Go Back   DefineBurada.CoM > OSMANLI TARİHİ > Osmanlı Devletinde Yükselme Devri
alan tarama | dedektör | toprak altı görüntüleme sistemleri

Cevapla
 
Seçenekler Thema bewerten Stil
Alt 11-05-2008, 03:47 PM   #1
hira_pc
Administrators
 
hira_pc - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: May 2008
Mesajlar: 1.482
Tecrübe Puanı: 10
hira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond reputehira_pc has a reputation beyond repute
Standart Sultan Ikinci Murad Dönemi


SULTAN IKINCI MURAD DÖNEMI
1404 Haziran'inda Amasya'da dünyaya gelen Murad, babasi Çelebi Sultan Mehmed (Birinci Mehmed)'in vefati üzerine daha 17 veya 18 yasinda bir delikanli iken Osmanli tahtina geçip idareyi eline almak zorunda kaldi. Ileride de temas edilip görülecegi gibi onun yönetimde bulundugu dönem, idarî, mülkî ve hukukî mekanizmanin istikrarli bir sekilde intizam ve ahenkle yürüyen bir devir olmustu. Bununla beraber hâlâ Timur âfetinden kalma ve islemekte bulunan bazi yaralarin bulunduguna isaret etmek gerekir.
Yas bakimindan çocukluktan henüz çikmis olan Ikinci Murad, hem savas sanatinda hem de siyasî deha ve anlayista çocukluktan çok uzakti. Gerçekten henüz on iki yaslarinda iken Seyh Bedreddin Mahmud isyaninin bastirilmasinda oynadigi önemli rol, babasi Çelebi Mehmed'in, oglunun yasina göre vaktinden önce tahta çikabilecegini ve buna lâyik olabilecegini sezdigi belirtilmektedir. Bunun için de hükümdar, oglunun, hükümdarlarin görmesi gereken egitimden geçirilmesini istemis, veliahdin savaslar ve iktidarin zorluklari ile karsilasmasini arzulamistir. Oglunun erken yaslarda tahta geçmesi, babasinin tasarilarina da uygun düsüyordu. Genç yasi, yakisikliligi, iliskilerindeki zerafet ve nezaket, gögüs gögüse olan savaslardaki mahareti, kendisinden daha yasli ve tecrübeli savasçilar ile bilhassa vasisi durumundaki Bâyezid Pasa ile yaptigi tartismalarda son derece yumusak basli davranmasi ve çocuksu görünüsüyle askerlerinin onu hem kalpten sevmeleri, hem de kudretine saygi göstermeleri, Ikinci Murad'i ordunun yegane hâkimi durumuna getirmisti. Babasinda görülen muntazam yüz hatlari, oldugu gibi ogluna da geçmisti. Onun manevî etkisine yakisikliligindan ileri gelmis bir tesir de eklenmisti. Velhasil, bir milletin, kendi basinda bulunan hükümdarda görmek istedigi, tabiatin taci olan yakisiklilik, bütünüyle Ikinci Murad'da toplanmisti.
Sehzade Murad, 1410 yilina kadar Amasya sarayinda kaldi. Sonra babasi Çelebi Mehmed ile Bursa'ya, 1413'te de Edirne'ye gitti. 12 yasina girince Rum vilayeti beyligi ile Amasya'ya geldi. Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve Osmancik bölgelerini içine alan Rum veya Danismendiye vilayeti, Osmanlilar'in dogu sinir vilayeti olup o dönemlerde fevkalâde bir önemi haiz idi. Bu yüzden Osmanli sultani, sarktaki gelismeleri çok dikkatle takip etmek zorunda idi. Çünkü burada, küçümsenmeyecek miktarda Türkmen ve Mogol göçebeleri vardi. Bunlari, merkezin kontrolü altinda tutabilmek pek kolay bir is degildi. Iste Çelebi Sultan Mehmed, büyük oglu Murad'i lalasi Yörgüç Bey ile bu mühim vilayetin basina gönderiyordu. Tayininden bir yil sonra Murad, idaresinde bulunan Amasya kuvvetleri ile Börklüce Mustafa isyanini bastirmak üzere Saruhan ve Izmir taraflarina hareket emrini almisti.
Babasi tarafindan, ileride hükümdar olabilecek sekilde yetistirilen Murad, babasinin ölüm haberini alinca Amasya ile Bursa'yi birbirine baglayan uzun yolu süratle asip Bursa'ya yetisir. Çelebi Sultan Mehmed'in ölümünden ancak o zaman haberdar olan Yeniçeriler, yeni sultani karsilamak üzere sehrin disina çikarlar. Yeniçeriler, onunla birlikte saraya kadar gelip huzurunda geçit resmini tamamladiktan sonra bagliliklarini bildirirler. Bursa'da, devlet ileri gelenleri ile yeniçeriler tarafindan kendisine bey'at edilen Murad Bey, babasinin cenazesini muhtesem bir törenle Yesil Cami yanindaki türbesine defn ettirip bir hafta yas tutulmasini emr eder. 25 Haziran 1421'de, babasinin ölümünden kirk gün sonra Osmanli tahtina geçip hükümdar olan Murad'a, Yildirim Bâyezid'in damadi Seyh Emir Buharî hazretleri kendi eliyle kiliç kusatip hükümdarligini ilan eder. Hükümdar olduktan sonra çevresinde bulunan beylikler ile politik bakimdan önemli olan Karaman, Germiyan, Mentese, Dulkadir, Isfendiyar beyleri ile Misir Sultani, Akkoyunlu ve Karakoyunlu emirleri, Hindistan hükümdari, Alman Imparatoru, Macar Krali Sigismond, Bizans Imparatoru ile Eflâk ve Bogdan Voyvodalari, Sirp ve Bosna Krallari, Mora Despotu ve Venedik Cumhuriyeti gibi devletlerin tamamina özel elçiler ile mektuplar gönderip kendisinin Osmanli tahtina geçip hükümdar oldugunu bildirir.
Tahta geçtigi sirada babasi gibi baris temayülünde oldugu anlasilan Sultan Ikinci Murad'in bu barisçi arzusu, özellikle Bizans tarafindan farkli bir anlayisla yorumlanacaktir. Bu sebeple Bizans, hemen hemen her zaman oldugu gibi, bu sefer de, saltanat degisikliginin meydana getirecegi nazik durumdan yararlanmaya yeltendi.
Sultan Murad'in, Osmanli toplumunu taht hakkinda tereddüde düsürecek yasta baska erkek kardesi yoktu. Onun, iki kardesi, daha babalarinin sagliginda ölmüslerdi. Sadece çocuk denebilecek yasta iki küçük kardesi kalmisti. Bunlar da daha sonra vebadan öleceklerdi.
Daha önce de temas edildigi gibi, Müslüman ve Hiristiyan devletlere elçiler gönderen Sultan II. Murad, Karaman Beyi ve Macarlarla birer baris antlasmasi yapar. Barisi seven bir kimse olarak Sultan Murad, bu duygusunu her zaman açiga vuruyordu. Fakat Bizans devlet adamlarinin Osmanlilar'daki saltanat degisikliginin meydana getirebilecegi ilk günlerdeki saskinlik havasindan faydalanmak istemeleri, Sultan Murad'i mücadeleye hazirlanma mecburiyetinde birakti. Bizans'tan, Sultan Murad'i tebrik için gönderilen elçiye verilen gerçek talimat, Mustafa Çelebi (Düzme Mustafa)'nin elde bulunusundan istifadeyi temindi. Imparator Manuel, bir koz olarak elinde tuttugu Mustafa Çelebi vasitasiyle Murad'dan bazi menfaatler temin etmek istiyordu. Buna göre, imparatorun elçisi Çelebi Sultan Mehmed'in vasiyetine istinaden Murad'in, küçük kardeslerinin kendisine teslim edilmesini ister. Çelebi Sultan Mehmed'in iki küçük oglunun (Yusuf ve Mahmud) Bizans'a gönderilme isi, sadece bir vasiyet olduguna göre iki devlet arasinda taahhüde bagli olmayan bir mesele idi. Bunu bir hak isteme seklinde ileri sürmek, Bizans kurnazligindan baska bir sey degildi. Nitekim elçinin sehzadelerle ilgili talebine veziri azam ve Rumeli beylerbeyi olarak islerin idaresini elinde bulunduran Bâyezid Pasa, padisah adina "Müslüman evladinin, müslüman olmayanlar yaninda terbiye ve egitim görmesinin Seriat-i Muhammediye'ye aykiri oldugu, bu bakimdan efendisi imparatora bu vâsilikten vaz geçerek kendisi ile iyi iliskilerini devam ettirmesini rica eyledigini" söyler. Böylece, daha önce alinan vâsilik kararina uyulmayarak sehzadeler Tokat'a gönderilir.
Manuel, elçilerine verilen bu cevabi ögrenince, memleketinin içinde bulundugu acikli durumu ve güçlü bir düsmanin öfkesini üstüne çekmekle kendisini tehlikelere atmis olacagini hesap etmeksizin Dimitrius Laskaris Leontarius'u iyice silahlanmis on kadirga ile Limni adasina gönderir. Leontarius, imparator adina burada adeta bir sürgün hayati yasayan Mustafa Çelebi ile pazarliga girisir. Yapilan bu pazarliga göre Mustafa ve onun kader arkadasi olan Izmiroglu Cüneyd serbest birakilacaklardi. Mustafa, tahtin mesru vârisi olarak kabul edilecekti. Limni adasindaki sürgün hayatindan sonra böyle bir devlet kusunun basina konmasina sevinen Mustafa Çelebi, saltanati ugruna bol bol vaadlerde bulunur. Imparator, entrikali siyasetinin Müslüman Türkler arasinda çikaracagi nifaktan büyük faydalar umarak Mustafa'ya bazi sartlar teklif edince bunlar büyük bir istiyakla kabul edilir. Buna göre sayet Mustafa basarili olursa Gelibolu ile Istanbul'un kuzeyinde Bogdan sinirina kadar Karadeniz kiyisindaki bütün sehirler ile güneyde Erysus ve Aynaroz'a kadar olan yerlerin tamamini Imparatora geri vermeyi taahhüd etti. Böylece Mustafa, büyük emeklerle elde edilmis bulunan topraklan, tekrar Bizans'a vermeyi kabul ediyordu. Mustafa, kendisi için utanç verici olan bu antlasmayi imzaladiktan ve yemin ile de onu teyid edip saglamlastirdiktan sonra Leontarius, 15 gemiden mütesekkil bir filo ile onu ve yandaslarini Gelibolu önlerine çikarir (Eylül 1421). Bu hareketi ile Sultan Ikinci Murad'a karsi cephe alan Bizans'la birlikte Anadolu beylikleri de yeni hükümdarin babasi olan Mehmed Çelebi'nin yaptigi ilhaklari geri almak ve Osmanli tabiiyetini tanimamak suretiyle ayaklanip Anadolu birliginin bozulmasina sebep oldular. Nitekim Germiyanoglu II. Yakub Bey, Sultan Murad'i tanimayarak Mustafa Çelebi'nin tarafini tuttugu gibi, Hamideli de Karamanoglu tarafindan isgal edildi. Öte yandan babalan Ilyas Bey tarafindan Osmanli sarayina gönderilmis bulunan Menteseogullari'ndan Ahmed ve Leys de bu karisikliklardan istifade ile kendi memleketlerine dönmüs ve bagimsizliklarini ilan edip kendi adlarina bastirdiklari paralara Osmanli hükümdarinin adini koymamak suretiyle onu tanimadiklarini gösterdiler.Anadolu birligine vurulan darbe bu kadarla da bitmiyordu. Aydinoglu ile Saruhanoglu eski topraklarindan bir kismini ellerine geçirmislerdi. Keza taarruza geçen Isfendiyar Bey de Osmanlilar'in himayesi altinda Çankiri, Kalecik ve Tosya'da hüküm süren oglu Kasim'i buralardan kovmustu. Sultan Murad, Bizans tarafindan tertiplenen ve Osmanli ülkesini bölmeye yönelik olan Sehzade Mustafa isyani ile ugrasirken bu oldu-bittilere karsi sessiz kalmak ihtiyacini hissetmisti. Zira günün siyasî sartlari bir müddet için onu böyle davranmak zorunda birakmisti.
MUSTAFA ÇELEBI'NIN ISYANI ve ÖLDÜRÜLMESI
Sultan Ikinci Murad, hükümdarliginin ilk iki yilini iç isyanlari bastirmak ve ülke birligini yeniden tesis etmekle geçirdi. Gerek kendisi gerekse devleti için en büyük tehlike Mustafa Çelebi'nin isyani idi, Daha önce de temas edildigi gibi Mustafa Çelebi, Bizans Imparatoru'nun sözünden çikmamak, oglunu rehine olarak onun yarlina vermek ve Osmanlilar'a ait bazi yerleri Bizans'a terk etme karsiliginda Imparatorun adami ile bir antlasma yapmisti. Buna karsilik Imparator da Ikinci Murad'i degil, onu hükümdar olarak taniyacakti. Bu hareketin gerçeklesmesi için de Imparator ona yardim edecekti. Iki taraf arasinda gerçeklestirilen bu antlasma geregince Imparator, Limni adasinda sürgün hayati yasayan Mustafa Çelebi'yi Gelibolu önlerine çikarip ona yardim edecekti. Onu, 15 gemiden mütesekkil bir filo ile Gelibolu önlerine çikaran Leontarius, bu hareketi ile Bizans adina büyük bir basari saglamis oluyordu. Mustafa Çelebi, yaninda Izmiroglu Cüneyd Bey ve maiyetine ilaveten bir kisim Rum kuvvetleri de oldugu halde Gelibolu'ya gelir.
Mustafa Çelebi'nin kuvvetleri Gelibolu'ya çiktiklari zaman karsilarinda Sultan Murad'in kuvvetlerini buldular. Iki taraf arasinda siddetli muharebeler oldu. Mustafa'nin kuvvetlerine kumanda eden Cüneyd Bey, galib gelince Mustafa kadirgadan inip karaya çikar. Ama muharebe yeniden devam edip siddetlenir. Geceyi kadirgada geçiren Mustafa Çelebi, Gelibolu halkinin ileri gelenlerini davet ederek kendisinin Yildirim Bayezid'in oglu oldugunu, Edirne'ye gitmesi için kendisine yol verilmesini ve hükümdar olarak taninmasini ister, Gelibolu halki ve civardakiler, Mustafa Çelebi'ye bey'at ettilerse de Sahmelek komutasindaki kale muhafizlari kaleyi teslim etmediklerinden Mustafa Çelebi, Izmiroglu Cüneyd Bey ile Leontarius'u kale önünde birakarak Aynaroz taraflarina dogru yürüyüp bazi yerleri ele geçirmisti. Halk, geçtigi yerlerde Mustafa Çelebi'ye iltihak ediyordu. Böylece, gün geçtikçe kuvvetleri de çogalip büyüyordu. Bu arada önemli olan mesele Rumeli'de sadece halk tabakasinin degil, askerin, komutanlarin ve Rumeli Beylerbeyi'nin Mustafa Çelebi'ye iltihak ederek onu hükümdar olarak kabul etmeleri geliyordu. Zaten onun kisa zamanda muvaffak olmasinin ve kuvvetlerinin çogalmasinin en önemli âmili Rumeli bey ve komutanlarinin kendisine katilmalari idi.
Mustafa Çelebi'nin, Müslüman kani akitilarak zapt edilmis olan topraklari Bizans'a terk etmeyi kabul eden bir antlasma imzaladigi ve devletin birligini bozacak iddialarla ortaya çiktigi halde Rumeli beylerinin ona iltihak etmesi dikkati çekecek bir noktadir. Bazi tarihçilere göre bunun sebebini henüz on sekiz yasinda bulunan bir delikanlinin yerine, yetiskin bir kimsenin tahta geçmesi arzusu bulunmaktadir. Bununla beraber bu meseleye sadece yasça küçük veya büyük olma açisindan bakmamak gerekir. Bölge halkini etrafina toplamayi basaran Mustafa Çelebi, Vardar Yenicesinden sonra Edirne'yi de ele geçirmek suretiyle Rumeli'ne hakim olacakti.
Cüneyd Bey'in fikir ve yardimi ile Rumeli'nin "Yayasini" "Müsellem" hale getiren Mustafa Çelebi, her birine elliser akça harçlik tayin ederek yeni bir teskilat kurmaya muvaffak olur. Bu uygulama, askerin hosuna gider. Mustafa Çelebi'nin yaptigi tahribat ve kazandigi basari haberleri Bursa'ya ulasinca Sultan Murad'in huzuru ile Vezir-i Azam ve Beylerbeyi Bâyezid, ikinci vezir Çandarlizâde Ibrahim, üçüncü vezir Haci Ivaz Pasa'larla Timurtas Pasa'nin Umur, Ali ve Oruç Beyler adindaki üç oglu bir görüsme yaparlar. Bu görüsmede Ibrahim Pasa ile Haci Ivaz Pasa, hem beylerbeyi olmasi hem de Rumeli beylerini yakindan tanimasi sebebiyle Bayezid Pasa'nin Mustafa Çelebi üzerine gönderilmesini teklif ederler. Timurtas Pasa'nin ogullari ise bizzat padisahin gitmesini söylerler. Sultan Murad, ilk iki vezirin teklifi üzere babasinin en güçlü vezirlerinden olan Bâyezid Pasa'nin gitmesini uygun görür.
Gelibolu yolu kapali oldugundan Bâyezid Pasa kis mevsiminde Istanbul Bogazi'ndaki Güzelcehisar (Anadoluhisari)'dan Rumeli yakasina geçer. Yaninda büyük bir kuvvet yoktu. Edirne tarafina gidip orada da kuvvet topladi. Mustafa Çelebi'nin Gelibolu'dan çikip geldigini duyunca onu Sazlidere mevkiinde karsilar. Askeri, Mustafa Çelebi tarafina geçen bu Pasa da sehzadeye iltihaka mecbur olur. Mustafa Çelebi, Timur ile yapilan savasta aldigi yaralari göstererek Bâyezid Pasa'yi kendine baglayip vezir tayin etmek istediyse de çok geçmeden Evrenos ogullari ve Cüneyd Bey'in de tesviki ile onu Sazlidere'de öldürtür. Bâyezid Pasa'nin öldürülmesinden sonra bütün askerleri, Mustafa'nin tarafina geçerler. Bundan sonra parlak bir tören ve muzaffer bir eda ile Edirne'ye giren Mustafa Çelebi, burada hükümdarligini ilân eder. Rumeli'deki bütün sehir ve merkezler, onun hükümranligini tanidilar.
Mustafa Çelebi, bundan sonra Anadolu'ya geçmek üzere Gelibolu'ya tekrar hareket eder. Artik Rumeli'nin bütün beyleri ve kuvvetleri onunla beraberdirler. Mustafa Çelebi'nin Sazlidere basansini haber alan Gelibolu muhafizi, kaleyi Dimitrius Leontarius'a teslim etmek zorunda kalir. Dimitrius, buraya asker ve mühimmat koymaya hazirlanirken, Izmiroglu Cüneyd Bey yetiserek buna mani olur. Bunun üzerine Mustafa Çelebi'ye bas vuran Dimitrius'a, Mustafa Çelebi, Gelibolu'yu Imparatora teslim edecegine dair verdigi sözü unutmadigini, ancak böyle bir harekette bulunmasinin Müslüman halk arasinda büyük bir infiale sebep olacagini bu yüzden halkin kendi padisahligini tanimayacagini söyler. Bunun üzerine Istanbul'a dönen Dimitrius Leontarius, durumu Imparatora anlatir.
Mustafa Çelebi, Gelibolu kalesini tahkim ederek donanmaya komutanlar tayin eder. Buradaki isleri yoluna koyduktan sonra Edirne'ye dönerek, daha önce kardesi Çelebi Sultan Mehmed tarafindan devlet hazinesine konmus bulunan servete el koyarak sefahata baslar.
împarator, Mustafa Çelebi'nin kendisini atlatarak Gelibolu'yu vermemesi üzerine onu terk edip Sultan Murad'la anlasmak ister. Bu siralarda Bursa'da bulunan Sultan Ikinci Murad, Gelibolu'nun Imparatora teslim edilmedigi haberini alinca o da bu firsattan istifade etmek ister. Bunun için, Bâyezid Pasa'nin ölümünden sonra Vezir-i Azam olan Çandarlizâde Ibrahim Pasa'yi elçi olarak Istanbul'a gönderir. Fakat Imparator, Gelibolu ile iki sehzadenin kendisine teslim edilmesinde israr ettigi için bir anlasmaya varilamaz. Bu durum, Sultan Murad'in, Mustafa Çelebi tarafindan kazanilan basarilardan bir hayli telasa düstügünü göstermektedir. Gerçekten de Sultan Murad, Yildirim Bâyezid zamaninda Bursa'ya gelen ve kaynaklarin ifadesine göre bütün Osmanli padisahlarinin kendisine hürmet ettigi, kendisinden daima hayir dua bekledikleri ve kendilerine kiliç kusatan Emir Sultan'dan manevî yardim talebinde bulunur. Verilen bilgiye göre Emir Sultan, Murad ile amcasi Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa) arasindaki mücadelede, Sultan Murad tarafini tutup onu tesci' etmis, ayni hükümdarin 1422 Istanbul muhasarasina beraberinde yüzlerce dervis ile bizzat istirak etmistir.
Cenevizliler, Osmanlilar'dan önce Foça'daki sap madenlerini isletiyor ve Saruhanogullari'na her sene bir miktar para vererek buradaki kalede ikamet ediyorlardi. Buradan elde edilen saplari da Avrupa piyasalarina ihraç ediyorlardi. Bölge, Osmanlilar'a geçtigi zaman bu vergiyi Osmanlilar almaya basladilar. Bu Ceneviz kolonisi, dogudaki diger Ceneviz kolonileri gibi belli bir süre tayin edilen podesta (vali, komiser) veya konsoloslar vasitasiyle idare ediliyorlardi. Çelebi Sultan Mehmed'in sagliginda Foça'da Jan Adorno adinda bir podesta bulunuyordu. Burasi on sene müddetle kendisine verilmisti. Adorno, Foça madenlerini islemek karsiliginda senede yirmi bin altin üzerine Çelebi Sultan Mehmed'le anlasmisti. Çelebi Mehmed'in vefatindan sonra ortaya çikan Mustafa Çelebi hadisesi esnasinda, maden isi aksamis ve Jan Adorno yillik imtiyaz bedelini ödeyememisti.
