güneşiyle, Mu’nun
sembolünün aynı olması sizce bir tesadüf mü?
Mu uygarlığı pek çok konuda ileri düzeydeydi. Örneğin yer altı gazlarından ve
Güneş enerjisinden ısınmak ve elektrik enerjisi elde etmek için
faydalanıyorlardı. Kuartz kristallerini çok değişik amaçlar için
kullanabilmekteydiler. Örneğin şifa, bilgi kaydı, enerji yoğunlaştırma ve
aktarımı gibi. Fakat en ilginç bilgilere evrenin ve tanrının yorumlanmasında
rastlıyoruz. Bu konuyu sembollerle de ilişkili olduğu için bir sonraki
yazımda ele almak istiyorum.
Şimdi tekrar J.C.’ın eserlerine dönelim, zira konumuzun bu bölümü
ulu önderimiz M.Kemal Atatürk ile de ilgili. Atatürk sadece büyük bir lider
değil aynı zamanda devrimci, araştırmacı ve yaratıcı bir kişiydi.
Türklerin tarih ve dilini araştırmak için Türk Dil ve Tarih Kurumu’nu kurmuştu.
Bu kurumun araştırmaları pekçok bilgiye erişmesine karşılık hala açıkta
kalan bazı noktalar aydınlanmamıştı. 1932 yılında Tahsin Mayatepek
adındaki eski bir albayın Maya ve Türk dilleri arasındaki benzerlikten
bahsetmesi üzerine Atatürk kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi.
Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki
şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin
Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü
(Örneğin bizdeki ‘tepe’ Maya dilinde ‘tepek’ olarak geçer. Zaten Tahsin
bey de sanırım bu soyadı araştırmalarından sonra benimsemiştir) Fakat
kendisini şaşırtan asıl gelişmeler J.C.’ın kitaplarıyla karşılaşmasıyla olmuştur.
Bu kitaplar Türkiye’ye getirilerek bir tercüman ordusu tarafından hızla
tercüme edilmiş ve daktilo sayfalarına dökülmüştür. Atatürk bu çevirilerden
özellikle “Kayıp Kıta Mu” ve “Mu’nun Çocukları” ile ilgilenmiş ve kendi
elleriyle çevirilerin yanlarına notlar düşmüştür. Atatürk ne yazık ki 1935
yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığa yenik düşerek araştırmalarını
toplama imkanına kavuşamamıştır. Bu konu Kanal D televizyonu ve
Fenomen dergilerince de ele alınmış fakat üzerine gidilmemiştir.
Benim 1996 yılında Türk Dil Kurumunda yaptığım bir araştırmada
J.C.’ın orjinal 5 kitabına, bunların çevirilerine ve Tahsin beyin bizzat
eliyle tuttuğu notlara rastladım. Bu notlar halen T.D.K. da 56 ve 57
numaralı dosyalarda korunmaktadır. Benim yaptığım bu tespitin aynısı,
çok yeni kitabı çıkan Ergun Candan’ın “Gizli Sırlar Öğretisi” nde de yer
almaktadır. Kendisi ile telefon görüşmemde bu bilgileri ilk defa kamuoyuna
duyurulmasından duyduğum mutluluğu ifade ettim. İkimizin de paylaştığı
ortak duygu bu kitapların yeniden yorumlanarak toplanması ve Tahsin
beyin yaptığı çalışmalarla birleştirilerek halkımızın bilgisine sunulmasıdır.
Sanırım burada en büyük görev Kültür Bakanı’mıza düşmektedir. Bu bilgiler
çok az kişinin bilgisi dahilinde. Her ne kadar dünya görüşlerimizi yeniden
gözden geçirmemizi gerektirecek kadar şaşırtıcı olsa da bence bu
bilgilerin çok kişinin önüne açılması gerekmektedir.
Yeni dünya düzeni içinde üzülerek gördüğüm bir gelişme var.
Başta gençlerimiz olmak üzere tüm toplumumuz giderek daha az araştırıcı
olmakta. İşin ilginç yanı ise başta politik liderlerimiz olmak üzere medyanın
da aynı doğrultuda çalışmalar yapmasıdır. Televizyonlarımız ‘Televole’
benzeri ağızda keçi boynuzu tadı bırakan bence zararlı fakat büyüklerimiz
tarafından faydalı(!) görülen ‘saçma programların’ istilasına uğramıştır.
İnsanlarımız ‘Materyalist-Maddeye bağımlı’ yetiştirilmektedir. Erdemlerimiz
unutulmakta, manevi değerlerin yerini sadece geçici sahte mutlulular veren
maddiyat almaktadır. Gerçeği araştıran, sorgulayan, fikirler üreten insanların
azaldığı bir dünyada sizlerle paylaşmaktan zevk aldığım bilgilerin ufak
merak tohumları olması dileğiyle,
Sevgi Işığınız Aydınlığınız Olsun diyorum.
“Ne kadar uzağa bakmak istiyorsan, o kadar geçmişe bakmalısın.”
Mu’tlu

Yararlanılabilecek Kaynaklar :
1- Gizli Sırlar Öğretisi, Ergun Candan (Sınır Ötesi yayınları)
2- Ezoterik-Batini Doktirinler Tarihi, Cihangir Gener (Gece yayınları)
3- Batık Ülke Mu Uygarlığı, Hans Stephan Santesson (RM yayınları)
4- Edgar Cayce’nin Atlantis ve Mu ile ilgili kitapları (RM yayınları)
5- Children of MU-MU’nun Çocukları, J.C.
6- The Sacred Symbols of MU-MU’nun Gizli Sembolleri, J.C.
7- The Lost Continent of MU-Kayıp Kıta MU, J.C.
8- Fenomen Dergisi, Sayı 3,6,14,24,26,28
__________________
Ölüm var YAAA ÖMER
Edeple gelen lutufla gider
bir gemileri yakanı sevdim birde gemileri karada yüzdüreni

Konu tarıkziyad tarafından (04-27-2011 Saat 02:49 PM ) değiştirilmiştir.
tarıkziyad isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
Yok


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı



WEZ Format +3. Şuan Saat: 11:31 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.4
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.