Adorno, Çelebi Sultan Mehmed'in ölüm haberini alinca bu firsattan istifade ile borcundan kurtulmak isteyerek Sultan Murad'a mektuplar yazar. Bu mektuplarda o, kendisini kadirgalarla Anadolu'dan Rumeli'ye geçirebilecegini ve kendisine hiç kimsenin yapamadigi hizmeti yapacagini söylemisti. Murad tarafindan memnuniyetle karsilanan bu teklif, zamani gelince iyi bir sekilde degerlendirilecektir.
Böylece, Foça'lilarla da anlasan Sultan Murad'a karsilik Mustafa Çelebi, kazandigi zaferin sarhoslugu içinde kendini zevk ve eglenceye kaptirmisti. Askerinin hizmetlerine karsilik, onlari mükâfatlandirmayi aklina bile getirmiyordu. Hatta öylesine ki sayet Cüneyd, Sultan Murad'in hazirliklarini bildirerek kendisini tembelliginden uyandirmamis olsaydi, aleyhinde silahlandigi genç padisahi da unutacak ve Edirne'de hareketsiz oturup duracakti. Cüneyd, Mustafa'ya: "Murad, Imparatorla pazarlik halinde bulunuyor, üstelik Frenklerle de anlasiyor. Biz de Edirne'de hiç bir hazirlikta bulunmadan oturuyoruz. Onlar bu tarafa gelmeden önce biz karsi tarafa geçelim. Her bakimdan düsmanlarimizdan üstünüz. Onlar bu tarafa geçerlerse, bizim için felaket olur." diyerek onu ikaz ediyordu. Cüneyd, bu sözleri ile düsmanlari olan Sultan Murad'in Cenevizlilerle birlikte Avrupa'ya gelmeden önce kendilerinin Asya'ya geçmesini ögütlüyordu. Gerçi O, bu düsünce ve bunun mahsûlü olan hareketleri ile daha çok kendi menfaatlerine hizmet ediyordu. Çünkü sonucundan ümidini kestigi bir tesebbüsün sonlarindan, yeni bir hainlikle kurtulmak niyetinde idi.
Mustafa Çelebi, derhal kuvvetlerini toplayarak 20 Ocak 1422'de Gelibolu'ya gelip Lapseki'ye geçer. Sultan Murad'in müttefiki olan Cenevizlilerin donanmasi, Mustafa Çelebi'nin geçmesine mani olmak istediyse de bunda muvaffak olamaz. Mustafa Çelebi'nin yaninda on iki bin atli ve bes bin yaya vardi. Mustafa Çelebi, burada üç gün kaldiktan sonra Bursa'ya dogru harekete geçer. Bunu haber alan Sultan Murad, Bursa'dan çikarak Ulubad'a gelir. Ulubat deresi üzerindeki köprüyü keser. Böylece Mustafa'nin ordusunun sol kanadi denize dayanmis, sag kanadi da Ulubat gölü ve batakliklari ile kapanmis bulunuyordu.
Sultan Murad'in maiyetinde Haci Ivaz Pasa ile Timurtas'in üç oglu Umur, Ali ve Oruç Beylerle, Cüneyd'in kardesi oldugu söylenen Hamza Bey de vardi. Iki taraf, Ulubat suyu önünde ve suyun iki kiyisinda karsilasirlar. Bu karsilasmada hiçbir taraf üstünlük saglayamaz. Sultan Murad'in ordusunda Mihaloglu Mehmed Bey de vardi. Bu zat, Musa Çelebi'nin Rumeli'deki saltanati zamaninda onun beylerbeyi yani ordu komutani idi. Bununla beraber el altindan Çelebi Mehmed'e taraftar idi. Çelebi Mehmed zamaninda akinci beyliginde ve divanda bulunmustu. Seyh Bedreddin Mahittud olayinda Tokat kalesinde hapsedilmisti. Murad hükümdar olup, Mustafa Çelebi hadisesi ortaya çikinca Murad'in devlet adamlari, eski söhretli Rumeli beylerinden olan Mihaloglu'nun serbest birakilarak gönlünün alinmasini ve bunun Rumeli akinci beyleri üzerindeki nüfuzunun büyüklügünden söz ettiler. Bunun üzerine Mihaloglu Mehmed Bey derhal Tokat'tan alinarak Bursa'ya getirilmis, oradan da ordu ile Ulubat önüne gelmisti.
Mihaloglu Mehmed Bey, bir gece Ulubat çayinin kenarina gelerek Rumeli akinci beylerini isimleri ile çagirmaya baslar. Bunlar, çay kenarina gelerek ölmüs oldugunu sandiklan Mihaloglu'nun sag oldugunu anladilar. O, akinci beylerine padisahlarinin oglunu terk ederek bir düzme hükümdara tabi olduklarindan dolayi sitemde bulunur. Bu sitem karsisinda onlar, Mihaloglu'nun istegi dogrultusunda hareket edeceklerine söz verirler. Böylece Mihaloglu, Rumeli beylerinden, Murad'in tarafina geçeceklerine dair söz almis oldu. Bu görüsmeden haberdar olan Mustafa Çelebi, korkmaya baslar.
Bu korku, kalbinde büyük süphelerin meydana gelmesine sebep olur.
Bu sirada Mustafa, Ulubat çayinin kiyilarina yaklasir. Murad, savasa hazirlanmakla beraber, tahta çikisinda kendisine kiliç kusatan Emir Sultan'in kendisi için dua etmesini ister. Emir Sultan da üç gün üst üste dua edip zaferin Murad'a ait olmasi niyazinda bulunur. Bu üç gün içinde Mustafa, sinirlerinin fazlasiyla gerilmesinden dolayi bir burun kanamasina tutulur. Mustafa'nin taraftarlari bunu, onun yenilecegine bir isaret sayarlar.
Tam bu esnada Vezir Haci Ivaz Pasa'dan, Mustafa Çelebi'ye gizli bir mektup gelir. Haci Ivaz, mektupta kendi sadakatinden bahs ettikten sonra Rumeli beylerinin Murad'la ittifakindan ve gününü tayin ettikleri bir baskinla ansizin kendisini yakalayacaklarindan inandirici bir sekilde söz eder. Bundan baska Timurtas Pasa ogullarindan da Cüneyd Bey'e bir mektup gelmisti. Onlarin bu mektubunda da dostluklar hatirlatiliyor ve Rumeli beylerinin Mustafa Çelebi'yi yakalayarak Sultan Murad'a teslim edeceklerine temas ediliyordu. Sayet kendisi Osmanlilarin hâkimiyetini taniyacak olursa, Aydin ve havalisinin kendisine verileceginden bahs ediliyordu.
Mustafa Çelebi, Rumeli beylerinin Mihaloglu Mehmed Bey ile görüsmelerinden süpheye düsmüstü. Haci Ivaz Pasa'dan gelen mektup ise onun bu süphelerini büsbütün artirmisti. Bunun üzerine durumu Cüneyd Bey'e açar. Cüneyd Bey, kendisine gelen mektuplari da ona gösterir.
"Harp hiledir" kaidesince uygulanan bu plân, kisa zamanda tesirini göstermis ve Mustafa Çelebi'nin, Cüneyd'den süphelenerek ona karsi güvensizlik duymasina sebep olmustu. Cüneyd ise bu isin sonunu iyi görmediginden, bir gece Mustafa'nin ordusundaki herkes uyurken, gümüs ve altindan en degerli esyasini alarak, silah arkadaslarindan kendisine en çok bagli olan yetmis kisi ile oradan çikip Aydin yolunu tutar. Kaçaklar, çadirlarinda isiklan yanar durumda biraktiklarindan, gidisleri ancak safak vakti anlasilabildi. Bu haber orduda hemen yayildi. Mustafa'nin askerlerini dehsetli bir korku sardi. Bu korku sadece orduda degil, bizzat Mustafa'nin kendisinde de vardi. O, Cüneyd'in Murad tarafina geçtigini zannetmisti. Bu esnada Sultan Murad'in ordusunda borazan ve davullarin çalmasi da ondaki bu düsünceyi kuvvetlendiriyordu.
Aldatilmak suretiyle hiç kimseye güveni kalmayan Mustafa Çelebi, bir an evvel Rumeli tarafina kaçip kurtulmak istiyordu. Çok az maiyeti ile Lapseki'ye dogru yola koyuldu. Bunun kaçmasindan sonra Ulubat nehri üzerine kurulan köprüden karsiya geçen Rumeli beyleri ve akinci tavcilari (timarli akincilar) gelip Sultan Murad'a bas egdiler.
Mustafa Çelebi kaçarken Biga çayi önüne gelerek mevsim sartlan geregi nehrin taskin olmasindan dolayi Biga kadisinin yardimiyla ve bir hayli altin karsiliginda geçidi bulup karsi tarafa geçmeye muvaffak olur. Sahile inen Mustafa Çelebi, orada bulunan gemilere binerek Gelibolu tarafina hareket eder. Giderken takip edilmemesi için Anadolu sahilinde ne kadar nakil vasitasi varsa hepsine el koyar. Gelibolu limanim da tahkim eden Mustafa Çelebi, Gelibolu'daki vasitalarin Anadolu sahiline geçmemeleri için onlari da karaya çektirmek suretiyle kendi konumunu emniyet altina alip sahillere muhafizlar tayin eder.
Böylece, harp etmeksizin savas alanina muzafferâne bir sekilde sahip olan Sultan Murad'in adamlari, kendisine hiç tereddüd göstermeden ve sicagi sicagina Mustafa Çelebi'nin takib edilip bu isin bitirilmesini teklif ederler. Ama Anadolu sahilinden, karsi sahile geçmek üzere onlara yardimci olacak bir vâsita da yoktu. Fakat Sultan Murad, daha önce anlastigi Foça Ceneviz Beyi Adorno'ya vaziyeti bildirerek derhal harp gemilerini göndermesini ister. Adorno, hazir durumda beklemekte olan yedi kadirga ile bogazi geçip Lapseki'ye gelir. Sultan Murad, bes yüz kadar maiyeti ile kadirgalarin en büyügüne biner. Diger kadirgalarda da Türk ve Frenk askerleri bulunuyordu. Gemilerle denizin ortasina gelindiginde Adorno, Sultan Murad'in önünde diz çökerek, sap madenleri sebebiyle Osmanli hazinesine olan borcunun bagislanmasini rica eder. Yirmi yedi bin Bizans altini tutan bu borç, Sultan Murad tarafindan aff edilerek Adorno'nun eline bir belge verilir. Gelibolu sahilinde bulunan Mustafa Çelebi, Ceneviz gemilerinin yaklastigini görünce Adorno'ya bir adam göndererek Murad'i karaya çikarmamasini, buna karsilik kendisine elli bin altin vermeyi teklif ettiyse de bu teklif red olunur.
Karaya çikmaya muvaffak olan Sultan Murad'in ordusu ile Mustafa Çelebi'nin ordusu arasinda meydana gelen muharebede Mustafa'nin kuvvetleri maglup olarak kaçarlar. Gelibolu kalesi, Sultan Murad'a teslim olur. Harp meydanindan sür'atle kaçan Mustafa Çelebi, nihayet Edirne'ye ulasir. Sarayda bulunan hazineyi alarak Eflâk tarafina dogru kaçmaya baslar. Üç gün kadar Gelibolu'da kalan Murad, kaleyi teslim aldiktan sonra süratle ve büyük bir ordu ile yoluna devam edip Edirne'ye girer.
Murad, Mustafa'yi takip etmek üzere seçme kuvvetler gönderir. Mustafa Çelebi, Sultan Murad kuvvetleri tarafindan süratle takip edilir. Bu kuvvetler, kendisini Edirne'nin kuzeyinde ve Tunca nehrinin kenarindaki Kizilagaç Yenicesi'nde yakalayarak Edirne'ye getirirler. Sultan Murad, Mustafa'nin herhangi bir sahis gibi umumi meydanda asilmasini emreder. Onun, bu sekilde meydanda asilmasi, kendisinin Osmanli sülalesinden olmadiginin belirtilmesi içindi. 825 (1422) yilinda Edirne'de asilarak öldürülen Mustafa Çelebi'nin Rumeli'deki hükümdarligi, takriben bir buçuk yil kadardir.
ISTANBUL KUSATMASI
Bizans Imparatoru Ikinci Manuel'in, Çelebi Sultan Mehmed'in vefatindan sonra Mustafa Çelebi'yi salivermesi ve onunla anlasarak Osmanli Devleti'nin basina büyük bir gaile açmasi, Sultan Murad'in kendisinden önce bes defa kusatilmis bulunan ve hiç birinde de alinamayan Istanbul, dolayisiyle Bizans problemine bir çare düsünmesine sebep olmustu. Mustafa Çelebi isyanini, fazla kardes kani dökülmeden basarili bir sekilde atlatan Murad, Bizans'in devamli surette oynadigi iki yüzlü rolüne son vermek istiyordu.
Sultan Murad'in, amcasina karsi olan galibiyeti, Bizans Imparatoru'nu korkutmustu. Mustafa Çelebi'yi serbest birakip onu Murad'la mücadeleye tahrik ederken, Osmanlilar'in senelerce kardes kavgalari ile kanlarini akitip zayiflayacaklarini düsünen imparatorun hesaplan tam anlamiyla gerçeklesmemisti. Halbuki bütün ricalara ve kendisine saglanmaya çalisilan menfaatlere ragmen Bizans Imparatoru Manuel, Mustafa Çelebi'ye yardimi daha kârli bulmus olacak ki, Ikinci Sultan Murad'in bütün tekliflerini red edecek ve hatta Sultan Murad'in elçisi olan Çandarlizâde Ibrahim Pasa'yi dinleme nezâketinde bile bulunmayacakti.
Gerçi Osmanlilar, baslangiçta imparatorun düsündügü sekilde ikiye ayrilmakla beraber, bu ikilik davasi, kisa sürmüs ve hemen hemen kansiz denecek sekilde sona ermisti. Hatta fazla zayiat verilmeden halledildiginden kuvvet kaybina da ugranilmamisti.
Mustafa Çelebi hadisesinin bastirildigi ve sehzadenin bertaraf edildigi haberini alan ihtiyar Manuel ile saltanat ortagi olan oglu VIII. Ioannis'i bir telas alir. Bu sebeple görünüste Murad'i tebrik etmek, fakat gerçekte durumu ögrenmek ve aradaki soguklugu giderip dostluga çevirmek için Bizans asilzâdelerinden Lakanas ve Marko Ganis adlarinda iki elçi gönderirler. Bu elçiler, bütün kabahati Bâyezid Pasa'ya yüklerler. Onlara göre Sultan Mehmed (Çelebi Mehmed)'in vasiyetine ragmen, Bâyezid, bu çocuklari vermedigi gibi elçileri de kovmustu. Sultan Murad, bu iddiada bulunan elçileri huzuruna kabul etmedigi gibi hediyelerini de red eder. Öyle anlasiliyor ki Sultan Murad ise Bizans'in bu iki yüzlülügüne kanmamis, baska devletlerden tebrik için gelen heyetleri kabul ettigi halde Istanbul ile ilgili hazirliklarini tamamlayincaya kadar Bizans elçilerini kabul etmemisti. Fakat bütün hazirliklarini tamamlayinca elçileri huzuruna çagirarak Imparatorlarinin yanina dönmelerini ve yirmi bin askerin basinda olarak cevabini bizzat kendisinin getirecegini söylemelerini emr etmisti.
Bu hareketle Sultan Murad, artik imparatora hesap sorma zamaninin geldigini kendisine bildirmis oluyordu. Gerçekten de hazirliklar tamamlandiktan sonra Sultan Murad 1422 senesi Haziran ayinda önce on bin kisilik bir kuvvet ile Mihaloglu Mehmed Bey'i Istanbul çevresini vurmak üzere göndermisti. Bunun arkasindan da bizzat kendisi yirmi bin kisilik bir ordu ile hareket eder. 20 Haziran'da Istanbul önüne gelen ordu, Yildizlikapi'dan Haliç'e kadar sehri karadan kusatir. Osmanli donanmasi da bu kusatmada hazir bulunur. Osmanli ordusunda top ta vardi. Surlara hücum etmek ve onlari asmak için sur yüksekliginde ve hatta bazan ondan daha yüksek tekerlekli kuleler yapilmisti. Bu kusatma daha öncekilere göre çok daha çetin, zorlu ve sistemli olmustu.
Bu kusatma ile Istanbul altinci defadir Müslüman Türkler tarafindan kusatiliyordu. Kusatmalarin ilk dördü Yildirim Bâyezid, besincisi Musa Çelebi tarafindan yapilmisti. Bizanslilar, her kusatilmada, Türklerin basina yeni yeni gaileler çikarip kurtuluslarini sagliyorlardi. Bundan önceki kusatmalarin en siddetlisi, Yildirim Bâyezid'in son kusatmasi idi. Fakat Timur belasi, Türkleri büyük bir felakete ugratirken, Bizansi da dördüncü muhasaradan kurtarmisti. Böylece Timur, Bizans'in ömrünü yarim asir kadar uzatmis oluyordu.
Osmanlilarin muhasarasindan, Imparator kadar Bizans halki da korkuya düstügünden Istanbul'da halk arasinda bazi dedikodular yayilmaya basladi. Bunlarin basinda, Çelebi Sultan Mehmed zamaninda, Osmanlilara elçilik vazifesi ile gönderilen Bizans'in taninmis sahsiyetlerinden ve ayni zamanda saray tercümani olan Teologos Koraks'in bu sefer ayni vazife ile Murad'a gönderilmemis olmasi, saray nazirinin hilesine baglaniyordu. Bu sebeple Imparator Manuel, halkin süphesini ortadan kaldirmak gayesiyle Teologos Koraks'i Istanbul önlerinde çadirlarini kurdurmus bulunan Sultan Murad'a gönderdi ise de Koraks bir sey elde edemeyerek gerisin geriye dönmüstü.
Bizans halkinin çektigi korku ve içinde bulundugu endisenin derecesi, ortalikta dolasan dedikodu ve rivayetlerden de belli oluyordu. Önemli sahsiyetlere karsi itimatsizligin bir ifadesi olan bu rivayetler, bazi kimselerin iskence ile öldürülmesine sebep oluyordu. Nitekim Sultan Murad'a elçi olarak gönderilen Teologos Koraks'in öldürülmesi, böyle bir rivayetin sonucunda gerçeklesmisti. Buna göre Koraks, idareciligini kendisine vermek sarti ile Murad'a sehri teslim etme sözü vermisti. O, Piyi (Silivri) kapisini açmak suretiyle Murad'in sehre girmesini saglayacakti. Bu dedikodu, Teologos Koraks'in, Murad'in yanindan dönüsünde tahkir edilmesine sebep oldu. Saray tercümani olan Koraks, Imparatorun huzurundan çikarken muhafiz askerler bagirip çagirarak Koraks'in idamini isterler. El ve ayaklari baglanan Koraks, askerlere teslim edilir. Askerler, Koraks'in üzerine çullanip onun gözlerini oyup vücudunu birçok yerinden yaralarlar. Bundan sonra bir zindana atilan Koraks, üç gün sonra oldugu yerde ölür. Evi de yagma edilip atese verilir.
Bizans içerisinde böyle hadiseler cereyan ederken, Sultan Murad da sehri almak için esasli tedbirler aliyordu. Ordunun muhasarasi baslamadan önce Mihaloglu Mehmed Bey'in emrindeki askerler Istanbul çevresini vurmuslardi. Sonra bizzat padisah, ordunun basina geçerek kusatmaya basladi. Istanbul kara tarafindan tamamen sarilmisti. Sehrin surlarinin çikis kapilarinin karsilarina siperler kazdirildi. Bu siperler, gayet kalin, sert ve saglam kiris ile kalaslardan insa edilmis olup surlara dönük cephelerine ok, mizrak ve tas gülleye karsi agaç dallarindan sira halinde koruyucu mahiyette bir takim sedler ilave edilmisti. Öyle ki Türk ordusu, bu kuvvetli siperler sayesinde Bizans surlarini delip tahrip edecegine inaniyordu. Murad'in yaptigi bu muhasara, o ana kadar Osmanlilar'in yapmis oldugu en büyük ve en siddetlilerindendi.
Sultan Murad, askerlerini gayretlendirmek ve onlarin sayilarini artirmak için Istanbul ve hazinelerinin askerlere birakilacagini ilan ettirdi. Bu haber üzerine orduya pek çok yerden katilmalar oldu.
Kusatmaya, Yildirim Bâyezid'in damadi Emir Sultan adi ile bilinen Seyh Semseddin Buharî de bes yüz dervis ve muhibbani ile katilmisti. O, askerlerin arasinda dolasarak manevî nüfuzu ile onlari cesaretlendiriyordu. Bu arada iç murakebeye dalarak ve dua ederek Istanbul surlarinin Murad'in önünde açilacagi zamani bekliyordu.
Emir Sultan, sonunda çadirindan çikarak 1422 Agustos'unun 24 Pazartesi günü Kostantiniyye'nin düsecegini söyledi. Bazi kaynaklarin ifadesine göre Emir Sultan, dedigi gün ve zamanda bir savas atina binmis oldugu halde sehre dogru ilerler. Seyh kilicini kinindan çekip "Allah, Muhammed" diye haykirarak atini sürer. O, askerin basinda idi. Arkasindan Altinkapi ile Odunkapisi arasinda yani sehrin kara tarafindan surunu çevreleyen büyük hat üzerinde savas basladi. Bu hücum esnasinda Imparator Manuel ölüm döseginde idi. Oglu Ioannis, Sen Roman kapisini savunan askerin basinda idi. Kostantiniyye'nin bütün halki bu tehlikeli günde silah altinda idi. Kadinlar ve çocuklar kiliç yerine tirpan kullaniyor, fiçilarin altlarindan kendilerine kalkan yapiyorlardi. Savasin en kizgin zamanlarinda bir taraftan kopan "Allah" ve "Muhammed" nadalarina karsi, Bizanslilarin söyledikleri "Hiristos" ve "Panaiya" kelimeleri isitiliyordu. Günes batarken savas hâlâ sürüp gidiyordu. Sonunda Osmanlilar, ordugâhlarina döndüler. Bizanslilar, Müslümanlarin çekilmelerini gökten inen "Panaiya"nm (Hz. Meryem) görünüsüne baglamislardi. Öylesine ki o devir müverrihlerinden Kanano'ya göre bunu bizzat Emir Sultan da görmüstü.
Istanbul, bu kusatmada da feth edilemedi. Sultan Murad, ordusunu Istanbul surlari önünden çekip kusatmayi kaldirdi. Böylece Istanbul, Imparatorun entrikalari sayesinde bir defa daha Osmanlilarin elinden kurtulmustu. Imparator Manuel, Bizans'in bundan önceki muhasaralarinda oldugu gibi, padisahin basina yeni gaileler açarak hükümdarin dikkatlerini baska bir yöne çekmeye çalismis ve bunda muvaffak da olmustu. O, Sultan Murad'in küçük kardesi ve Hamideli (Isparta) Sancak beyi Mustafa Çelebi'yi tesvik ederek sehzadenin saltanat davasina kalkmasina sebep olmustu. Iste bu yüzden Sultan Murad, Istanbul muhasarasini kaldirmak zorunda kalmisti.
Takriben iki ay kadar süren bu muhasaranin kaldirilmasi için, hücum günü olan 24 Agustos 1422'de, burçlar üzerinde görüldügü ve Osmanlilar'in bundan dolayi kusatmayi biraktiklari iddia edilen kadin hayaleti, bir hikâyeden ileri gidemez. Hükümdari, muhasaradan vaz geçiren sebep ne Bizans'i kurtarmaya gelen Hz. Meryem, ne de Bizans'in güçlü bir sekilde karsi koymasidir. Kusatmanin kaldirilmasinin gerçek sebebi, hükümdarin küçük kardesi Mustafa'nin, saltanat dâvasina kalkisip Iznik'e kadar gelmis olmasidir.
KÜÇÜK MUSTAFA ÇELEBI'NIN ISYANI
Küçük Mustafa, Çelebi Sultan Mehmed'in oglu olup babasinin sagliginda henüz on üç yasinda iken Hamideli sancak beyligine tayin edilmisti. Küçük Mustafa, babasinin ölümünü müteakip, Murad'in Osmanli tahtina geçmesi üzerine, öldürülmek korkusu yüzünden Karamanoglu'nun yanina kaçmisti. Sultan Murad, Istanbul muhasarasi ile mesgulken Bizans Imparatoru'nun el altindan tesvik ve ugrasilan sonucunda Anadolu'da saltanat iddiasina kalkismisti. Imparator, kusatmadan kurtulmak için sehzadenin lalasi Sarabdar Ilyas'a mektuplar yazarak külliyetli miktarda altin göndermisti ki, bunlarla asker toplayabilsin. Is bu kadarla da bitmeyecek ve Imparator, Küçük Mustafa'yi Istanbul'a getirtecekti. Istanbul'a gelen Küçük Mustafa, Manuel ve onun çocuklari ile görüsür. bu görüsmede, muvaffak oldugu takdirde imparatora karsi yapacagi fedakârlik hakkinda teminat verdikten sonra Rumlarin verdikleri kuvvetlerle Anadolu tarafina geçerek faaliyetlere baslar. Bu faaliyetleri esnasinda, daha basindan beri Osmanlilar'la çekisen Karamanoglu'nun Turgutlu Türkmenleri ile Germiyanoglu'nun kuvvetleri de kendisine iltihak eder. Sehzade Mustafa bu sekildeki bir iddia ile ortaya çikmakla, babasinin vasiyeti hilafina hareket etmis oluyordu.
Mustafa, topladigi kuvvetlerle Bursa üzerine yürür. Fakat Bursa halki, sehri ve kaleyi Mustafa'ya teslim etmek istemez. Bu sebeple kendisine, memleketin ileri gelenlerinden Ahi Yakub ile Ahi Hoskadem'i elçi olarak gönderir. Bunlar, Mustafa'ya para ve hediyeler takdim etmek suretiyle onu
Bursa'yi almaktan vaz geçirmeye çalisirlar. Elçiler, Sehzade Mustafa'nin kendisine vezir yaptigi ve bütün bu olaylara sebep olan Sarabdar Ilyas ile de görüsürler. Heyet, Bursalilarin Sultan Murad'a bey'at ettikleri için ona sadakatla bagli kalacaklarini ve gerekirse sehri müdafaa edeceklerini söyler. Ayrica, bir Osmanli sehrinin Karamanoglu'nun kuvvetleri ile vurulmasinin da dogru olmayacagini anlatir. Sarabdar Ilyas, heyetin bu teklifini kabul edince, Mustafa'nin ordusu oradan ayrilip Iznik tarafina dogru harekete geçer.
Sehzade Mustafa, Iznik kalesini kirk gün kadar kusatma altinda tutar. Firuz Bey'in oglu olan kale muhafizi Ali Bey, gelismelerden Sultan Murad'i haberdar eder. Pâdisah, kaleyi sulh yolu ile teslim etmesini bildirerek Mustafa orada mesgulken kendisinin yetisecegini yazar. Ayrica, küçük sehzadeyi alet edip kullanan Sarabdar Ilyas'i da ondan ayirmaya çalisir. Bunun gerçeklesmesi için Sarabdar Ilyas'a adamlar göndererek kendisini Anadolu beylerbeyligine tayin edecegini bildirir. Sarabdar'a gelen adam, beylerbeyilik beratini da yaninda getirmisti. Bu makama karsilik Sultan Murad, Sarabdar Ilyas'tan çok önemli bir hizmet bekliyordu. O da kendisi gelinceye kadar Sehzade Mustafa'nin kaçmasina engel olup onu oyalamasi idi.
Sarabdar Ilyas, tiynetini bir defa daha ortaya koymustu. Vaktiyle Çelebi Mehmed'in taraftari iken Süleyman'in vaad ettigi menfaat karsiliginda derhal Çelebi Mehmed'i birakarak karsi tarafa geçmisti. Bu defa da saf degistirmekte bir sakinca görmemisti. Anadolu beylerbeyligine kondugunu ögrenince kendisinden istenen seyleri büyük bir ustalikla basardi.
Ali Bey, Sultan Murad'dan aldigi talimat üzerine muhasaranin kirk gün uzamasindan dolayi halka ve sehre hiç bir zarar gelmeyecegine dair yeminli söz aldiktan sonra teslim olur. Sarabdar Ilyas da aldigi beylerbeyilik müjdesi üzerine sehirden ayrilmaz. Çandarlizâde Ibrahim Pasa'nin sarayina yerlesen Küçük Mustafa, timar ve memuriyetler vermek suretiyle hükümdarligini ilan etmis oluyordu. Böylece Osmanli mülkünde, yeniden ikinci bir hükümdar tehlikesi belirmisti. Âsikpasazâde bu hükümdarligi su ifadelerle nakleder:
"Iznik'te, Ibrahim Pasa'nin sarayina kondular. Etraftan gelip timar isteyene timar dahi verdiler. Hüküm ve hükümet ettiler."
Sultan Murad, bütün gücü ile Istanbul'u kusatip feth etmek üzere iken, kardesi Küçük Mustafa'nin faaliyetleri üzerine, bazi tedbirler alarak kusatmayi kaldirmak zorunda kalir. Çünkü kardesinin hareketleri, memleketi ikiye bölmeye yönelikti. Bu ise daha tehlikeli bir durum arz ediyordu. Onun için derhal Gelibolu yolu ile Anadolu'ya geçip Iznik üzerine yürür. Sultan Murad'in bu yolculugu devam ederken Sehzade Mustafa'nin, Iznik'te kalmasini tehlikeli bulan Germiyan ve Turgutlu kuvvetlerinin komutanlari, onu buradan uzaklastirmaya çalisirlar. Onu tehlikeden korumak için Karaman, Germiyan veya Istanbul'a götürmek istedilerse de daha önce Sultan Murad'dan beylerbeyilik beratini almis olan Sarabdar Ilyas, çesitli bahaneler ileri sürerek buna mani olur.
Sultan Murad'in ordusu, yola çikisinin dokuzuncu günü gece geç saatlerde Iznik'e gelir. Henüz uyku mahmurlugunu atamamis ve Mustafa'ya bagli olan askerlerin saskin bakislari arasinda, sabahin erken saatlerinde açilan kapilardan Iznik'e girilir. O anda hamamda bulunan Küçük Mustafa, Mihaloglu tarafindan yakalanmak üzere iken Mustafa'nin beylerbeyi olan Taceddinoglu Mahmud Bey, efendisine bir at bulup onu kaçirmak ister. Fakat bunda muvaffak olamaz. Ama Mihaloglu'nu durdurup onunla vurusmaya baslar. Taceddinoglu ile Mihaloglu arasinda baslayan bu vurusma sonunda, her seyi idaresi altinda bulunduran ulu hakimin (Allah) ecel hükmü, Mihaloglu'nun sehadet beratini kanla yazip hakkini teslim eyleyecektir. Nitekim, attan düsürülen Mihaloglu ölümcül bir yara alir. Bundan bir kaç gün sonra da vefat eder. Mihaloglu'nu atindan düsürüp ölümüne sebep olan Taceddinoglu Mahmud Bey, daha sonra saklandigi yerde yakalanip Mihaloglu'nun adamlarina teslim edilecek ve onlar tarafindan öldürülecektir.
Sultan Murad'in, Iznik'i kusattigi ve Taceddinoglu ile Mihaloglu'nun vurustugu sirada firsat kollayan Sarabdar Ilyas, Mustafa Çelebi'yi yakalayip Murad'in, sehrin önünde bulunan Mirahor basisina teslim eder. Âsikpasazâde bu olayi da söyle verir:
"Bunlar bunda cenkte iken Sarabdar Ilyas, Mustafa'yi tuttu kucagina aldi. At üzerinde Mustafa "Hey lala, beni niçin tutarsin?" Hain Ilyas "Kardesine ileteyin" der. Mustafa "Beni kardesime iletme kim kardesim bana kiyar." der. Sarabdar Ilyas sakin oldu. Aldi gitti Hüdavendigar'a karsi iletti." Mustafa, padisahin emri ile Iznik disinda bir incir agacinin dibinde bogdurularak cesedi Bursa'ya gönderildi. Sehzade Mustafa, Bursa'da babasinin türbesine defn edildi.
Görüldügü gibi Küçük Sehzade Mustafa Çelebi hadisesi, amcasininkinden daha kisa ve daha kolay bir sekilde halledilmis oldu. Ikinci Murad, Istanbul muhasarasini kaldirmakla, kardesinin fazla taraftar toplamadan hakkindan gelip kendisine birakilmis olan Osmanli tahtini emniyete almak istiyordu. Onun, vakit kayb etmeden isyani ortadan kaldirmaya tesebbüs etmesi, memleketin ikiye bölünmesini ve beyhude yere kardes kaninin akitilmasini önlemis oldu. Böylece, Bizans'in bu son oyunu da basarisizlikla son bulmus, ama olan aldatilmis bulunan zavalli Küçük Sehzade Mustafa'ya olmustu. Bizans'tan menfaat temin eden ve küçük sehzadenin öldürülmesine sebep olan Sarabdar Ilyas ise yaptiklari için:
"Suretâ ben günahkâr oldum. Illa bu ikisi vilayette olsa zarar-i âmmdir. Ve biri dahi bu kim, ben efendim ogluna yaramaz is etmedim. Bu dünyanin murdarina bulasmadan sehid ettirdim. Ve hem cemi-i âlem rahat oldu. Ve hem bizden önden gelenler bu kanunu koymuslar" diyerek yaptigi fenaligi tevile çalismistir.
Sultan Murad, Sehzade Küçük Mustafa'nin gailesini bertaraf etmekle birükte benzer bir tehlikenin daha mevcud oldugunun farkinda idi. Bir daha kardes kaninin akitilmamasi ve ülkenin, Bizans gibi entrikaci bir devlet ile, varligini Osmanlilar'in zayiflamasina baglayan Karaman gibi bir beyligin oyuncagi haline gelmemesi için henüz ortaya çikmadan bu tehlike ve fitnenin ortadan kaldirilmasi gerekiyordu. Bunun için Sultan Murad, tarihi henüz kesin olmayan bir zamanda, Tokat kalesinde tuttugu Mahmud ve Yusuf adlarindaki iki kardesinin gözlerine mil çektirip onlari kör ettikten sonra anneleriyle birlikte Bursa'ya getirir. Idareleri için de kendilerine yüksek seviyeden maas baglatir.
CANDAROGLU ISFENDIYAR BEY ILE OLAN MÜCADELE ve IDARÎ DÜZENLEME
Karamanogullari'ndan sonra Anadolu Beylikleri'nin en kuvvetlilerinden plan Candarogullari, Karamanlilar gibi Osmanlilar'in en zor ve sikintili anlarindan faydalanmaya çalisan beyliklerden biri idi. Nitekim Candaroglu Isfendiyar Bey, Sultan Ikinci Murad'in amcasi Mustafa ve küçük kardesi Mustafa Çelebi'lerie mesgul oldugu ani firsat bilerek ondan yararlanmaya çalisarak Tosya, Çankiri ve Kalecik'i geri almisti. Halbuki buralar, daha önce Çelebi Sultan Mehmed zamanindaki gayretler sonucunda elde edilmis olup Osmanli himayesinde kalmak sartiyle Isfendiyar'in oglu Kasim Bey'e verilmisti. Isfendiyar Bey'in geri aldigi bu yerler, Osmanlilarin taraftan olan oglu Kasim'a ait yerlerdi. Isfendiyar Bey, bu topraklan almakla da yetinmeyip Tarakli Borlu denilen Safranbolu'yu alip Bolu'ya dogru uzanmisti. Bu arada Kasim Bey de Iznik hareketi esnasinda kaçip Sultan Murad'in yanina gelmisti. Sultan Murad, Küçük Sehzade Mustafa Çelebi olayini halledince Isfendiyar'a karsi kuvvet gönderdi. Kasim Bey de Osmanli kuvvetleri ile birlikte bulunuyordu. Osmanli ordusu Bolu'ya geldigi zaman Isfendiyar Bey'in ordusundaki Kasim Bey taraftarlari, efendilerinin bulundugu Osmanli ordusunun saflarina katilirlar. Böylece Isfendiyar Bey, büsbütün sarsilir. Bununla beraber savasi kabul etmekten baska çaresi de kalmamisti. Bu sebeple Bolu ile Gerede arasinda yapilan savasta maglub olup bozguna ugrar. Muharebenin karisikligi arasinda kendi Kapicibasisi Yahsi Bey tarafindan basina vurulan bir "bozdogan"la kulagi sagir olur. Zorlukla Sinop kalesine siginan Isfendiyar Bey artik sagirdi.
Candaroglu'nu takib eden Osmanli kuvvetleri, Kastamonu ile Bakir Küresini zapt ederler. Isfendiyar Bey, küçük oglu Murad Bey baskanliginda bir heyet vasitasiyle baris istemek zorunda kalir. O, bu barisi saglamak üzere Osmanli devlet adamlarina da ayri ayri mektuplar yazarak tavassutlarini ister. Bu arada torununun (Ibrahim Bey'in kizi) padisah tarafindan nikahlanmasini da teklif eder. Sultan Murad'in adamlari, barisilmasi için hükümdarlarina ricada bulunurlar. Bunun üzerine Sultan Murad, sulh yapmayi kabul etti.
Bu antlasma geregince Kasim Bey'e yerleri tekrar geri verilecek, Osmanlilarin aldiklari Kastamonu ile Bakir Küresi Isfendiyar Bey'e iade edilecekti. Fakat Isfendiyar Bey, Bakir Küresi hâsilatindan büyük bir kismini
Osmanli Devleti'ne verecek ve gerektigi zaman da Osmanli ordusuna asker gönderecekti (827 H./1423 M.).
Sultan Murad, bundan sonra bazi idarî tasarruflarda bulunup ondan sonra Edirne'ye dönmeye karar vermisti. Hükümdar ilân edildigi zaman henüz on sekiz yaslarinda bulunuyordu. Karsisinda da tehlikeli ve kuvvetli bir rakip olarak amcasi Mustafa vardi. Hükümdarliginin ilk senesi ümidsiz denecek kadar korkunçtu. Bununla beraber etrafinda ve kendisine sâdikane bir sekilde bagli olan Bâyezid, Ibrahim, Haci Ivaz Pasalarla Mihaloglu Mehmed Bey ve Kara Timurtas Pasa'nin vezirlik rütbesine kadar çikartilmis olan ogullan Ali, Umur ve Oruç Bey'ler bulunuyordu.
Daha önce de görüldügü gibi Bâyezid Pasa, Mustafa Çelebi hadisesinde Rumeli Beylerbeyi oldugu için onun üzerine gönderilmis, sonunda Düzme Mustafa tarafindan katl edilmisti.
Sultan Murad, küçük sehzade Mustafa Çelebi olayini halledince vezirleri ile maiyetindeki bazi mühim sahsiyetler arasinda mevcut rekabet ve geçimsizliklerin farkina varir. Devlet merkezinde fazla nüfuz sahibi kimselerin varligini kendi kudret ve hâkimiyeti için bir engel telakki etmis olmali ki, bunlarin bir kismini yeni vazifelerle merkezden uzaklastirma ihtiyacini duyar. Sultan Murad, Rumeli'ye dönmeden önce bu isi halletmeliydi. Bunun için Kara Timurtas Pasa'nin ogullarindan Umur Bey'i Kütahya'ya, Ali Bey'i Saruhan (Manisa) sancak beyligine gönderir. Oruç Bey'i de Anadolu Beylerbeyi yapar. Padisah, kendi lalasi olan Yörgüç Pasa'yi da Rumiye-i sugra valisi olarak Amasya'ya gönderir. Evrenoszâdeler ile Pasa Yigit oglu Turahan Bey ve Gümlü oglu gibi Rumeli beylerinin harp zamaninda padisahin maiyetinde birlesmeleri hariç baska zamanlarda Rumelideki vazife yerlerinde bulunuyorlardi. Onun için Rumeli beylerini ilgilendiren bir tedbire lüzum yoktu. Böylece divanda sadece Ibrahim Pasa ile Haci Ivaz Pasa kalmislardi.
Bu defa da iki vezir arasinda nüfuz rekabeti bas göstermisti. Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa, devletin kurulusu ile birlikte hizmete giren Çandarli hanedanindan olup babasi Hayreddin ve biraderi Ali Pasa'lar da bu vazifede bulunmuslardi. Ibrahim Pasa, Çelebi Sultan Mehmed'e olan sadakati ve tehlikeli zamanlardaki hizmeti ile taninmis olup Çelebi Mehmed zamaninda kadiaskerlik ve ikinci vezirlikte bulunmustu. Bâyezid Pasa'dan sonra birinci vezir olmustu.
Haci Ivaz Pasa da Çelebi Mehmed'in bütün savaslarina istirak etmis, Karamanog'lu'nun Bursa'yi muhasarasi sirasinda burayi müdafaa ve muhafazada sebat göstermisti. Mustafa Çelebi hadisesinde aldigi tedbirler ve yazdigi mektuplarla Mustafa Çelebi kuvvetlerinin dagilmasina sebep olmustu. Bu bakimdan büyük hizmetleri olan degerli bir sahsiyetti. Çelebi Mehmed zamaninda hürmet görmüs, Yesil Camiin plânlarini tertip ederek disardan memlekete sanatkârlar getirtmisti.
îste bu iki degerli vezir arasindaki rekabet, Haci Ivaz Pasa'nin sahneden çekilmesine sebep olmustu. Haci Ivaz Pasa'nin kul (yeniçeri) ile gizli münasebetlerde bulundugu, padisaha suikast yapacagi ve divana silahla geldigi Sultan Murad'a haber verilir. Bir gün divanda Padisah, Haci Ivaz Pasa'nin gögsüne eliyle dokunarak içinde zirh bulundugunu anlayip sebebini sorunca Haci Ivaz Pasa buna cevap veremez. Bu durum, söylenenlerin dogru olabilecegini hatirlattigi için gözlerine mil çekilmek suretiyle Bursa'da ikamete mecbur edilir. Bu olayin hangi tarihte oldugu kesin olmadigi gibi, hadisenin bir at gezintisi sirasinda cereyan ettigine dair rivayetler de bulunmaktadir. Bu hadiseden sonra Ibrahim Pasa rakipsiz kalmis ve padisahin kendisine tam anlamiyla güvenmesinden dolayi tamamen müstakil imis gibi is görmüstür. Haci Ivaz Pasa ise hicretin 831 (1428) yilinda Bursa'da vefat etmistir. Cenazesi Pinarbasi'nda Kuzgunluk mevkiine defn edilmistir.
Bu idarî düzenlemeden sonra padisah, Gelibolu üzerinden yeniden Rumeli'ye geçip Edirne'ye gelir. Sultan Murad, saltanatinin buhranli geçen ilk yillarini geride birakip devlet islerini idarî ve siyasî bir düzene kavusturduktan, ülke ve halkin problemlerine çözüm yollari bulduktan sonra biraz rahat bir nefes almaya baslar. Çünkü artik içerde taht kavgasina yeltenip ülkeyi bölünme noktasina getirecek kimse kalmamisti. Disariya göre ise Sultan Murad'in gücü, kendisinden çekinilir bir kuvvete ulasmisti. Bu bakimdan artik evlenip rahat bir nefes alabilirdi. Zira Isfendiyar Bey'in, bizzat padisaha vermeyi teklif ettigi torunu Hatice Alime Hanim'la evlenme zamani gelmisti. Bu sebeple padisah, gelini almak üzere Isfendiyar Bey'in sarayina Çasnigirbasi Elvan Bey, Tavasi Serafeddin Pasa ile Reyhan Pasa; kadinlardan Halil Pasa'nin dul esi ve padisahin Sah Ana diye hitab ettigi Germiyanoglu Yakub Bey'in hanimi ile daha birçok erkek ve kadini külliyetli miktarda mal ve esya ile gönderir. Bunlar "mihr-i muaccel"i takdim edip gelini getireceklerdi. Kastamonu'da sölenler tertipleyen Isfendiyar Bey de gelenleri rütbelerine göre agirlayip bir nice ikramda bulunur. Orada akd edilen dügün merasiminden sonra Isfendiyar Bey, torununu Halil Pasa ile Germiyanoglu Yakub Bey'in hanimlarina teslim ederek büyük bir merasimle ugurlar. Hicretin 828 (1424) yilinda gerçeklesen bu dügünün, Sultan Murad bakimindan Edirne'de mi yoksa Bursa'da mi yapildigi kesin olarak tesbit edilebilmis degildir. Zira kaynaklardan bir kismi bunun Edirne'de, bir kismi da Bursa'da olduguna dair bilgi vermektedir. Bazi kaynaklar ise Sultan Murad'in bulundugu yeri zikr etmezler. Uzunçarsili, Sultan Murad'in nikahladigi kizin adinin Hatice Sultan oldugunu hicrî, 906 (M. 1500) tarihli bir vakfiyesi bulundugundan, kabrinin Bursa'da Kükürtlü Kaplicasi'nin yakinindaki Hatice Sultan Türbesi denilen büyük bir türbede oldugunu, orada daha baska kabirlerin de bulundugunu, ne türbe kapisinda ne de diger kabirlerde bir kitabenin bulundugunu nakleder.
Sultan Murad, evlendigi yil içinde kiz kardeslerinden üçünün de dügünlerini yaptirir. Hemsirelerinden Sultan Hatun'u Isfendiyar Bey'in oglu Kasim Bey'e, Ayse Hatun'u bilahare Varna muharebesinde sehid düsecek olan Karaca Bey'e, Ayse Hatun'u da Çandarlizâde Ibrahim Pasa'nin oglu Mahmud Bey'e nikahlamisti. Bu dügünler vesilesiyle büyük ziyafetler veriliyor, fakir ve yoksullar doyuruluyor, dügüne istirak eden herkese ihsanlarda bulunuluyordu.
RUMELI'DE ISTIKRARIN saglanmasi
Candaroglu Isfendiyar Bey üzerine yapilan harekâti firsat bilen Eflâk voyvodasi Drakul, Silistre'yi geçip Osmanli topraklarina taarruz etmisti. Sultan Murad'in emri ile bu taarruza karsilik olmak üzere Firuz Bey de Eflâk'a siddetli bir akin yapmisti. Bu akinda Firuz Bey, Drakul'u maglub etti. Maglub olan Drakul iki senelik haraca karsilik bir miktar para ve bazi hediyeler verecegini taahhüd etti. Bu maglubiyetle Drakul, barisa zorlanmisti. Sultan Murad'in Anadolu'dan Edirne'ye gelmesi üzerine Drakul iki oglu ile birlikte bizzat Edirne'ye gelmis ve bagliligini arz edip iki yillik vergisini de takdim etmisti. Bunun üzerine yaptiklarina göz yumulan Drakul, yerinde kalmak üzere ülkesine gönderildi. Ama iki oglundan biri (veya ikisi) de rehin olarak Osmanli sarayinda alikonmustu. 1424 yilinda gerçeklesen bu barisla bölge nisbeten rahat ve huzura kavusmus oluyordu.
Bölgede istikrarin saglanmasina tesir eden âmillerden biri de süphesiz ki Bizans'la varilan antlasmadir. Gerek Düzme Mustafa, gerekse Küçük Mustafa olaylarini çikarip Sultan Murad'i ve ülkesini bir hayli yoran, kardes kaninin akitilmasina sebep olan Bizans, artik yapacak bir sey bulamadigi için Osmanlilar'la iyi geçinmek ihtiyacini hissetmisti. Zira aksi takdirde kendi ülkesi ve imparatorluklari tamamen elden gidebilirdi.
Bu dönemde, Bizans Imparatoru Manuel, henüz hayatta ise de çok yasli oldugundan sekiz dokuz seneden beri bütün isleri saltanat ortagi olan oglu VIII. Ioannis görüyordu. Ioannis, daha kötü bir duruma düsmemek için Sultan Murad'a müracaatla baris yapmak istedigini bildirir. Bunun için elçi olarak Lukas Notaras, Melahrinos ve Bizans tarihçisi Françes'i Sultan Murad'a gönderir. Yapilan anlasma geregince Bizans, her sene Osmanli hazinesine üçyüz bin akça veya otuz bin duka altini vermeyi kabul ettigi gibi, Misivri ve Terkos mintikalari hariç olmak üzere, daha önce Bizanslilara geçmis olan Karadeniz sahilindeki bütün yerler ile Selanik havalisinde bulunan Situnion ve Ustruma (Karasu) taraflarina ilaveten, Osmanlilar'in Zeytin dedikleri Izdin'i de terk ediyordu (28 Subat 1424).
Yine 1424 senesinde Sirp despotu Istefan (Etyen) Lazareviç, Edirne'ye gelip eski dostluk antlasmasini yeniledi. Onunla birlikte bir Türk heyeti Alman Imparatorlugu'na seçilmis olan Macar Krali Sigismond'u tebrike ve iki yillik bir mütareke müzakeresinde bulunmak için gönderildi. Buna göre Osmanli heyeti, hem Sigismond'un imparatorlugunu tebrik edecek, hem de iki yillik bir mütareke imzalayacakti. Osmanli hükümdari bu heyetle birlikte kiymetli hediyeler de göndermisti. Sigismond tarafindan kabul edilen Osmanli heyeti ile iki yillik bir baris antlasmasi imzalanir. Bu akitten sonra Sigismond, Osmanli padisahina ayni sekilde hediyeler gönderir.
Rumeli'de istikrarin saglanmasina sebep olan anlasmalar yapildiktan ve bölge harpsiz bir döneme girdikten sonra artik Anadolu'daki pürüzlerin ortadan kaldirilmasina sira geliyordu.
Çelebi Sultan Mehmed'in vefati ve iki Mustafa Çelebi'nin isyanlari zamaninda, daha önce Osmanli sarayinda rehin bulunan Mentese Beyi Ilyas Bey'in iki oglu Leys ile Ahmed kaçarak memleketlerine gelmis ve hükümdarlik yapmaya baslamislardi. Rumeli'deki durumu düzene sokan Sultan Murad, Mentese tarafina gelerek bu iki kardesi elde edip Tokat kalesine gönderdikten sonra beyligi tamamen ilhak etmisti. Hicrî 829 (M. 1425) tarihinden itibaren bu beylik artik tarihe karismisti.
IZMIROGLU CÜNEYD BEY'IN AKIBETI
Kaynaklarda Izmiroglu, Aydinoglu, bazan da Kara Cüneyd diye adlandirilan bu beyin babasi olan Ibrahim, Yildirim Bâyezid tarafindan Izmir'e subasi olarak tayin edilmisti. Ankara savasi sonrasinda çikan kardes kavgalari esnasinda Cüneyd Bey, önce Isa Çelebi'ye yardim etmis, arkasindan da Süleyman Çelebi ile birleserek onun tarafindan Ohri sancak beyligine getirilmisti. Kardesler arasindaki mücadeleden istifadeyi düsünen Cüneyd Bey'in bu dönemdeki faaliyetlerinden ilgili bölümlerde bahsedilmis ve hakkinda bilgi verilmisti.
Daha önce de temas edildigi gibi Cüneyd, Mustafa Çelebi (Düzme Mustafa) kuvvetleri ile Ulubat suyu kenarina kadar gelmisti. Burada, Sultan Murad tarafindan tatmin edilip Aydin beyligine döner. Bundan sonra bütün gayretiyle eski Aydinogullan topraklarini tamamen elde etmeye çalisir. Böylece Anadolu birligini yeniden bozma faaliyetlerine ön ayak olur. Osmanlilara olan bagliligi red edip Osmanli idarecileri ile ugrasmaya baslar. Bunun üzerine Sultan Murad, onu yola getirmek maksadiyla yeni Aydin ili beyi Yahsi Bey ile Anadolu Beylerbeyi Oruç Bey'i vazifelendirir. Ancak bu beyler Cüneyd'e karsi bir basari elde edemezler. Bu son muvaffakiyet üzerine Aydin Bey'i olarak harekete geçen Cüneyd, Anadolu beylerini ve Bizans'i Osmanlilar'in aleyhine tahrike baslar. O, bununla da yetinmeyerek Venedik ile de ticarî ve siyasî münasebetlere girisir. Bununla beraber Sultan Murad'in Anadolu Beylerbeyligine tayin ettigi Hamza Bey, bu meseleyi ciddi bir sekilde ele alarak Halil idaresinde gönderdigi kuvvetler, Cüneyd'i Akhisar civarinda maglub edip onu sigindigi Ipsili kalesinde kusatirlar. Cüneyd, Karamanoglu Ibrahim Bey'in yardimlarini saglamak maksadiyla gizlice onun yanina gidip bir miktar Karaman askeri ile döndüyse de, bilahare bu yardimci kuvvetlerin kaçmasi sonunda Sisam adasinin karsisinda bulunan Ipsili kalesinde oglu Bâyezid ile birlikte tutunmaya çalisir. Bu arada Bizans Imparatoru VIII. Ioannis ve Venedik ile temasa geçerek yeni bir saltanat müddeisini Selanik'e geçirip Rumeli'nde isyan çikarmayi tasarlar. Fakat Murad Bey, Cenevizliler'den kiralanan gemiler ile onu deniz tarafindan da sIkIstirdigmdan vaziyeti gittikçe kötülesmeye ve artik müdafaada bulunamayacak bir duruma gelir. Bunun üzerine Hamza Bey'e teslim olmak zorunda kalan Cüneyd, kanina girdigi insanlara karsilik 1425 yilinda öldürülür. Çanakkale hapishanesinde bulunan oglu Kurt Hasan ile kardesi Hamza Bey de ortadan kaldirilarak soyuna son verilir.
KARAMANOGLU MEHMED BEY'IN ANTALYA'YI KUSATMASI VE OGLU IBRAHIM BEY'IN OSMANLI HIMAYESINE GIRMESI
Ankara Muharebesi'nden sonra Timur tarafindan yeniden kurulan Karaman Beyligi'nin basina Alaeddin Ali Bey'in oglu Mehmed Bey tayin edilmis, kardesi Bengi Ali Bey de Mehmed Bey'in hâkimiyeti altinda olmak sartiyla Nigde ve havalisine getirilmisti. Mehmed Bey, Osmanlilar'dan çekindigi için bir ara Memlûk sultaninin himayesini kabul etmisti. Fakat Memlûk Devleti'ne ait bazi yerlere el uzattigi için o devletle de arasi açilmisti. Gerçekten de Tarsus kusatmasi yüzünden Memlûklularla arasi açilan Karamanoglu Mehmed Bey, önce Nigde'ye hâkim bulunan kardesi Bengi Ali Bey, sonra da Dulkadiroglu Nasirüddin Mehmed Bey'le giristigi mücadeleyi kayb etmis ve Dulkadirliler tarafindan esir alinarak Kahire'ye gönderilmisti. Memlûk Sultani Melik Müeyyed Seyh, gerek Bursa'da, gerekse Tarsus ve Kayseri'de giristigi taskin hareketlerinden dolayi Karamanoglu Mehmed Bey'i azarlayip hapse attirmisti. Onun yerine de Karaman hükümdari olmak isteyen Nigde hâkimi Bengi Ali Bey'i destekleyerek onun hükümranligini tanimisti. Böylece Bengi Ali Bey, Karaman hükümdari olmustu. Fakat Memlûk sultani Melik Müeyyed'in ölümünden biraz sonra hükümdarligi elde eden Seyfeddin Tatar, Mehmed Bey'i serbest birakarak memleketine gönderir. Bengi Ali Bey, Mehmed Bey'in idareyi tekrar ele geçirmesi üzerine yeniden Nigde'ye çekilir.
Bilindigi gibi Ankara Muharebesi'nden sonra Antalya ve Korkuteli ile civari, Timur tarafindan Hamidoglu Osman Bey'e verilmisti. Osman Bey, Antalya'yi Osmanlilar'dan alamamis ise de Korkuteli taraflarinda hüküm sürüyor ve Antalya'yi da elde etmek için çare ariyordu.
Gerek Çelebi Sultan Mehmed'in ölümü, gerekse Mustafa Çelebiler isyanin, meydana getirdigi karisikliklardan istifade etmek isteyen Hamidoglu Osman Bey, Antalya'yi zapt etmek istemis, fakat bu ise tek basina gücünün yetmeyecegini anlayinca Karamanoglu ile birlikte hareket etmeye karar vermisti.
O dönemde, Osmanlilarin Antalya Sancak beyi olan Firuz Bey oglu Hamza Bey, bu birlesmeye mani olmak ve dolayisiyla sancagini kurtarmak için henüz iki kuvvet birlesmeden önce Korkuteli'nde bulunan Osman Bey'in kuvvetlerine baskin yapmis, Hamidoglu da bu müsademe esnasinda öldürülmüstü. Bu olaydan sonra Karamanoglu Mehmed Bey, Antalya önüne gelip kaleyi karadan kusatmisti. Bu sirada kaleden atilan bir gülle, Karamanoglu'na isabet ederek ölümüne sebep olmustu. Böylece Antalya, hem muhasara hem de isgalden kurtulmustu. Karaman ordusunda bulunan Mehmed Bey'in büyük oglu Ibrahim Bey, babasinin cenazesini alarak Karaman ordusuyla birlikte dönmüs ve Mehmed Bey'in cenazesini Larende'ye (Karaman) defn etmisti (27 Safer 826/9 Subat 1423).
Mehmed Bey'in ölümü üzerine yaninda bulunan ogullarindan Ali Bey, aralarindaki saltanat rekabeti yüzünden askerin Ibrahim Bey'i istedigini görünce kaçip Antalya kalesine siginir. Ibrahim Bey ve diger kardesi Isa Bey ise babalarinin cenazesini alip memleketlerine dönerler. Fakat Mehmed Bey'in kardesi Bengi Ali Bey, kardesinin öldügünü ögrenince Konya'ya gelip hükümdarligini ilân etmisti. Bunun üzerine Ibrahim ve Isa Beyler, babalarinin cenazesini defn ettikten sonra Osmanlilar'a siginmak zorunda kalmislardi.
Bu arada Antalya sancak beyi olan Hamza Bey de Karamanoglu Mehmed'in ölümünü ve Antalya'nin kurtuldugunu, kendisine iltica etmis olan Mehmed Bey'in oglu Ali Bey'le Sultan Murad'a arz etmisti.
Ibrahim Bey, amcasi Bengi Ali Bey'in yerine hükümdar olmak üzere Sultan Murad'in yardimini istemisti. Sultan Murad, eskiden beri aralarinda bulunan akrabaligi kuvvetlendirmek için Ibrahim Bey'le kardesleri Ali ve Isa'ya birer kiz kardeslerini vererek onlari kendine baglamaya çalisir. Osmanli siyasetine uygun düsen bu davranisla Sultan Murad, aradaki eski düsmanliklari ortadan kaldirmayi hedefliyordu. Bu düsmanligi tamamen yok etmek için onlarin her birine Rumeli'nde birer sancak da vermisti. Bu arada Ibrahim Bey'e kuvvet verip onun Konya ve Larende üzerine yürümesini saglayan Sultan Murad'in bu kuvveti sayesinde Ibrahim Bey, amcasini kaçirip Konya'da Karaman Beyligi'ne hâkim oldu. Fakat bunun karsiliginda da daha önce Osmanlilara ait olup Timur tarafindan Karamanogullari'na verilmis olan bazi yerleri (Hamideli Beysehir) eski sahiplerine yani Osmanlilar'a terk etmeye razi oldu (1424).
Sultan Ikinci Murad, gerek Rumeli, gerekse Anadolu'da kismen baris, kismen de mücadelelerle sagladigi sükûnetin devam etmesi için daha bazi islerin yapilmasi gerektigine inaniyordu. Nitekim Amasya, Tokat ve Canik havalisindeki yerlerde bir takim küçük Türkmen aile ve asiretleri vardi. Bunlar, gerek bulunduklari kalelerinin sarp olusu, gerekse devletin baska bölgelerde mesgul olmasindan istifade ile zaman zaman çevrelerini vurup eskiyalik ediyorlardi. Halk, bu yüzden bir hayli sIkInti çekiyordu. Hatta Solakzâde'nin ifadesine göre, insanlar bunlarin yüzünden evlerinden çikamaz hâle gelmislerdi. Bunlarin normal bir hale gelmesi ve geregi gibi idareleri devleti bir hayli mesgul ediyordu. Bu yerli Türkmen ailelerinden bir kismi, Ankara muharebesinden sonra Çelebi Sultan Mehmed tarafindan ortadan kaldirilmis ise de büyük bir grubu faaliyetlerine devam ediyordu. Sultan ikinci Murad, lalasi Yörgüç Pasa'nin faaliyetleri sonucunda bunlarin büyük bir kismini ortadan kaldirmaya muvaffak olmustur.
GERMIYANLI MÜLKÜNÜN OSMANLI'YA VASIYETI
Daha önce, Yildirim Bâyezid tarafindan zapt edilmis bulunan Germiyan Beyligi, Ankara Muharebesi'nden sonra yeniden dirilttirilen diger Anadolu beylikleri gibi o da tekrar bagimsizligina kavusmustu. Germiyanoglu Ikinci Yakub Bey de ülkesine yeniden sahip olmustu. Yakub Bey, "Fetret Dönemi" diye bilinen sehzadelerin mücadeleleri esnasinda Çelebi Sultan Mehmed tarafini tutmustu. Bir ara Karamanoglu'nun tecavüzüne maruz kaldiysa da Çelebi Sultan Mehmed'in, Karamanoglu'nu yenmesi üzerine Yakub Bey, Osmanlilar'in himayesinde devletini idare etmisti.
Kiz kardesinin oglu olan Çelebi Sultan Mehmed'in ölümü üzerine Yakub Bey, Osmanlilar'daki saltanat degisikliginden istifadeye yeltendi. Bu yüzden Sultan Ikinci Murad'in kardesi ve Hamideli Sancakbeyi Mustafa Çelebi'ye meyl ederek Karamanoglu ile birlikte Mustafa'ya kuvvet verip yardim eder. Bununla beraber Sultan Murad, Yakub Bey aleyhinde hiç bir harekette bulunmuyordu. O da son anlarina kadar beyligini muhafaza etmisti. Hatta Osmanli hükümdari, "Sah Ana" diye hitab ettigi Yakub Bey'in esini, Candaroglu Isfendiyar Bey'in torununu alacagi zaman gelini getirmeye göndermisti.
Erkek evladi bulunmayan Yakub Bey, kiz kardesinin torunu olan Murad'i gün geçtikçe sevmeye baslar. Bu sevgi, erkek evladinin olmayisi ve Osmanlilar'in ileride büyük bir devlet haline gelecegini sezmesi üzerine onun, ülkesini Osmanlilar'a vasiyet etmesine sebep oldu.
Bu sebepledir ki, ilerlemis yasina ragmen Edirne'de bulunan padisahi ziyaret etmek ister. Bu gaye ile yola çikan Yakub Bey, Bursa'ya gelir. Oradan Çanakkale Bogazi'na kadar giderek Gelibolu'da Rumeli yakasina ayak basar. Ikinci Murad, Yakub Bey'i karsilamak için Meriç ve Ergene üzerinde insa ettirmekte oldugu köprü sahasina kadar gelir. Bu vesile ile Sirbistan siniri valisi Ishak Bey'in idaresinde orada yaptirmakta oldugu köprünün insaat durumunu görme imkânini da elde eder. Yüz yetmis kemer üzerine kurulan ve hâlen Uzunköprü ilçesine adini vermis bulunan bu köprü, yapilis tarzindaki özellikten dolayi Ikinci Murad'in sultanlik çaginda kurulmus binalar arasinda ilk plânda yer alir.
Yakub Bey, geçtigi bütün yollarda oldugu gibi Edirne'de de hürmet ve itibar görür. Padisah, onu yasinin büyüklügüne ve mevkiine lâyik bir hürmetle karsilar. Yakub Bey, Edirne'de misafir bulundugu siralarda büyük senlikler yapilir. Devrin en büyük hekim ve sairlerinden olan Seyhî, mihmandar sifati ile onun maiyetine verilir. Seyhî, gezmelerinde ona refakat etmeye ve arzularinin en küçügüne kadar bütün isteklerinin yerine getirilmesine memur edilmisti.
Bu söhretli misafir, gördügü misafirperverlikten dolayi minnettar olarak ülkesine döner. Sultan Murad'in, emrine verdigi askere karsi o kadar cömertçe davranir ki, Gelibolu'ya ulastigi sirada parasi tükenir. O zaman padisaha bir mektup yazarak durum ve ihtiyacini bildirir. Sultan Murad, Germiyan Beyi'nin mektubunu okudugu zaman:
"Cenab-i Hak, Germiyan Beyi'ni bize öyle bir kardes olmak üzere göndermis ki, kendi gelirinden baska bizimkileri de yiyor." diyerek derhal onun sanina lâyik olacak sekilde bir miktar para gönderir.
Ikinci Murad'i ziyaret ettigi sirada seksenini bulmus olan Yakub Bey, ilk karsilasmada Sultan Murad'in elini öpmek istediyse de padisah elini vermez. Karsilikli öpüsüp musafaha ederler. Yakub Bey, ziyaretinin sebebini anlatarak içten gelen arzusunu sifahî (agizdan) arz ile ölümünden sonra memleketini padisaha vasiyet eyler. O, ülkesini kizkardeslerinin çocuklarina birakmak istemiyordu.
Edirne'de bir ay kadar kalan Yakub Bey, Kütahya'ya dönüsünden bir sene sonra 832 Rebiülahir (1429 Ocak)'ta vefat ederek Kütahya'da yaptirmis oldugu imâret mescidi mihrabinin arkasina defnedilir. Yaninda zevcesi Pasa Kerime Hanim da vardir. Yakub Bey, hastalandigi sirada yazdirip Ikinci Murad'a gönderdigi vasiyetnâmesinde ülkesini Osmanlilara vasiyet eyleyip terk ettigini tekrarlamisti. Böylece Yakub Bey'in vasiyeti üzerine beyligi, Osmanli idaresine girmisti. Buranin sancak beyligine de Kara Timurtas Pasa'nin torunu ve Umur Bey'in oglu Osman Bey tayin edilmistir.
Aradaki fasilalar hariç olmak üzere takriben otuz sene kadar Germiyan hükümdari olan Yakub Bey, çok cömert bir insandi. Bilginleri seven bir kimse olarak Yakub Bey, sarayinda pek çok sair, edip, bilgin ve tabibin bulunmasini saglamistir. Edirne'de kendisine mihmandar olarak tayin edilen Seyhu's-Suara Seyhî Sinan da bizzat kendi himayesinde yetisen ve sonradan Osmanlilar'in hizmetine giren bir kimse idi.
O, ilim ve fikir adamlarini himaye hususunda babasinin izini takib etmisti. Türkçe'nin gelismesine hizmet etmis, meshur ilk Türkçe imâret vakfiyesini güzel bir yazi ile hak ettirerek imâretin duvarina koydurmustu.
Çok cömert, eli açik, ihsani bol bir kimse olan Yakub Bey, Bursa'ya geldigi zaman Osman, Orhan, Yildirim Bâyezid ve Çelebi Sultan Mehmed'in türbelerini ziyaret eder. Bu esnada henüz hayatta bulunan Emir Sultan'i da ziyaret ederek elini öper.
SIRBISTAN VE GÜVERCINLIK KALESI MESELESI
Sirbistan, Birinci Kosova muharebesinden beri Osmanlilar'in nüfuzu altinda idi. Ankara muharebesinden sonra Sirbistan himayeden çikmamakla beraber kendi lehine bazi tavizler elde etmisti. Kosova muharebesinde öldürülen Lazar'in yerine Stefan Lazareviç (1389-1427) Sirp despotluguna getirildi. Stefan Lazareviç, Temmuz 1427 senesinde evlad birakmadan ölünce onun yerine kiz kardesinin oglu Jorj Brankoviç, Sirp despotu oldu. Osmanli tarihlerinde Vilk (babasinin adi Vulk) oglu diye bahs edilen Jorj Brankoviç'in Sirp despotu olur olmaz bazi kalelerini Macarlara terk etmesi, Osmanlilar ile Sirp ve Macarlar arasinda bazi çatismalarin çikmasina sebep oldu. Bu adam, selefi ve Osmanli dostu olan Lazareviç'in gütmekte oldugu siyaseti terk ederek gerektiginde Osmanlilar'a karsi kendini müdafaa etmek ve Türk taarruzlarini kuzeye yani Macaristan'a geçirmemek için hem Alman Imparatoru hem de Macaristan Krali olan Sigismond'a kendi topraklarindan bazi mühim yerleri vermisti. Bu yerlerden birisi de Sirplarin merkezi olan Semendire ile Orsova arasinda ve Tuna nehri kenarindaki Golumbaç (Kolombaç) idi. Osmanlilar buraya "Güvercinlik" diyorlardi. Halbuki eski despot Stefan Lazareviç, ölmeden önce burayi on iki bin duka altin borcuna karsilik "boyar" yani beylerinden birisine rehin olarak vermisti. Belgrad'i isgal eden Sigismond, parayi ödemeden Kolombaç'i da almak isteyince, boyar kaleyi Osmanlilar'a terk etti
Sigismond'un, Macaristan'a açilan yollar üzerinde önemli ve stratejik bir mevkide bulunan Güvercinligi zorla almak istemesi üzerine Sultan Murad, kalenin müdafaasina kosar. Macadar bir basari elde edemedikleri gibi Sigismond da ölüm tehlikesi geçirerek bir fedaisi sayesinde zor kurtulmustu. Sigismond, muvaffak olamayinca Osmanlilarla anlasmak zorunda kalir ve Güvercinlik'in Osmanlilar'a geçmesini kabul eder.
Belgrad'in Macarlara verilmesi üzerine hükümet merkezini daha önce Semendir'e nakl etmis olan Jorj Brankoviç, Sigismond'un basarisiz oldugunu görünce ondan ümidini keserek Osmanlilar'la anlasmaya çalisir. Varilan anlasmaya göre o, her sene Osmanli hazinesine elli bin duka altin vermeyi, Macarlarla münasebetlerini kesmeyi ve padisah istedigi zaman Osmanli ordusuna asker göndermeyi kabul eder.
Sultan Murad, Edirne'ye döndügü zaman hükümdarlara nâmeler göndererek yeni fetihlerini bildirir. Güvercinlik ve Krusevaç gibi kalelerin ele geçirilmesiyle Osmanli sinirlari, Sirbistan'in kuzeyinde yeni gelismeler kayd etmisti. Güvercinlik, Macaristan'a açilan yollar üzerinde oldugu gibi bilhassa Sirbistan'in müdafaa ve elde tutulmasina yarayacak bir mevki isgal ediyordu. Onun içindir ki, zaptindan on alti yil sonra Segedin muahedesi yapilirken Güvercinlik üzerinde bir hayli durulacaktir. Macaristan bakimindan çok önemli bir üs olarak kabul edildigi için burasi, her firsatta Macarlar tarafindan gözetlenecektir. Hatta Fatih Sultan Mehmed, 1473 senesinde Uzun Hasan'a karsi sefere giderken Macar elçisi Padisahin ve dolayisiyla Osmanlilarin bu müskül durumundan yararlanarak Güvercinlik'in terkini veya kalesinin yikilmasini isteyecektir.
SELÂNIK VE YANYA'NIN FETHI
Birinci Murad zamaninda kusatilip alinamayan, fakat hicrî 791 (M. 1394) yilinda Yildirim Bâyezid tarafindan zapt edilen Selânik, Ankara Muharebesi'nden sonra Bizans Imparatoru ile uyusmak isteyen Emir Süleyman tarafindan Bizanslilara terk edilmisti. Selânik sehrinin, Osmanlilar tarafindan ilk defa olarak fethi ve bilahare tekrar Rumlarin eline geçisine dair bilgiler, Yildirim Bâyezid dönemi hadiseleri arasinda zikr edilmisti.
Osmanlilar'in saltanat degisikligi ve buna bagli olarak çikan taht kavgalari fitnesi ortadan kalkip tehlikeli durumlarinin düzelmesinden sonra sira daha önce ellerine geçmis olan Selânik'in yeniden elde edilmesine gelmisti. Bunun için Sultan Murad, Evrenoszâdelerle Turahan Bey komutasindaki ordusuyla Selânik'i muhasara ettirmisti. Bu sirada Manuel'in oglu Andronikos, Selânik valiliginde bulunuyordu. Muhasara yüzünden sikintiya düsen halk, Andronikos'un muvafakati olsun olmasin, kendilerine yiyecek vermek ve sehri mamur hale getirmek sartiyla Venediklilere satmaya karar verir. Venedikliler, kendilerine sadik kalmak sartiyle Selânikliler'in tekliflerini kabul ile elli bin duka altin karsiliginda Selânik'i satin alirlar. Böylece Selânik halki, para karsiliginda kendilerini yabanci bir millete satarken, Venedikliler de kan yerine keselerinden para dökerek Ege kiyilarinin en mühim sehirlerinden birine sahip olurlar. Bu esnada zaten hasta olan Andronikos da Venedikliler'ce Mora'ya gönderir (H. 826 / M. 1423).
Sultan II. Murad, Selânik'in Venedikliler'in eline geçmesini istememisti. Fakat o sirada daha pürüzlü ve önemli isler oldugundan ses çikarmamis ve uygun bir zaman gözetlemeyi uygun görmüstü. Sultan Murad, 1426 yilinda Ayasolug'a giderek orada bulundugu sirada Midilli, Sakiz ve Rodos ile eski antlasmalari yeniledigi zaman Venediklilerin Selânik'i almalarindan dolayi bunlarla olan muahedeyi yenilemeyerek Venedik elçisini geri çevirmisti.
Padisah, buradaki islermi yoluna koyduktan sonra Edirne'ye döner. Venedikliler yeni bir heyet göndererek muahedeleri yenilemek istedilerse de padisah: "Selânik, babamdan kalma mülkümdür. Büyük babam Bâyezid bazusunun kuvvetiyle burasini Rumlardan aldi, eger oranin idaresi Rumlarin elinde bulunsaydi, bunlara haksizlik ettigimi belki iddia edebilirlerdi. Siz ise Italya'dan gelen Latinlersiniz. Buralara sokulmaniza sebep ne? Ya arzunuzla oradan .çekiliniz, ya da hemen gelirim" cevabini verir. Böylece elçiler bir is göremeden geriye dönerler. Osmanlilar'in bu sekildeki kesin tutumu üzerine Venedikliler, ilk günlerden itibaren isi diplomatik yollarla ve gürültüsüz atlatmaya çalisirlar. Sultan Murad'a defalarca elçi gönderirler ama bu çabalarin hiç birisi Sultan Murad'i bu oldu bitti karsisinda yumusatamaz. Bu arada Venedikliler, sehrin zapti kadar garip ve tuhaf olan bir muameleye bas vurarak bizzat Bizanslilarin tavassutunu temin ederler. Padisah, imparatorun bu tavassutunu çok garip bulmustu. Ioannis'in göndermis oldugu Nikola de Gona ve Frangopulos adlarindaki elçilerine, sayet Selânik imparatora ait olsaydi orayi hiç bir zaman zapt etmek istemeyecegini, fakat Venediklilerin, imparatorun arazisi ile kendi topraklan arasina yerlesmesine de müsaade edemeyecegini söyleyerek anlari da geri gönderir.
Bu müzakereler esnasinda sefer hazirliklarini da ihmal etmeyen Sultan Murad, 1430 senesi Subatinin ortalarinda Edirne'den Serez'e gelir. Burada Anadolu Beylerbeyi olan Hamza Bey komutasindaki Anadolu kuvvetleri ile Sinan Bey komutasindaki Rumeli kuvvetlerini bir araya getirir. Kendisi Serez'de kalarak Hamza Bey'i ileriye gönderir. Bütün kusatma hazirliklari yapildiktan sonra Venedik valisinden sehrin teslimini ister. Fakat Venedik valisi bunu red eder. Bunun üzerine Hamza Bey sehri topla dövmeye baslar. Selânikliler, Venedikliler'den donanma ve yardim istedilerse de bu yardim gerçeklesmedi. Muhasara karargahina gelen Sultan Murad, sehrin bir an önce düsmesini istiyordu. Venedikliler Rumlara itimad edemediklerinden kendi askerlerini Rumlarin arasina dagitmislardi. Bu sekilde sehir müdafaa edilirken Rumlarin gevsekligini ve icabinda karsi tarafla anlasmalarini önlemeyi düsünüyorlardi.
Umumi hücumla alindigi takdirde sehrin zarar ve tahribata ugrayacagini hesaplayan Hamza Bey, hem buna mani olmak, hem de fazla zahmet çekilmeden fethi mümkün kilmak için surlardan içeriye adamlar soktu. Sayet Venedikliler, Rumlardan gelebilecek bir hainligin önünü almak üzere önceden gerekli tedbirleri almamis olsalardi belki de Hamza Bey'in adamlari gayelerine ulasacaklardi. Buna meydan vermemek düsüncesi ile Venedikliler, her Rum askerinin yanina degisik memleketlerden ücretle topladiklari adamlardan kurulu yagmaci (Butineur) denilen askerden birini koymuslardi. Ayrica Hamza'nin oklarinin ucuna mektuplar sararak Rumlari sehir kapilarini açmaya tesvik etmesi, buna karsilik kendilerine hürriyet ve himaye vaad etmesi de bir sonuç vermedi. Çünkü Venediklilerin çok siki tedbirler almalari üzerine sehre sokulan adamlarla içeriye firlatilan mektuplarin, Rumlar üzerindeki tesirleri önlenmisti.
26 Subat gecesi meydana gelen depremde halk büyük bir heyecan yasadi. Fakat Venediklilerin çabasi sonucunda bu korku ve heyecan giderilerek müdafaa daha bir güç kazandi. Rumlar, Venediklilere mecburen itaat ediyorlardi. Hamza Bey'in tekliflerini kabul etmeyen Venedikliler'e karsi padisah, hücuma karar verir. Bu, sehrin zapt edildigi zaman, âdet oldugu üzere yagmaya ugramasi demekti. Hükümdar böyle bir karar almak zorunda kalmisti. Çünkü daha önceki bütün baris ve teslim çagrilari cevapsiz kalmisti.
28 Subat'i 1 Mart'a baglayan gece, Selânik halki arasinda genel hücumun ertesi gün yapilacagi söylentileri dolasmaya baslar. Bunun üzerine halk, kalabalik topluluklar halinde kiliselerde toplanmaya basladi. En fazla kalabalik ise Aziz Dimitrios'un tabutu bulunan ve içinde devamli olarak "kutsal yag" akan kilisede toplanmisti. O gün aksama dogru, Osmanlilar'in, limandaki üç Venedik kadirgasini yakmasi, Venedikliler arasinda büyük bir korkunun meydana gelmesine sebep oldu. Bu yüzden bütün askerlerini kaleden çekip gemilere bindirdiler. Venediklilerin, sehrin savunmasindan ayrilmalari, Rumlari büsbütün perisan etmisti. Bu yüzden onlardan da bulunduklari mevzileri terk edenler oldu. Ertesi gün safakla baslayan genel hücum sonunda Osmanli askeri sehre girmeye basladi. Bu esnada Selânik halkindan bazilari, gruplar halinde Venedik kadirgalarina binmek istedilerse de bunlar, Venedikliler tarafindan gemilere alinmazlar. Selânik sehrini para karsiligi alan Venedikliler, sadece sehrin ticaretini düsünüyorlardi. Zira Selânik, Ege Denizi'nde ticarî mevkii parlak bir sehirdi. Fakat orada barinamayacaklarini anladiklari zaman dindaslari olan Rumlari, Müslüman olan Osmanlilar'a terk etmekten çekinmemislerdi.
Öyle anlasiliyor ki sehrin umumî bir hücumla alinacagi söylentileri bosu bosuna çikarilmis bir iddia degildi. Zira Mart ayinin ikinci günü sato tarafindan yapilan siddetli bir hücum ve merdivenlerle üzerlerine çikilan surlarin isgali sonunda, kale kapilarinin açilmasi ile sehir zapt edildi (27 Receb 833/2 Mart 1430). Selânik'in düsmesi, Avrupa ve bilhassa Venedik'te büyük üzüntülere sebep olmustu.
Selânik zapt edilince Sultan Murad, Vardar Yenicesi ile diger sehirlerden Türk aileler getirterek buraya iskân ettirir. Bu politikasi ile o, sehrin Müslüman Türk hüviyeti kazanmasina çalisiyordu. O, sadece iskân ile yetinmiyerek buraya yerlestirilenler için bazi imkânlar da sagliyordu. Bu sebeple Aya Dimitri (Sen Dimitrios) kilisesi hariç olmak üzere diger bütün kiliseleri camiye tahvil ettirir. Hammer'in ifadesine göre bazi kiliseleri de yiktirip onlarin malzemesinden sehrin ortasinda bir Türk hamami yaptirir.
Böylece Müslümanlarin rahat ibadet etmeleri ve diger sosyal tesislerden istifade etmelerini saglamisti.
Osmanli kaynaklan, Selânik'in kirk günlük bir kusatma sonunda zapt edildigini yazarlarsa da yabanci kaynaklarda buranin daha kisa bir sürede zaptedildigi bildirilmektedir. Subat ortalarinda baslayan kusatma, 2 Mart'ta sona erdigine göre bu sürenin çok daha az oldugu anlasilmaktadir.
Selânik muhasarasi devam ederken, Amiral Andrea Moceniko komutasindaki Venedik donanmasi, Gelibolu'yu zapt etmek için ugrastiysa da bunda basarili olamadigi gibi gemi bakimindan da zayiata ugradi. Zira henüz emekleme durumunda bulunmasina ragmen Osmanli donanmasi, onlarin basarili olmasina ve Gelibolu'yu ele geçirmelerine engel olmustu.
Amiral Moceniko'nun yerine geçen Silvestr Morisini Selânik'in intikamini almak için 1431 yilinda Çanakkale bogazinin Anadolu yakasindaki istihkamlara ani bir baskinda bulunarak ele geçirdigi muhafizlari öldürmüs, surlarini da tahrib etmisti. Bundan sonra Sultan Murad ile Venedikliler arasinda Gelibolu'da bir muahede imzalanir. Bu muahede ile Selânik'in Osmanlilar'a terk edildigi belgelendirilip kabul ediliyordu. Dukas'in ifadesine göre Venedikliler, Egriboz adasinin Osmanlilar tarafindan zapt edilmesinden korktuklari için böyle bir baris teklifinde bulunmuslardi.
Selânik'in zaptindan takriben bir buçuk sene sonra 13 Safer 835 (9 Ekim 1431)'de Yanya Osmanli topraklarina katildi. Yildirim Bâyezid zamanindan beri Yunanistan'in Epir bölgesinde Latin kökenli despotlar vardi. Osmanlilarin yüksek hâkimiyeti altinda bulunan ve merkezi Yanya olan Epir despotu Karlotoçi (Carlo Tocco) ölünce ogullari arasinda hâkimiyet mücadelesi bas göstermisti. Bunlardan Memnon adindaki ogul, Osmanlilar'dan yardim ister. Bunun üzerine Sultan Murad, Karaca Pasa komutasinda gönderdigi kuvvetler ile Memnon'a yardim edip onu arzusuna kavusturur. Bununla beraber yerli Ruro halki, ogullar arasinda meydana gelen bu mücadele ile Latinlerden memnun degildir. Bu yüzden aradan fazla bir zaman geçmeden Yanya halkinin ileri gelenlerinin meydana getirdigi bir heyet, o siralarda Selânik civarinda bulunan Sultan Murad'i ziyaret eder. Heyet, halkin hürriyetine, örf, âdet ve ibadetlerine dokunmayacagina dair Sultan Murad'dan bir ferman aldiktan sonra sehrin anahtarlarini kendisine teslim eder. Sultan Murad, Yanya'yi teslim almak için Karaca Pasa'yi görevlendirir. Karaca Pasa'nin sehri teslim almasindan sonra buraya da Türkler iskân edilir.
Yanya'nin baris (sulh) yolu ile alinmasi ve özellikle halkin istegiyle Osmanli idaresinin kabul edilmesi, Osmanli idare ve adaletinin, Balkan halklari üzerinde nasil iyi bir tesir meydana getirdiginin göstergesidir. Kendi dindaslari olan Latinlerin zulüm ve çekismesinden bikan halk, adalet ve hak sinasliklarina güvendikleri Osmanliya baglanmayi tercih etmisti.
BALKANLAR'DAKI YENI OLAYLAR
Macarlar, eskiden beri Balkanlar'daki milletlerin Osmanlilar'a karsi tavir koymalarini istiyor ve kendilerini bölge halklarinin bir çesit hâmisi kabul ediyorlardi. Bu yüzden, Eflâk ve Sirbistan'in Osmanlilar'la olan baglantilarini kesmekte kakarli görünüyorlardi. Durumun nezaketini bilen Osmanli devlet adamlari da buna karsi tedbir almakta gecikmiyorlardi. Onun için de zaman zaman çatismalar meydana geliyordu. Bu çatisma ve anlasmazliklara ilaveten bölgede iç karisikliklarda sürüp gidiyordu. Devamli karisikliklara sebep olan bölgedeki olaylari Eflâk ve Sirbistan hadiseleri olmak üzere iki kisma ayirmak mümkündür.
EFLÂK HÂDISELERI
Eflâk'in söhretli voyvodasi Mirça'nin ölümünden sonra bölge, senelerce sürecek olan iç karisikliklara sahne olacaktir. Bu mücadeleler esnasinda voyvodalarin bazilari Macarlar, bazilari da Osmanlilar'dan yardim göreceklerdir. Eflâk'taki iç mücadele Mirça'nin kardesinin çocuklari olan Dan'lilar ve Mirça'nin oglu Vlad Drakula'nin torunlari olan Drakul'lular arasinda cereyan ediyordu. Bu mücadeleler sebebiyle voyvodalar makamlarini yeterince saglama alamadiklari gibi bu dönem Eflâk kaynaklari da kifayetsiz olduklari için voyvodalarin saltanat tarihlerinde karisikliklar bulunmaktadir.
Mirça'nin ölümünden sonra kardesinin oglu Dan, Eflâk voyvodasi olmustu. Fakat bu voyvoda, Bogdan prensinin yardimini alan Vlad Drakul tarafindan öldürülür. Dan'in oglu Osmanlilar'dan yardim istedigi için kendisine yardim edildiyse de bunda iyi bir basari saglanamadi. Bu yüzden bu da babasi gibi Vlad tarafindan öldürülür(1431). Vlad, bu cesareti, Macarlarin ve bilhassa Sigismond'un kendisini himaye etmesinden aliyordu. Dukas ve Hammer'in ifadelerine göre Eflâk Beyi (voyvodasi) Vlad, ya insafsiz ve zâlimliginden veya Sigismond'un kendisine verdigi Dragon nisanindan dolayi Drakul (Eflâl dilinde hilekâr, Seytan) lakabi ile aniliyordu. Vlad, bütün bu himayelere ragmen Sigismond'un kendisini Türklerin elinden kurtaramayacagini düsünerek rakiplerine galip gelmekle birlikte Osmanlilar'a da sokularak görünüste onlara olan bagliligini göstermek istiyordu. Filhakika Vlad Drakul, Osmanli hükümdarinin, Karaman seferine hareket edecegi esnada bizzat Bursa'ya kadar gelerek bagliligini arz ve Sultan Murad'in Macaristan'a yapacagi seferlerde kendisine her türlü kolayligi gösterecegini vaad ettigi gibi böyle bir seferde Osmanli ordusuna klavuzluk edecegini de taahhud eder. Bu arz-i ubûdiyetten memnun olan Sultan Murad, onu tekrar ülkesine gönderir.
Büyük bir idarî ve diplomatik tecrübeye sahip olan Osmanli devlet erkâni, Vlad'in iki yüzlülügünü çok iyi biliyordu. Bu sebeple onun Macarlarla olan münasebetlerini bozmak için ayni sene (1432), yanina asker vererek onu Transilvanya'ya akin yapmaya memur eder. Bu sekilde, Vlad Drakul vasitasiyle Macarlara büyük bir darbe indiren Sultan Murad, bilahare Macarlarla dostlugu yenilemek ister. Zira Sultan Murad, Macaristan ile dostça münasebetlerin faydali olacagini düsünür. Bu sebeple Imparatorun bulundugu Bâl sehrine tantanali bir elçilik heyeti gönderir. Sigismond, heyeti Bas kilisede ve bütün hükümdarlik alametleri üzerinde bulundugu halde kabul eder. Bu elçilik erkânindan on iki kisi ilerleyerek Imparatora altin sikkelerle dolu on iki altin kupa, bir takimi sirma islemeli, bir takimi da kiymetli taslarla süslü ipekli elbiseler sunar. Böylece mütareke yenilendikten sonra Sigismond, Sultan Murad'in elçilerini gayet sahane bir surette taltifederek birçok hediyelerle Padisahlarina gönderir (Kasim 1433).
SIRBISTAN HÂDISELERI
Eflâk voyvodasi Vlad Drakul gibi Sirp despotu Jorj Brankoviç te Macarlara dayanip onlardan yararlanmak istiyordu. Zaten Macarlar da Sirp despotunu Osmanlilar aleyhine tesvikten geri kalmiyorlardi. Sirbistan'in iki önemli sehrinden Belgrad'in Macarlar, Güvercinlik'in de Osmanlilar elinde bulunmasindan dolayi her iki devletin Sirbistan üzerindeki dikkatleri daha fazla hassasiyet kazanmisti. Sirp despotunun Osmanli Devleti'ne sadik görünmesine ragmen el altindan da Osmanlilar'in aleyhindeki bazi hareketleri, Üsküp Sancak Beyi Ishak Bey tarafindan haber alinip merkeze bildirildiginden, onun komutasindaki bir ordu ile Sirbistan içlerine dogru bir akin yapilir. Bu akinla, Sirp despotunun Macarlarla olan alâkasini kesmek ve Osmanlilar'a olan bagliligini güçlendirme hedeflenmisti.
Ishak Bey komutasindaki Osmanli ordusunun Sirbistan ortalarina kadar bir akin yapmasi, Sirp despotu Brankoviç'i telaslandirir. Bu yüzden Macarlarla olan münasebetlerini kesmeyi ve kizi Marya (Mara)'yi Osmanli hükümdarina zevce olarak vermeyi kabul ederek barisi saglayabildi. Sarica Pasa, Osmanlilara olan baglilik yeminini ettirmek ve padisahin nisanlisini getirmek üzere Jorj Brankoviç'in sarayina gider. Bununla beraber yine ayni sene (1433) içinde, Evrenoszâde Ali Bey'in Macaristan'a yaptigi bir akinda basarili olamamasi, Brankoviç'i yeniden Macarlarla münasebetlerini gelistirmeye yöneltir. Hatta kizini padisaha nisanlamis olmasina ragmen onun henüz küçük oldugunu ileri sürerek dügünün yapilmasini da tehir eder.
Iki yüzlü harekette Eflâk voyvodasindan da usta davranan Jorj Brankoviç, Macar Krali Sigismond ile birlikte Karamanoglu Ibrahim Bey'le gizlice anlasarak onu, Osmanlilar aleyhine kiskirtmaya ve bir takim faaliyetlerde bulunmaya sevkeder. Bundan cesaret alan Ibrahim Bey, Osmanli ülkesine saldiracak ve bazi yerleri ele geçirecektir. Fakat ileride de bahs edilecegi gibi Sultan Murad, Karamanoglu Ibrahim Bey'in hakkindan geldikten sonra tekrar Rumeliye dönecektir. Durumun kendi aleyhindeki vehametini görmekte gecikmeyen Brankoviç, padisahin hiddetini teskin ile dikkatini baska seyler üzerine çekebilmek için kizi Mara'yi aldirmasi istirhaminda bulunacaktir. Sultan Murad, pasalarini toplayip kendileri ile bu durumu görüsünce pasalar "almak gerek sultanim" demislerdi. Bunun üzerine sultan da "tedarik neyse edin" diyerek Kizlaragasi Reyhan Aga ve Oruç Bey ile Sirp sinirlari üzerinde toplanmis olan askerin komutani Ishak Bey'in esini gelini almak üzere bir heyetle Üsküp'e, oradan da Semendire'ye gönderir. Âsikpasazâde hadiseyi su ifadelerle nakl eder:
"Bir kaç günlük yol kalinca Vilk oglu, kâfir beylerinin hatunlarini karsi gönderdi. Acayip konukluklar eyledi. Gayet iyi tazimle Semendire'ye getirdiler. Onda dahi nihayetsiz konukluklar etti. Çeyizinin hesabini yazmislar. Defterini Özbek Aga'ya verdiler. Vilk oglu demis ki: "Ben çeyizi kizima vermedim, Hünkâra verdim, dilerse bu câriyesine versin, dilerse gayri câriyesine versin". Elhasil kizi Edirne'ye getirdiler. hünkâr kendine dügün etmedi. "Bir sipahi kâfirin kizina ne dügün gerek" dedi. Ve her ne kim Vilk oglu dedi, onu Hünkâr'a dediler. Hünkâr eder "Benim câriyelerime verecegim yok mudur ki onun kizinin çeyizini vereyin." dedi. Hiç nesne kabul etmedi. Geri çeyizini ol kiza verdi. Bir sehl zaman durdu, Bursa'ya gönderdi. Isfendiyar kizi dahi Bursa'da idi, onu Edirne'ye getirdi."
Jorj Brankoviç, mutad merasimle, kizini Osmanli sarayina götürmek üzere gelen heyete teslim eder. Edirne'ye gelen Mara oradan da Bursa'ya gönderilir.
Sultan Murad, kizi Mara'yi Edirne'ye göndermis olan Jorj Brankoviç'e pek güvenemiyordu. Bu sebeple Sirp despotu ile Eflâk voyvodasinin Macarlar'la arasini iyice açarak kendisine baglanmalarini saglamak için Macaristan harekâtina katilmalarini emr eder. Padisahin emri geregince Jorj Brankoviç ve Vlad Drakul 1438'deki Macaristan akinina katilirlar. Her iki hükümdarin Evrenoszâde Ali Bey komutasindaki akinci kuvvetlerine iltihaklarini müteakip Demirkapi üzerinden Tuna nehri âsilir. Birbuçuk ay kadar süren akinlar esnasinda, Transilvanya'da bazi sehirler zapt ve kaleler de tahrib edilir. Bu akinlar esnasinda birçok ganimet elde edilir.
Sultan Murad, 1438 kisinda Brankoviç'in kizi Mara ile evlendi. Bununla beraber Sirbistan hududundaki Türk kuvvetlerinin komutani olan Ishak Bey'den aldigi raporlar, kayinpederine itimad edilemeyecegini gösteren delillerle dolu idi. Sultan Murad, müstereken icra edilen Transilvanya akinina ragmen Macarlarla aralarinin açilmadigini görünce, Sirbistan problemine kesin bir çözüm getirme kararma varir. Buna göre Karamanoglu'nu tahrik edenlerden birisi daha bütünüyle ortadan kalkacakti.
Sultan Murad, Brankoviç'in, Semendire'nin anahtarlari ile birlikte Edirne'ye gelmesini emr eder. Brankoviç, itaat edecek yerde, büyük oglu Greguar'i Semendire'nin tahkim ve müdafaasina memur eder. Kendisi de diger oglu Lazar'i yanina alarak Sigismond'a halef olan Albert'e siginir.
Sultan Murad, Brankoviç gibi Eflâk Voyvodasini da davet etmisti.
Voyvoda Drakul, Jorj Brankoviç'i taklid etmeyerek padisahin dâvetine icabet eder. Vlad Drakul, ordugâha gelince yakalanarak Edirne'ye gönderilir. Edirne'den de Gelibolu'ya yollanarak haps edildiyse de iki oglunu rehin olarak birakmayi kabul ettiginden hapiste uzun süre tutulmayarak serbest birakildi. Vlad Drakul ülkesine dönerek yine eski makamina geçer.
Sultan Murad, Sirbistan isini kesin bir sonuca baglamak için Semendire üzerine kuvvet sevk eder. Brankoviç'in oglu tarafindan müdafaa edilen Semendire, üç ay müddetle kusatilir. Bu esnada, Sirbistan islerini çok iyi bilen Ishak Bey, hacdan dönünce kusatmanin siddeti artirilir. Bu siddetli kusatmaya tahammül edemeyen Semendire, 1439 yilinda teslim olur. Asikpasazâde, sehrin fethinden hemen sonra onun Müslüman Türk sehri haline getirilmesi için kadi tayin edildigini, Cuma namazinin kilindigini ve hisarina asker kondugunu yazar. Sehri müdafaa edenlerle birlikte esir düsen Greguar, daha önce rehine olarak Edirne'ye gönderilmis bulunan kardesi Stefan ile birlikte Tokat'a yollanarak hapsedilir.
Semendire muhasarasi devam ederken bir Macar ordusu sehrin imdadina geldiyse de Ishak Bey ile Timurtas Pasaoglu Osman Çelebi tarafindan maglub edildikten baska Macaristan'a da akinlar düzenlendi. Osmanlilar bu sefer esnasinda pek çok esir ve ganimet aldilar. Seferde bizzat bulunmus olan tarihçi Âsikpasazâde, "esirlerin sayisinin çok fazla oldugunu, kendisinin bile bes esir satin aldigini, esirlerin fazlaligi sebebiyle fiyatlarinin düstügünü, hatta bir askerin, güzel bir cariyeyi bir çift çizme ile mübadele (degistirdigini) ettigini" yazar.
Sultan Murad, bu sefer esnasinda, eteklerinde kuruldugu dagin madenlerinin çoklugundan dolayi "Sehirler anasi" diye adlandirilan Novaberda'yi bizzat kendisi yeniden feth ederek ele geçirdi (1439). Böylece Sirbistan'in diger sehir ve yerleri de zapt edilmis oluyordu. Novaberda, daha önce zapt edilmis ise de fetret döneminde tekrar Sirplara iade edilmisti. Maden ocaklari ile meshur olan Novaberda, asirlarca Osmanli ordusunun mermi ihtiyacini kullanmada hizmet görmüstü.
Sirbistan'a karsi yapilan hareket, Bosna Krali Tvartko'yu korkuttugundan, Osmanli hazinesine daha önce vermekte oldugu yirmi bin duka altini yirmi bes bine çikarmisti.
BELGRAD'lN MUHASARASI
Tarihî kronoloji itibari ile Karaman seferinden sonra olmasina ragmen, olaylarin akisi içinde Sirbistan hadiseleri ile yakin ilgisinden dolayi bu muhasaradan bahs edildikten sonra, Karaman olaylarina temas edilecektir.
Sirbistan'in fethinden sonra Belgrad için de bir seyler yapmak gerekiyordu. Zira o siralarda Macar hâkimiyetinde olmakla beraber Belgrad, gerçekte bir Sirp sehri idi. Filhakika o tarihlerde Bohemya'da meydana gelen krallik mücadelesi ile Alman Imparatoru ve Macaristan Krali Albert'in ölümünden dolayi meydana gelen çekismeler, Sultan Murad'i düsüncesini gerçeklestirmeye yöneltmisti. O, bu sehrin stratejik durumunu çok iyi biliyordu. Bunun için de "Belgrad, Engürüs vilayetinin kapisidir" diyerek onun askerî önemini ortaya koyuyordu. Sultan Murad, Belgrad'i muhasara için önce Evrenosoglu Ali Bey komutasinda bir ordu gönderdi. Arkasindan bizzat kendisi de bu kusatmaya istirak etti. Kusatma hem karadan hem de nehirden yapiliyordu. Osmanli toplari kaleyi dövmeye baslayinca ondan büyük bir parçayi yikip bir gedik açtilar. Osmanli birlikleri buradan içeri daldilarsa da siddetli bir mukavemetle karsilastilar. Sehri Zovan adinda Raguza'li bir rahip müdafaa ediyordu. Evrenosoglu kusatmayi kaldirmadi. Surun etrafindaki hendek kenarina kadar büyük bir siper kazdirdi. Bu arada kale burçlarindan, kendisini rahatsiz edenleri de kaçirdi. Polonya Krali iken ayni zamanda Macaristan kralligina da getirilmis olan Viladislas, Sultan Murad'dan kusatmayi kaldirmasini rica etmis ise de buna pek aldiris edilmedi. Bu siralarda Macaristan içlerine dogru da akinlar devam ediyordu. Fakat alti ay kadar devam eden Belgrad kusatmasi, zamanin uzamasindan dolayi kaldmldi.
KARAMAN SEFERI
Murad Bey'in destegi sayesinde idareyi elde edip is basina gelmis olmasina ragmen, Karamanlilar'in, Osmanlilar'a karsi takib ettikleri tarihî ve daimî düsmanlik siyasetine devam etmekte mahzur görmeyen Ibrahim Bey, mevkiini ve yerini kuvvetlendirdikten sonra Sirp despotu ve Macarlar'la ittifak ederek Osmanlilar'in aleyhindeki faaliyetlerine baslar. Osmanlilarin, Rumeli'deki sIkIsik durumlarindan devamli olarak istifade etmeyi adeta bir prensip haline getiren Karamanlilar, bu sefer de rollerini Ibrahim Bey vasitasiyle oynuyorlardi.
Evrenoszâde Ali Bey'in, Macaristan'a yaptigi bir akinda muvaffak olamamasi üzerine, Balkanlar'daki Hiristiyanlarla is birligine giren Ibrahim Bey, 1433 senesinde de Sirp ve Macarlar'la birleserek Osmanlilar'in aleyhinde bir ittifak kurmustu.
Karsilikli anlasmalar geregince Macarlar ile Sirp despotunun Tuna'yi geçip Güvercinlik (Kolambac) kalesine taarruzlari esnasinda Karamanoglu Ibrahim Bey de Beysehir'den sonra Hamideli'ni isgal etmeye baslayarak bu sancagin beyi olan Sarabdar Ilyas'i esir almisti. Rumeli islerinin kritik bir vaziyet arz etmesinden dolayi yerinden ayrilamayan Murad Bey, her iki tarafi da tarassut ediyordu. Bununla beraber Rumeli'ndeki isler yüzünden Edirne'yi birakip Karamanoglu'nun üzerine gidemiyordu. Karamanoglu da bunu bildigi için isgal sahasini gittikçe genisletmeye çalisiyordu.
Sultan Murad, Sinan Pasa komutasinda bir ordu sevk ederek Macarlari maglub eder. Maglub olan Macarlar'dan bir kismi Tuna nehrinde bogulurken krallari da zor kurtulmustu (1433).
Sultan Murad, Güvercinlik önünde kazanilan bu zaferden sonra Rumeli'ndeki vaziyetin düzeldigini görünce vezir Saruca Pasa'yi Edirne muhafazasinda birakarak Karamanoglu'nun üzerine yürür. Aksehir, Konya ve Beysehri'ni alan Sultan Murad, Bozkir'a kadar gidip Karamanoglu'nu takib eder. Yaninda bulunan Karamanoglu Isa Bey'i de Karaman hükümdari ilan edip, Ibrahim'i sonuna kadar takib edecegini açikça ortaya koyar. Buna karsilik Ibrahim Bey, âlimlerden Mevlânâ Hamza vâsitasiyle özür dileyerek barisa talib olur. Padisahi bu konuda ikna etmek için Mevlânâ Hamza, epey dil döker. Bunun üzerine Sultan Murad:
"Senin hatirin için günahindan vaz geçelim, fakat onun bu makama gelmesi bizim yardimimizla olmustur. Simdi onu azl ederek biraderi Isa Bey'i Karaman Bey'i yapmayi uygun gördüm" deyince Mevlânâ Hamza, Padisahin ayaklarina kapanarak onu düsüncesinden vaz geçirir. Sonunda is, Osmanlilar'dan aldigi yerleri iad etmekle tatliya baglanir. Sultan Murad, Sükrüllah'i (Behcetü't-Tevânh adli eserin müellifi) Karamanoglu'na elçi olarak gönderir.
Osmanlilar'a karsi giristigi tecavüzden dersini aldiktan kisa bir müddet sonra Dulkadirogullan'na ait Kayseri'yi zapt etmesi, Ibrahim üzerine yeniden kuvvet gönderilmesine sebep oldu.
Bu son gelismeler karsisinda Macarlar'la ayni zamanda hareket eden Sultan Murad, Macarlar'in maglubiyeti üzerine 1437 baharinda tabiî müttefiki Dulkadirlilarla beraber dogudan ve batidan Karaman ülkesine taarruz eder. Tokat'tan yola çikan kuvvetli bir Osmanli ordusu, Maras Bey'i Dulkadirli Süleyman Bey'le birlikte Kayseri'yi kusatirken, Murad Bey de Rumeli ve Anadolu kuvvetleri ile Aksehir'e girer. Böylece Karamanlilari, isgal ettikleri yerlerden çikarir. Ibrahim Bey, Ikinci Murad'in kiz kardesi olan haniminin ricalari üzerine bu sefer de af edilir.
Daha önce de belirtildigi gibi Sultan Murad, kizkardeslerinden birini de Karamanoglu Ibrahim Bey'in kardesi olan Isa Bey ile evlendirmisti. Isa Bey, Ikinci Murad tarafindan Hamideli sancakbeyligine getirilmisti. Karaman Devleti'nin yanibasindaki bir Osmanli sancaginin basina, Ibrahim Bey'in en büyük rakibinin getirilmis olmasi onu ürkütmüstü. Bu korku yüzünden olsa gerek ki, 1437 yili sonlarina dogru Ibrahim Bey, kardesi Isa Bey ile giristigi bir vurusmada onu öldürür.
Bu arada, Osmanlilar'in Dulkadirogullari'ni himaye etmesini bir türlü hazmedemeyen Memlûklular, Karamanoglu'nun Osmanlilar karsisinda ezilmesinden dolayi endiseye kapilirlar. Zira bu, Osmanlilarin tek baslarina Anadolu'nun hâkimi durumuna gelmeleri, ve Anadolu'da kendilerine ait olan topraklarin kaybi demekti. Osmanlilar ile Memlûklular arasinda Karaman ve Dulkadir gibi tampon devletlerin bulunmasi, Memlûk Devleti için bir garanti olarak görülüyordu. Bunlarin, Anadolu'da Osmanlilari ezip ortadan kaldirmalari imkânsizdi. Fakat fütuhatçi olan ve dünyanin en müsait jeopolitik mevkiinde yerlesmis bulunan Osmanlilarin Memlûklulari ezmesi imkân dahilinde idi. Bu durumu bilen Memlûk idarecileri, Osmanlilarla savasmak üzere bizzat sultanlarinin sefere çikmasini bile düsünmüslerdi. Fakat Sultan Murad'in Anadolu'da kalmayip Rumeli'ye geçmek üzere oldugu haberinin gelmesi üzerine sultan bu tasavvurundan vazgeçer. Bununla beraber Suriye valisine Anadolu islerine çok dikkat etmesi emrini verir.
SAHRUH'A KARSI TAKIP EDILEN OSMANLI SIYASETI
Sultan Murad, dedesi Yildirim Bâyezid zamaninda oldugu gibi bir anda kendisinin de yeni bir tehlike ile karsi karsiya geldigini görür. Bütün bati Hiristiyan dünyasini sevince bogan bu tehlike, dogudan geliyordu. Venedik gibi bazi Hiristiyan devletler ise bu tehlikeyi bir silah gibi kullanarak bazi Osmanli sehirlerini istila ümidine bile kapilmislardi.
Timur'un çok dindar oldugu söylenen oglu Sahruh (1404-1447), Anadolu ve Iran'da babasi tarafindan tesis edilen füli durumu yeniden iade etmek arzusunda oldugundan Anadolu'daki olaylari yakindan takib ediyor ve mektuplari ile bazi durumlari tasvib etmedigini bildiriyordu. Öbür taraftan, önce Timur'un sonra da Sahruh'un destegini saglayan Akkoyunlu Bey'i Karayülük Osman Bey, ona bir mektup göndermisti. Mektubunda Anadolu beylerinden Karamanoglu Mehmed Bey, Isfendiyar Bey, Hamidoglu Hüseyin, Cüneydoglu Hamza ve Dulkadir Bey Süleyman ile Birlikte Bizans ve Trabzon imparatorlari da dahil olmak üzere Gürcü meliklerinin de emrine girmek için kendisini beklediklerini yazmisti.
Timur'un yaptigi tahribati unutmayan Osmanlilar, içislerinin karisik olmasina ragmen, kudretini devam ettiren Sahruh'un ölümüne kadar (1447) ona açiktan açiga cephe almaktan uzak durmuslardi. Sultan Ikinci Murad, Memlûk ve Karakoyunlular gibi Timurlulara kafa tutmayi düsünmüyordu. O, dedesi zamanindaki Timur hadisesinden iyi bir ders almisa benziyordu.
Sultan Murad, Memlûk Devleti ile de iyi geçinmeye dikkat ediyordu. Bu devletin, Anadolu siyasetine karsi kötü bir tavir takinmamaya itina ediyor, onlarin çogu zaman Osmanlilar'in tabii olan Karaman ve Dulkadirogullari'nin islerine müdahale etmelerine ses çikarmiyordu. Zira o, Balkanlar'in ve Anadolu'nun mutlak hâkimi olmadan, bu ülkelerdeki tabi devletleri ortadan kaldirmadan, Timurlular ve Memlûklular gibi kudretli Müslüman dogu devletleri ile, sonunun nereye varacagi ve nasil bitecegi belli olmayan bir mücadeleye girmenin hiç bir faydasi olmayacagini biliyordu.
Bütün Anadolu topraklari üzerinde metbûluk iddiasinda bulunan Sahruh, Memlûklularin, Anadolu siyasetine karsi açik bir sekilde cephe aliyordu. 1437 yilina kadar Memlûk yöneticilerinin Osmanlilarla hemen hemen hiçbir ihtilafi olmadi. Hatta Sahruh, Anadolu'ya girince bunlar, dört elle Osmanli dostluguna sarildilar. Karamanoglu Ibrahim Bey de bu yüzden onlara karsi cephe aldi. Zira bir Osmanli Memlûk ittifaki demek Karaman Beyligi'nin haritadan silinmesi demekti.
Sahruh'un, 17 Eylül 1429'da Selmas Meydan savasinda Karakoyunlularla müttefiklerini perisan etmesi ile Anadolu ve Suriye yollari bütün genislikleri ile onun önünde açilmis bulunuyorlardi. O zamana kadar Sahruh'un aleyhinde olabilecek herhangi bir faaliyette bulunmamakla beraber Sultan II. Murad, bu durumdan endise duyuyordu. Sultan Murad'in bu endisesinin farkina varan Venedik, bu tehdidi siyasî bir manevra ile kendi lehine çevirmeye yeltendi ise de Sultan Murad'dan istedigini elde edemedi. Sahruh'un, adi geçen savasi kazanmasi, Misir'da da büyük endiselere sebep olmustu. Buna karsilik Osmanli Memlûk yakinlasmasi daha bir perçinlenmis görünüyordu. Sahruh'un Herat'a dönmesi ile bu iki büyük devlet rahat nefes aldilar.
Sahruh'un üçüncü Azerbaycan seferine çikmasi (1435), Osmanlilarca yeni bir tehlikenin isareti olarak görüldü. Buna karsilik Avrupa'da ise büyük ümit ve hayaller uyandi. Zira Yildirim Bâyezid döneminde oldugu gibi, II. Murad'in da basina bir felâketin gelmesi artik an meselesiydi. Bu da onlar için Osmanlilar'in ortadan kalkmasi ve Avrupa'nin, Müslümanlardan temizlenmesi demekti.
Karakoyunlu hükümdari Iskender Bey, Sahruh'un oglu Muhammed Cuki Mirza'nin önünden kaçarak Tokat'a gelip siyasî mülteci olarak Osmanlilar'a siginir. Ibn Hacer'in ifadesine göre Iskender Bey, ulak gönderip kisi Tokat'ta geçirmek üzere II. Murad'dan müsaade ister. Bunun üzerine Sultan Murad, Amasya valisi olan Yörgüç Pasa'ya Iskender'in lâyik oldugu sekilde agirlanmasini emr eder. O, bununla da yetinmeyerek Karakoyunlu beyine on bin altin ile sirmali elbiseler, islemeli silahlar, altin egerli atlar, köle ve câriyeler göndermisti. Yine padisahin buyrugu üzerine Yörgüç Pasa da Iskender'in askerleri için lazim olan bin kepenek, iki bin çul ve torba ile davar vesair hayvan tedarik etmisti.
Bu esnada Sahruh, kalabalik ve muazzam ordusu ile Azerbaycan'da bulunuyordu. Bu ordunun tehdid sahalarinin nerelere kadar uzanacagi pek kestirilemiyordu. Iskender Bey'in Osmanlilar'a siginmasi, babasi Kara Yusuf Bey'in Yildirim Bâyezid'e ilticasina benziyordu. II. Murad, Iskender
Bey'i reddetmeyi hükümdarlik serefi ile mütenasib görmemekle beraber, Timurlulara bagli olan ve ikide bir ayaklanan bu Karakoyunlu hükümdarlarindan da kurtulmak istiyordu. Zira o dönemin en güçlü ordusuna sahip olan bu Türk Hakanligi ile sonu nereye varacagi belli olmayan bir savasa girmek istemiyordu.
Baharin gelmesi, Sultan II. Murad'a bu beyi topraklarindan uzaklastirma firsatini vermisti. Çünkü Iskender Bey'in askerleri, baharla birlikte yöredeki halka saldirmaya, onlarin çoluk çocuklarini esir etmeye ve mallarini ellerinden almaya baslamislardi. Bunlara engel olamayan Yörgüç Pasa, durumu Sultan Murad'a bildirir. Böyle bir karsiliga cani sikilan Osmanli Padisahi, Anadolu Beylerbeyi olan Timurtas Pasa oglu Umur Bey'i, Iskender'in üzerine gönderir. Ona, ilk önce Iskender'e memleketi güzellikle terk etmesinin bildirilmesini, bundan bir netice alinmadigi takdirde üzerine varilarak zorla hudud disi edilmesini emr eder. Umur Bey, aldigi emir üzerine Iskender Bey'e bir mektup yazarak memleketi terk etmesini ister. Bu mektup üzerine Iskender, askerlerini alip Osmanli ülkesini terk eder. Zira artik Osmanli ülkesinde kalmak tehlikeli bir hal almistir. Buna, 1436 baharinda Sahruh'un bütün Anadolu devletlerine onu kabul etmemeleri gerektigine dair gönderdigi mektup da ilave edilirse artik Iskender Bey için yapilabilecek bir seyin kalmadigi anlasilir. O da Tebriz'e gidip Sahruh'a boyun egmeyi uygun görecektir. Sahruh da isi daha fazla ileri götürmek istemez. Irkdas ve dindas devletlerle mecbur kalmadikça harbe girmenin bir mânâsi yoktu. O da Herat'a döner.
OSMANLI ARNAVUTLUK MÜNASEBETLERI
Osmanlilar, Çelebi Sultan Mehmed döneminde 1415 yilinda Arnavutluk'taki Kruya (Akçahisar)'i yeniden ellerine geçirmislerdi. Bir yil sonra da Venedikliler'le çikan anlasmazlik yüzünden Yuvan Kastriota'ya hücum etmislerdi. 1417'de Avlonya'yi da zapt eden Osmanlilar, ilk defa Akdeniz sahillerine çikiyorlardi. Osmanlilar'in, Arnavutluk faaliyetleri daha sonra da devam etmisti. Bu seferler sonunda Gergi Araniti ile Yuvan Kastriota, Osmanli tabiiyetini kabule mecbur olmuslardi. Bunlardan Yuvan Kastriota, aralarinda en küçügü Gergi Kastriota olan dört oglunu rehine olarak Sultan Murad'in yanina göndermek zorunda kalmisti. Gergi, bir iç oglani olarak padisahin hizmetinde Osmanli terbiyesi görerek büyümüs ve Iskender adini almisti.
Arnavutlugun, genellikle güney ve merkez kisimlarinda yeni bir teskilat kuran Osmanlilar, kuzeyde özellikle daglik bölgelerdeki kabilelere dayanan Arnavut beylerini kendilerine tabi birer senyör olarak yerlerinde birakmislardi. Bu Arnavut beyleri içinde en kuvvetli olani Ergiri sancaginin kuzeyindeki bölgeye hâkim olan Yuvan Kastriota idi. O da diger Arnavut beyleri gibi muayyen yillik tahsisat sözünü alinca Venedik tarafina dönmekten ve onlara hizmet etmekten çekinmeyerek 1428'de Venedik himayesine girer. Zaman zaman Venediklilere müracaatla oglu Iskender Bey'in bir Osmanli Beyi sifati ile Venedik arazisine saldirilan olursa kendisini bundan sorumlu tutmamalarini da rica ediyordu. Fakat Selânik'ten sonra Yuvan Ili'ne gelen Osmanli kuvvetleri, ona tekrar boyun egdirdiler. Bu arada Arnavutluk'ta köylerin timar olarak taksimi esnasinda mukavemetler görüldü. Özellikle Ergiri bölgesinde, buranin eski Arnavut senyörleri olan Thopia Zenebissi ile Gergi Araniti tatmin olunmadiklarindan siddetli bir isyan ve ayaklanmaya bas vurdular. Asilere karsi hareket eden Evrenos oglu Ali Bey, bir bogazda pusuya düsürülerek agir kayiplara ugratildi. Osmanlilar, Venedikliler'in bu isyani tahrik ettiklerini düsünüyorlardi. Onun için bu konuda Venedikliler'e ihtarda bulundular. Durumun nezaket kazanmasi üzerine bizzat sefere çikan Sultan Murad, Serez'e giderek harekât sahasina yakin bulunmak istedi. Buradan da Manastir'a gelerek Rumeli Beylerbeyi Sinan Pasa ile Uc Beyleri Turhan ve Ishak Beyleri, yanlarina yeniçeri bölükleri de katarak harekât sahasina gönderdi. Isyan bastirilarak buradaki mahsur Türkler, muhakkak bir katliamdan kurtuldular. Venedik senatosu Osmanlilar'in ihtari üzerine asilere yardim edilmemesi için Arnavutluk'taki makamlara emirler göndermisti. O zaman daglara siginan asi Arnavut senyörleri, Macar Krali ile iliski kurdular. Kral, Balkanlar'da Osmanlilara karsi yeni bir müttefik bulduguna inanarak anlari tesvik etti. Böylece Osmanlilar'i uzun süre mesgul edecek olan Arnavutluk gailesi ortaya çikti. Gerçekten de uzun bir süre geçmeden Izladi savasi sirasinda (Kasim 1443) Osmanli ordusundan kaçacak olan Iskender Bey, Arnavut beylerinin basina geçmek suretiyle mukavemet hareketini organize edip; Kuzey Arnavutluga giden Anayol üzerindeki Kocacik kalesini zapt ederek babasinin topraklarini elde etmeye yönelik faaliyetlere giristi.
IKINCI MURAD VE HAÇLI ITTIFAKI
Belgrad kusatmasinin basarisiz bir sekilde sonuçlanmasi üzerine baslayan ve maglubiyetlerle geçen buhranli bir kaç yilin verdigi cesaretle Hiristiyanlar, Osmanlilar'i Avrupa'dan atacaklarina iyice kanaat getirmislerdi. Gerçi Osmanlilar, düsmanin gücünden dolayi Belgrad muhasarasini kaldirmis degillerdi. Bunun sebebi, kalenin çok müstahkem olmasi, uzun süren muhasaranin sebep oldugu salgin hastaliklarin verdigi zayiatti.
Hiristiyan dünyasindaki bu anlayis ve sebep oldugu birlesme, Osmanlilar tarafindan ögrenilmisti. Gerçekten 1439 yilinda Floransa konsilinde Bizans Imparatoru VIII. Ioannis Paleologos'un istirakiyle Sark ve Garp kiliseleri arasinda "Union"un imzalanmasi, Osmanli Devleti'nde büyük bir kaygi ile karsilanmisti. Osmanlilar'daki bu kaygiyi ögrenen Ioannis, Sultan Murad'dan çekindigi için ona elçiler gönderip bu konsilin sadece dinî bir sebebe dayandigini, siyasî bir gayesinin bulunmadigini bildirecektir. Bizans tarihçisi Dukas bu olayi söyle nakl eder:
"Imparator, seyahatten avdeti münasebetiyle Murad'a elçiler gönderdi. Padisaha karsi minnettarligi ile hilesiz dostlugunu arzetti. Zira bazi kimseler, Murad'i imparator aleyhine harekete sevk etmek istemisler ve padisaha "imparator, Frengistan'a gittigi vakit Frenklerle ittifak edip Frenk oldu. Bunlar, denizden ve karadan padisah aleyhine yürüyecekler ve Türkleri Garp vilayetlerinden çikaracaklar" demislerdi. Elçiler ise bu hususta Murad'a izahat vererek imparatorun Italya'ya seyahatinin kendisine arz edildigi gibi olmadigini, kendi dinlerinin akidelerinde (inançlarinda) meydana gelen ihtilaflarin halli için gittigini söylediler. Böylece Padisah'in fikrini tashih ettiler." Bununla beraber daha o zaman Floransa'da Osmanlilar aleyhine denizden ve karadan bir Haçli seferi plâni kararlastirilmisti. Imparatorun mabeyincisi J. Torzello, o zaman söyle yazmakta idi: "Rumeli'nin bahis mevzuu durumu göz önüne alinir ve söyledigim gibi haçli askeri gelirse, Allah'in inayetiyle bir ay içinde her sey halledilmis olacaktir. Rumeli zapt olunduktan sonra bir ay içinde de Arz-i Mukaddes ele geçirilecektir." Gerçekten muasir Türk kaynaklari, Gazavat ve Misir sultanina gönderilen Varna fetihnâmesi, Floransa toplantisini buhranin baslangici olarak kabul ederler.
Bilindigi gibi Sultan Ikinci Murad zamani, Osmanli Macar mücadelesinin baslama dönemidir. Gerçi Sirbistan, Osmanlilar tarafindan feth edilinceye kadar Macarlarla bazi çatismalar olmustu. Fakat genelde Macarlar, Osmanli hareketinin kendi hududlarinin çok uzaginda bulunmasindan dolayi bunu pek önemsemiyorlardi. Fakat Sirbistan'in Osmanlilar'a ilhaki ile Osmanlilar ile Macarlar komsu iki devlet haline gelmislerdi. Bu ana kadar Macar hâkimiyetinde bulunan Erdel (Transilvanya) topraklarina yapilan akinlar hariç tutulacak olursa, buraya girilmemisti. Akin hareketlerinde birçok çarpisma olmussa da bunlar, tam anlamiyla bir fetih ve ilhak degil, fethe zemin hazirlayan harplerdi. Halbuki Belgrad zaptina tesebbüs edilmekle Osmanlilar, artik Macar topraklan için de tehlike olmaya baslamislardi. Bu sebeple iki millet arasinda bir mücadele kaçinilmaz oluyordu. Çünkü Osmanlilar "îlay-i kelimetullah" gayesi ile giristikleri hareketlerini daha ileriye götürmek, Macarlar da buna mani olmak gayesini güdüyorlardi.
Macarlar karsisinda, kayda deger ve maglubiyetle biten çarpismalarin ilki, Mezid Bey komutasinda Transilvanya'ya yapilan akin hareketidir.
30 Zilkade 845 (18 Mart 1442)'de Mezid Bey komutasindaki bir akinci kuvveti, Transilvanya'ya girmisti. Bu birlik, mutad akinlarda bulundugu gibi Sent Imre mevkiinde de büyük bir basari elde ederek Hermanstad kalesini kusatma altina almisti. Bu siralarda tarihlerimizde Yanko denilen Jan Hunyad (Hunyadi Yanos), Macarlarin Osmanlilara karsi olan savaslarinda ilk defa ortaya çikar. Jan Hunyad, Simon de Kemeny ile birlikte muhasara altinda bulunan kalenin imdadina yetisir.
Mezid Bey'in, yersiz gururu yüzünden kaybedildigi anlasilan bu savas hakkinda Hammer su ifadeleri kullanmaktadir: "Mezid Bey, daha önceleri kazandigi basari ile gururlandigindan, anlari karsilamaya yürüdü. Mezid Bey, yigitlikleri ile taninmis seçkin sipahilerine Hunyad'in ati ile tasidigi silahlari tarif ederek onlar hakkinda bilgi vermisti. Sipahiler de Hunyad'i ölü veya diri yakalayip getireceklerine söz vermisti. Casuslari vasitasiyle bunu ögrenmis bulunan Hunyad, atini ve silahlarim Simon de Kemeny ile degistirmisti. Simon, degistirilmis bulunan bu kiyafete aldanmis olan Türklerin hücumuna ugradi. Bu karisiklikta Simon de Kemeny en iyi askerlerinden üç bin kisi ile birlikte yok oldu. Fakat Hunyad'in gücü ve Hermanstad muhafizlarinin bir çikisi, savasin öteki tarafça (Macarlar) kazanilmasina sebep oldu."
Gerçekten, kaynaklarin verdigi bilgiye göre muhasarayi kaldiran Mezid Bey, Hunyad'i karsilar. Siddetli çarpismada Hunyad'in arkadasi Simon üç bin kisi ile maktul düser. Böylece Mezid Bey, galip gelmek üzere iken Hermanstad'daki kusatilmis kuvvetin bir çikis yapip harbe istirak etmesiyle iki ates arasinda kalan akincilar, yanlarinda bulunan esirleri birakmak zorunda kaldiklari gibi yirmi bin sehid vererek maglub olurlar. Bu arada Mezid Bey ile oglu da sehid olur. Elde edilen Türk esirleri vahsiyâne bir iskenceye tabi tutularak Öldürülürler. Hiristiyan dünyasinin kendi dininden olmayanlara karsi sergiledikleri bu vahsiyane hareket, kendi eserlerinde söyle nakl edilir:
"Önden ve arkadan hücuma ugrayan Türkler, arkalarinda tasidiklari esirleri düsmana terk ve yirmi bin ölüyü birakarak kaçmaya basladilar. Mezid Bey ile oglu öldüler. Hunyad, düsmanini takipten dönünce, galipler tarafindan getirilmekte olan esirleri kendisi sofrada bulundugu halde vahsiyâne bir eglence olmak üzere gözleri önünde öldürttü. Macarlarin kayiplari sadece üç bin kadardi. Hunyad, daglar üzerinde Türk baslarindan tepeler yaptirarak Kizil kule geçidinden Alpleri geçip Eflâk'a girdi. Tuna'nin iki yakasindaki memleketleri bütünüyle yakip yikti. Dönüsünde, hemsehrileri kendisini vatan kurtarici olarak karsiladilar. Hunyad, askerleri gibi kendisi de kan içici oldugundan Sirp despotu ve Macaristan'in müttefiki Jorj Brankoviç'e ganimet mallari ile savasta almis oldugu silahlar ve baska seylerle dolu bir araba gönderdi ki, bu araba on atla çekilmekte idi. Mezid Bey ile oglunun baslari da, arabanin tepesinde görülmekte idi. Bu dehset verici ganimetlerin ortasina oturtulmus yasli bir Türk, bunlari Brankoviç'e bizzat sunmak zorunda birakilmisti."
Jan Hunyad'in bu galibiyeti, Avrupa'da büyük bir söhret kazanmasina sebep oldu. Bu maglubiyetin acisini çikarmak ve öcünü almak üzere Osmanli Devleti, ayni senenin Eylül ayinda ikinci bir kuvvet sevkine karar verir. Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin Pasa (Kula Sahin) Anadolu ve Rumeli askerleri ile yeniçerilerin de katildigi bir kuvvetle Silistre üzerinden Eflâk'a girer. Kuvvetine magrur olarak ihtiyatsiz hareket eden Pasa, tecrübeli akinci beylerinin tavsiyelerine kulak asmadigindan, Vlad Drakul ile birlikte hareket eden Jan Hunyad tarafindan Vazag mevkiinde büyük bir bozguna ugrar. Kendi hayatini güçlükle kurtarabilen Kula Sahin Pasa, kaçarak Tuna'yi geçer. Ancak onun bu korkakligi kendisinin derhal beylerbeylikten alinmasina ve yerine Kasim Pasa'nin Rumeli beylerbeyi olmasina sebep olur.
Hiristiyan âlemde, büyük bir sevince vesile olan bu iki galibiyet, Türkler aleyhinde bir Haçli ittifakinin meydana gelmesine sebep olmustu. Papa IV. Eugenius tesviki ile Türkler aleyhinde derhal bir ittifak meydana getirilmisti. Bu ittifaka Macarlar'dan baska Leh, Ulah (Eflâk) ve Sirplarla Alman Imparatorlugu dahilindeki milletler, Fransa ve Belçika gönüllüleri yaninda, Anadolu'da Karamanoglu Ibrahim Bey, dahil olmustu. 22 Temmuz 1443'de Macaristan'in merkezi olan Offen (Budin)'den hareketle Semendire yakininda Tuna'yi geçip Sirbistan'a gelen bu orduya bazi Bulgarlar, Bosnalilar ve Arnavudlar da katiliyorlardi. Sultan Murad'a dost görünmesine ragmen Imparator Ioannis de hem Papa'ya hem de Macar kralina elçiler göndermek suretiyle onlari Türkler aleyhine kiskirtiyordu.
Müttefiklerin basinda Polonya ve Macaristan krali Ladislas ile Jan Hunyad bulunuyorlardi. Macarlara iltica etmis olan Sirp despotu Jorj Brankoviç ile Eflâk Beyi Drakul ve Papa'nin vekili Kardinal Jülyen Cezzarini de bu müttefik Haçli ordusunda yer aliyorlardi. Bu ordu, Sirbistan'i istila ile Krusevac (Alacahisar), Sehirköy ve Nis'i tahrib edip atese verir. 1443 Ekim ayinda Osmanli topraklarina giren Haçlilarla ilk muharebe 3 Kasim 1443'te Morava nehri kenarinda ve Nis civarinda olur. Üç kol halinde muharebeye istirak eden Osmanli ordusu, maglub olarak dört bin esir ve iki bin sehid birakir. Bu harpten önce Haçlilarla is birligi yapip onlarin müttefiki durumuna gelen Karamanoglu Ibrahim Bey, Haçlilarla ayni zamanda harekete geçince Sultan Murad Anadolu'ya geçerek Konya taraflarina gitmis, maglub olan Karamanoglu ile bir anlasma yaptiktan sonra derhal Edirne'ye, oradan da Sofya'ya hareket etmisti. Fakat bu sirada Morava savasi haçlilarca kazanildigi için Sultan Murad, Balkanlarin güneyine çekilmek zorunda kalir. Bulgaristan'a giren Haçlilar, Sofya'yi alirlar. Haçlilarla birlikte hareket eden Bulgarlar, onlara hem süvari kuvveti hem de yiyecek tedariki için yardimda bulunurlar. Osmanli tebeasi olan Bulgar halkinin, Haçlilara bu sekilde yardimlari onlarin daha da güçlenmesine sebep olur. Böylece onlar, Meriç vadisine yol veren Balkan geçitlerine dayanirlar. Karaman seferinden yeni dönmüs olan Sultan Murad, bu istilayi Izladi derbendinde güçlükle durdurabildi. Haçlilarin bu cür'etli yürüyüsü, Osmanli Devleti'ni o kadar agir bir buhran içine sürükledi ki, Türklerin pek yakinda Balkanlar'dan tamamiyla atilacagi her tarafta konusulan genel bir kanaat haline gelmisti. Yanko'nun basarilari, Papa IV. Eugènius tarafindan merasimle kutlaniyordu. Gerçekten de Eylül 1444 yilinda Haçli ordusunun bir kere daha Tuna'yi astigi zaman adi geçen Papa, Türklerin artik tamamen Avrupa'dan atilacagindan süphesinin kalmadigini, durumun böyle bir hal almasindan dolayi sevincini belirtecek kelime bulamadigini yazmakta idi. Çagdas Yunan tarihçisi Chalkokondyles de, simdi Balkanlar'da yerlerinden atilmis birçok yerli senyörün atalarinin topraklarini yeniden elde etmek için acele harekete geçtiklerini görüyor ve hatta "müttefiklerden her biri, Rumeli'nin isgalinden sonra ganimetin hangi parçasini alacagini tasarlamakla mesguldu" der.
Biraz önce de görüldügü gibi Haçlilarla Morava, Izladi ve Yalvaç muharebeleri yapilmis olup Osmanli ordusu zor durumda kalmisti. Tam bu siralarda Haçlilarin müttefiki olan Karamanoglu Ibrahim Bey, uygun zamanin geldigini düsünerek ve firsat bu firsattir diyerek Osmanlilar'la yaptigi antlasmayi bozarak 1444 Ilkbaharinda tekrar Osmanli hududunu geçerek büyük ölçüde istila ve tahriplere baslamisti. Böylece Osmanlilar, Rumeli ve Anadolu'da iki ates arasinda kalmislardi.
Sultan Murad, gerek devam eden maglubiyetler, gerek bir önceki Karaman seferine katilan ve harbin kazanilmasinda faal bir rol oynayan Amasya Sancak Beyi büyük oglu Sehzade Alaeddin'in Amasya'ya döndükten kisa bir müddet sonra vefati, gerekse bu yeni Karaman taarruzu yüzünden bir hayli sikintili anlar yasadi. Iste bu yüzden Sultan Murad, baris yapmayi uygun görmüstü.
Bu karari veren Sultan Murad, Jorj Brankoviç vasitasiyle Macaristan kralina müracaat edip baris teklifinde bulunur. Vladislas bu müracaati kabul ederek Edirne'ye bir heyet gönderir. Burada "Edirne-Segedin" diyebilecegimiz bir baris antlasmasi yapilir. 12 Haziran 1444 (25 Safer 848) tarihinde Edirne'de imzalanan bu antlasmaya göre Sirplardan alinan yerler (Semendire, Kolombaç, Krusevaç, Topliçe taraflan, Leskofça ve Zelenigrad) yine Jorj Brankoviç'e birakilacak, Sirbistan'in tekrar kurulmasi ve despotun Osmanlilar'in yaninda bulunan iki oglunun iadeleri kabul ediliyordu. Buna karsilik Sirp despotu da Osmanlilar'a vergi vermeyi kabul ediyordu. Bundan baska Eflâk, Osmanlilar'a vergi vermekle beraber Macarlarin nüfuzu altinda birakilmakta idi. Sultan Murad, muahedeye sadik kalacagina dair Macar elçileri önünde yemin eder. Bu antlasmanin Macar krali Vladislas tarafindan da tasdiki için Macar elçilik heyeti ile birlikte bir Osmanli heyeti de Macaristan'a gidecekti. Muahede geregince despotun Osmanlilar yaninda bulunan iki oglu da serbest birakilacak ve Izladi muharebesinde esir düsen padisahin enistesi Çandarlizâde Mahmud Çelebi de yetmis bin duka altin kurtulus akçesi (fidye-i necat) karsiliginda serbest birakilacakti. Bundan sonra Türkler ve Macarlar birbirlerinin topraklarina tecavüz etmeyip dostça yasayacaklardi.
BU DIPNOT NEREDE
Edirne'ye gelen Macar heyeti ile birlikte padisahin tasdik ettigi muahedeyi Vladislas'a vermek ve onun tasdik edecegi muahedeyi de alip getirmek üzere Kapicibasi Baltaoglu Süleyman Bey baskanliginda bir Osmanli heyeti Macaristan'a gönderildi. Osmanli mürahhas heyeti önce Jan Hunyad'a müracaat ettiyse de o, bu yanlisligi düzelterek, heyeti Segedin'de bulunan milli meclise gönderdi. Yüz atli maiyetiyle hareket eden heyet, Segedin'e varir. Segedin'deki havaya göre antlasmanin imzalanip imzalanmamasi hususunda iki farkli görüs bulunuyordu. Papa ile Bizans Imparatoru muahedenin imzalanmamasi taraftari idiler. Buna karsilik Edirne muahedesiyle memleketini kurtarmis olan Sirp despotu, muharebenin devaminda bir fayda görmeyecegini ve belki de zarar görecegini düsünerek sulhun akdini istedigi gibi Jan Hunyad da muahedenin muvakkat bir zaman için kabul edilmesinde israr ediyordu. Nihayet kral, bunlarin görüsünü kabul ederek 12 Temmuz 1444'de Segedin'de muahedeyi imzalayarak Türk heyetine verir. Kral, barisi bozmayacagina dair kutsal kitaplarina el basarak Osmanli heyeti önünde yemin eder. On yili kapsayan muahede iki dilde yazilip teati edildi.
KARAMAN SEFERI
Haçlilarin, Balkanlari astigi ve Osmanlilar'in Rumeli'ni kayb etme tehlikesi ile karsi karsiya kaldigi bir dönemde, Karamanoglu Ibrahim Bey, daha önce imzaladigi muahedeyi bozarak 1444 Ilkbaharinda Osmanli hududunu geçerek daha genis ölçüde istila ve tâhriplerde bulunmustu. Bu yüzden Anadolu ve Rumeli'nde Osmanlilar iki ates arasinda kalmislardi.
Karamanoglu'nun, Haçlilarla birlesip Osmanli'yi arkadan vurmasi, Islâm dünyasinda büyük bir tepkiye sebep oldu. Devrin din bilginleri onu müskil durumda birakan vaazlara basladilar.
Karamanoglu'nun aleyhinde baslayan bu cereyan üzerine Sultan Murad, Amasya'nin Hanefî ulemasindan Abdurrahman el-Muslihî tarafindan yazdmis bir mektupla, Islâm dünyasinin ulemasina müracaat ederek, bir din düsmaninin taarruzunu def etmek için ugrasan bir Islâm hükümdarinin mülküne, baska bir Islâm hükümdarinin taarruzuyla tahribat ve katl yapmasinin müslümanlikla ne derece telif edilecegi hakkinda dört mezheb ulemasindan fetva istemisti. Böylece Sultan Murad'in kendisi, Haçlilarla ugrasirken, Karamanoglu'nun, kendi ülkesini tahrib edip Haçlilara yardim etmesine karsilik onun üzerine yürümek için dinî bir destek aradigi anlasilmaktadir. Murad Bey'in bu hakli müracaati üzerine, devrin âlimlerinden Safiî Kadi'l-Kudat'i Seyhülislâm Sihabu'd-Din Ahmed Ibn Hacer el-Askalanî (öl. 1449), Hanefî Kadi'l-Kudat'i Seyhülislâm Saadeddin Deyrî (öl. 1462) ile Abdusselam el-Bagdadî, Malikî âlimlerinden Kadi'l-Kudat Seyhülislâm Bedreddin et-Tenesî (öl. 1449), ve Hanbelî âlimlerinden Seyhülislâm Bedreddin el-Bagdadî (öl. 1453), Karamanoglu üzerine yapilacak bir seferin mesru olacagina dair fetva verdiler. Hatta Ibn Hacer el-Askalanî, verdigi fetvada, Karamanoglu'na karsi mukateleye gücü yetenlerin onunla savasmalarinin vâcib oldugunu belirterek kaninin helâl oldugunu beyan ediyordu. Saadeddin Deyrî ise kaleme aldigi fetvasinda Karamanoglu'nun yapmis oldugu fenaliklardan dolayi tevbe edip Hakk'a rücu' etmesini, bunun gerçeklesmesi için de Frenklerle savasan Osmanoglu'na askerleri ile yardim etmesini tavsiye ediyor, aksi takdirde dünyada ve ahirette rezil olup hüsran içinde kalacagini belirtiyordu. Keza Bedreddin el-Bagdadî el-Hanbelî ve Bedreddin et-Tenesî de Ibrahim Bey'in katlinin lâzim geldigine fetva vermislerdi. Amasya kadisi Abdurrahman el-Muslihî de bu fetvalara yaptigi bir serhle fetva sahiplerinin görüsüne istirak ediyordu.
Ibrahim Bey'in, Frenklerle birlikte hareket etmesini Müslümanlikla bagdastiramayan Sultan Murad, Islâm dünyasinin taninmis âlimlerinden alinan bu fetvalar üzerine harekete geçer. Sultan Murad, oglu ve Manisa sancakbeyi Mehmed'i yerine vekil birakarak Edirne'den ayrilir. Henüz tam anlamiyla istikrara kavusmamis Rumeli'nin tehlikeli durumunu da göz önünde bulundurarak yaninda bes alti bini açmayan Kapikulu askeri oldugu halde 12 Temmuz'da Çanakkale Bogazi'ni geçip Anadolu askeri ile birlestikten sonra Karamanlilar'a karsi büyük ve müthis bir intikam seferine girisir.
Osmanlilarin giristikleri bu intikam seferi karsisinda panik içinde Taseli'ne kaçabilen Ibrahim Bey, esi olan padisahin kiz kardesi ile veziri Server (Sürur) Aga'yi Yenisehir'de bulunan Murad Bey'e gönderip pek çok taviz karsiligi barisa razi olacagini bildirir. Elçiler, padisaha çok yalvarirlar. Bunlar, Ibrahim Bey'in ilk tecavüzünde herhangi bir müdahalesinin bulunmadigini, son defaki tecavüzü de Turgutogullari'nin tahriki ile oldugunu beyan ederek ycniden barisin saglanmasina muvaffak olurlar. Murad Bey, kizkardesinin ve bütün suçu Turgutogullari'na yükleyen Server Aga'nin israrlari üzerine ileri sürecegi sartlari yerine getirmesi sartiyle Karamanoglu ile anlasmayi kabul eder. Çok zor durumda kalan Ibrahim Bey, Murad Bey'le yeminle teyid ettigi bir "sevgendnâme" (yeminlesme) akdederek ileri sürülen agir sartlari kabul etmek zorunda kalir. Türkçe olarak kaleme alinan bu sevgendnâmeye göre Ibrahim Bey, Osmanlilar'a karsi düsmanca hareketlerde bulunmayacagini Kur'an-i Kerim üzerine yemin etmek suretiyle belirtiyor, Murad Bey ile oglu Mehmed Çelebi'nin düsmanlarina düsman, dostlarina da dost olmayi kabul ederek savas sirasinda da oglu emrinde yardimci kuvvetler göndermeyi taahhud ediyordu.
Bu anlasmadan anlasilacagi üzere, Islâm dünyasinin efkâr-i umumiyesi karsisinda suçlu duruma düsen ve bundan endise duyan Ibrahim Bey, Osmanlilar'in Rumeli'deki mukadderatini tayin edecek olan Varna savasi sirasinda Osinanlilar'a zorluk çikarmadigi gibi Ikinci Kosova savasina da oglunun komutasinda yardimci kuvvetler göndermek suretiyle Osmanlilar'in, dolayisiyle Islâm âleminin dikkatlerini üzerine çekti. Buna paralel olarak Hiristiyanlar üzerine yapacagi bir seferin daha önceki fena intibai silecegini hesaplayarak henüz Kibrislilar elinde olup büyük babasi Alaeddin Ali Bey'in 1367 yilinda fethine tesebbüs ettigi Gorigos kalesini (Kiz kalesi) zapt eder.
Daha önce de görüldügü gibi II. Murad, Karamanoglu üzerine gitmeden önce oglu Manisa sancakbeyi Mehmed'i Edirne'ye getirtmis ve Karaman seferi esnasinda da onu yerine vekil olarak birakmisti. Sultan Murad, Karamanoglu ile yaptigi anlasmadan sonra Agustos baçlarinda Yeniçehir'den Mihaliç ovasina gelmiçti. Buradan kapikulu askerleri ve beyleri önünde henüz 12 yasinda genç bir sehzade olan oglu Mehmed lehine tahttan feragat eder. Böylece kendisi Bursa'da rahat ve huzurlu bir sekilde ahiret içleri ile mesgul olup ibadet edebilecekti. Sultan Murad'in tahtini bir çocuga terk edis hadisesini mücerred ve sahsî bir heves veya hevessizlik olarak degil, hükümdarin böyle bir karara gidecek kadar asil ve feragatli bir ruh haletine sahip oldugunu görmck lazimdir. Bu tahttan uzaklasma keyfiyeti belki de Sultan II. Murad'in, devrine kazandirmis oldugu muvaffakiyetlerin anahtaridir. Zira tahti, sahsî bir ikbal ve devlet ihtirasi adina degil, kütle menfaati namina üstüne almis olmanin en kesin ve açik delilidir.
Solakzâde, Sultan Murad'in çok çalismak suretiyle Osmanli memleketinde güven ve emniyet temin ettigini, içleri yoluna koydugunu belirttikten sonra söyle der: "Saltanat içlerinden feragat buyurup, bundan sonra halvette ve uzlette oturmayi arzu eyledi. Saltanat tantanasini, miskinlik sermayesine tebdil etmekle sonsuz ugurlar bulmayi ummakta idiler.” Sultan Murad, bu karekter ve yaratilista olan bir kimse idi. Fakat ne yazik ki bu arzusu, gerçeklesmeyecekti. Çünkü henüz 12 yasinda olan bir çocugun baçinda bulundugu devlet, kolay yutulabilir bir lokma idi. Bu sebeple Hiristiyanlar, on yillik bir muahede yapmis olmalarina ragmen bu antlasma on gün bile sürmeyecektir.
VARNA SAVASI
Kutsal kitaplari olan Incil üzerine yemin etseler bile kendilerine göre "dinsiz olan Müslümanlar" söz konusu olunca bu yeminin geçerli sayilmayacagi anlayisini gelenek haline getiren Hiristiyanlar, Varna Savasi ile bu geleneklerini devam ettirmis görünmektedirler. Zira Osmanlilar ile Hiristiyan müttefikler arasinda imzalanan baris antlasmasi, daha mürekkebi kurumadan bu müttefikler tarafindan bozulmustu.
Sultan Ikinci Murad ile Macaristan ve Lehistan Krali Vladislas arasinda 10 yil için yapilan mütareke, alti hafta geçmeden bozuldu. Incil üzerine yapilan yeminden henüz 10 gün geçmemisti ki, Papa'nin vekili Kardinal Julien Sezarini, kral ile krallik meclisi üyelerine, Osmanlilarla imzalanmis olan antlasmanin bozulmasi ve Eylül'ün ilk günü Orsova'nin kusatilmasi için ekanim-i selâse (Teslis, üçlü ilâh sistemi) ve Hz. Meryem ile azizlerden Etyen ve Ladislas üzerine yemin ettirir.
Hiristiyan dünyasini böyle bir antlasmayi bozmaya yönelten firsat, Sultan Murad gibi tecrübeli bir hükümdarin hükümdarliktan çekilerek, devletin basina çocuk yasta bir kimsenin getirilmesi idi. Bu saltanat degisikligi, Türklerin, Balkanlar'dan atilmasi için uygun ve kaçirilmaz bir firsatti. Bu firsatin degerlendirilmesi gerekiyordu. Bunun için de, yapilan yeminin hiç bir mânâ ifade etmeyecegi, bizzat din adamlari tarafindan belirtilmeliydi. Nitekim bu da yapildi. Bu arada Karamanoglu Ibrahim Bey fiilen bir sey yapamiyorsa da vaziyetin müsaid oldugunu müttefiklere bildirmesi, Bizans Imparatorunun Papa'yi tesvik etmesi ve sarayinda bulunan Osmanli hanedanina mensup sehzade Orhan'i (Çelebi Sultan Mehmed'in oglu) Çatalca taraflarina salivererek saltanat iddiasiyla onu ortaya çikarmasi, durumu nazik bir safhaya sokmustu. Çünkü Osmanli yönetimi böyle bir sey beklemiyordu. Zira yapilan antlasma, bagli kalinmasi gereken bir yemindi. Kime karsi ve hangi sartlarla olursa olsun bozulmamasi gerekirdi. Fakat Haçli ordusu yeminine bagli kalmadigi için böyle bir savas vuku bulmustu. Dukas'in ifadesine göre antlasmanin bozulmasini anlamakta güçlük çeken Sultan Murad, Hammer'in de belirttigi gibi, savas esnasinda "düsmanlarin hainliklerini kendi askerlerine göstermek istiyormus ve yemininden dönenleri cezalandiran Cenâb-i Hakk'in, himayesini bekliyormus gibi, Hiristiyanlarin bozmus olduklari antlasmayi, hendegin kenarina dikilen bir mizragin ucuna astirmisti."
Türkleri bütünüyle Balkanlar'dan uzaklastirmak için gereken tedbirlere bas vuran Papa, Anadolu'daki Türklerin Rumeli'ye geçmelerini önlemek için Çanakkale Bogazini kapatmak üzere Kardinal Françesco Gondolmieri komutasindaki donanmadan da uygun mektuplar aliyordu. Bu da savasin yeniden baslamasi için bir firsatti.
Papanin, donanma komutani olan Kardinal Françesco Gondolmieri, Anadolu'dan Rumeli'ye kuvvet geçirilmeyecegini temin ediyordu. Bu vaziyet karsisinda artik Türklerin isi bitiriliyor ve Balkanlardan çikarilacaklarina kesin gözle bakiliyordu. Haçlilarin, basarili komutani Jan Hunyad'm, Türklerden alinacak Bulgaristan'a kral olacagi da vaad ediliyordu. Böylece, baslangiçta antlasmayi bozmanin ve yeniden Osmanlilarla bir harbe girmenin taraftan olmayan Jan Hunyad, fikrinden caydirilmis oluyordu.
Edime-Segedin muahedesinin bozulmasi üzerine, Macar, Bohemya, Eflâk, Hirvat, Polonya ve Alman milletleri ile Papa taraftarlari da dahil olmak üzere büyük bir ittifak kurulmustu. Gizlice donanma vermek suretiyle Venedikliler de bu ittifaka dahil olmuslardi. Osmanlilar'in üst üste maglubiyetleri, Venedikliler'i parsayi toplamak ümidine kaptirmisti. Sayet Osmanlilar maglub olurlarsa ki buna kesin gözü ile bakiliyordu Gelibolu, Selânik ve Karadeniz sahilindeki bazi yerler, bunlara verilecekti. Bununla beraber Venedikliler, Papa'ya verdikleri gemilerine kendi bayraklarini degil, Papalik ve Burgondiya bayraklarini çekmislerdi. Böylece güya Osmanlilar'a karsi tarafsiz kaldiklarini göstereceklerdi. Osmanlilar'a vergi veren Raguza (Dubrovnik) Cumhuriyeti de Macarlarla birlikte hareket ederek harbin sonundaki taksimde Avlonya ile Kanina'yi almak istiyordu. Bizans Imparatoru, müttefiklerin galibiyetinden istifade edecegini ümid etmekle beraber, Osmanlilar'dan çekindigi için sureta pek istekli görünmüyordu. Bununla beraber Imparator VIII. Ioannis, Macar Krali ve diger hiristiyanlara bas vurup Karamanoglu'nun isyanindan dolayi müttefiklerin acele sefere çikmalarini istemisti. Bu siralarda akd edilen Edirne muahedesi üzerine, 30 Temmuz 1444 tarihli ikinci bir mektupla Türklerin çok zor durumda olduklarini bildirerek bir an önce harbe baslanmasini israrla tavsiye ediyordu. Bu hareketi ile harbe girmeden ve burnu kanamadan bir hisse almak istiyordu.
Muahedenin bozulmasindan sonra derhal taarruza geçilmedi. Böylece bir açikgözlük veya hile daha yapiliyordu. Zira, muahedenin bozulmus oldugundan haberi olmayan Osmanlilar'in, antlasma geregince Sirplara terk edecekleri yerlerin verilmesi bekleniyordu. Gerçekten de muahedeye bagli olan Osmanlilar, antlasma geregi Sirplardan aldiklari yerleri geri verdiler. Ancak bundan sonra Eylül ayinda Birlesik Haçli ordusunun taarruzu baslayacakti. Müttefikler, baslarinda Kral Vladislas oldugu halde harbe girmeyen Sirp despotunun (muahededeki yeminini bozmayacagini söyleyen Sirp despotu, Osmanli Devleti'ni de durumdan haberdar etmisti) topraklarina girmeyerek Orsova'dan Tuna nehrine geçip Vidin'e gelirler. Burayi yaktiktan sonra Nigbolu'da Eflâk voyvodasi Vlad Drakul'un kuvvetleri ile birleserek Tuna boyunca yürüyüp Sumnu'ya ulasirlar. Geçtikleri yerlerde müdafaasiz köyleri ve hatta kiliseleri yagmalayarak Sumnu'yu aldiktan sonra Pravadi yolu ile Vama önünde belirdiler. Osmanlilarin, Tuna nehrinde isletilmek üzere Kamçik nehri agzinda yaptiklari yirmi sekiz nehir gemisi de, bu kuvvetler tarafindan yakilir.
18-22 Eylül'de Tuna'yi asip Varna yakinlarina gelen bu güçlü ordunun meydana geçirecegi tehlikeden endiseye düsen Osmanli devlet ricali, durumun vahemetini kavradiklarindan basta vezir-i a'zam Çandarli Halil Pasa olmak üzere diger devlet adamlarinin telkini ile II. Mehmed, babasini baskomutan olmak üzere Edirne'ye davet eder. Cebe Ali (Veya Kassaboglu Mahmud Bey), tehlikenin büyüklügünü anlatmak üzere Sultan Murad'a gönderilir. Cebe Ali'nin tesirli konusmasi üzerine Murad Bey, yaninda kirk bin Anadolu askeri ile Edirne'ye dogru yola çikar. Bu esnada Çanakkale Bogazi Haçli donanmasi tarafindan tutuldugu için oradan Rumeli'ye geçme imkâni bulamaz. Sultan Murad, düsmani sasirtmak için küçük bir kuvvet gönderip kendisi sür'atle Istanbul Bogazina gelip Güzelcehisar (Anadolu Hisari)'dan Rumeli'ye geçer. Koordineli bir sekilde hareket eden Osmanli birliklerinden biri bogazin Anadolu tarafina geldigi zaman Veziri A'zam Halil Pasa komutasindaki bir diger birlik, toplarla Anadolu Hisari'nin karsisina gelip geçis için gerekli emniyet tedbirleri almisti. Her bir nefer için bir duka altin verilmek suretiyle Ceneviz gemileri ile karsi sahile geçen Osmanli ordusunun geçis haberi, düsman birlikleri arasinda telasa sebep olur. Sultan Murad'in, bogaz geçisini engellemek isteyen iki Bizans gemisinden biri, topla batirilirken digeri yarali olarak kaçip kurtulur.
Sür'atle Edirne'ye gelen Murad, oglu Mehmed ve vezir-i a'zami orada birakarak ordu komutani sifatiyla Varna önlerine gelmis olan Haçlilar üzerine gider.
Murad Bey, Varna önlerine geldigi sirada düsmanin ileri hareketini yakindan takib eden Rumeli Beylerbeyi Sehabeddin Pasa, esas orduya katilir. Harp düzenine göre Osmanli ordusunun sag kolunda Anadolu Beylerbeyi Karaca, sol kolunda da Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin Pasalar (bazi kayitlarda sol kolunda Turahan Bey bulunmustur) bulunuyorlardi. Merkezde de bas komutan olarak II. Murad vardi. Daha önce de temas edildigi gibi merkez cephesinin önüne bir mizrak ucuna takilmis olarak Segedin muahedenhamesi dikilmisti. Ordunun gerisi tahkim edilmediginden sarilma tehlikesi vardi. Merkezde yeniçerilerin önünde kaziklarla korunmus bir hendek bulunuyordu.
Müttefiklerin, Ulahlar ve bes bölük Macar'dan meydana gelen sol kanadi, Varna batakliklari ile muhafaza altina alinmisti. Sag kol ise açik ovaya ve sehre dogru düsmüstü. Burasi açik ve tehdide mamz oldugundan Macar kuvvetleri tamamen burada toplanmislardi. Siyah bayraklari altinda Kardinal Jülyen Sezarini komutasindaki kuvvetler bu kolda idiler. Kral Vladislas, merkezde Sen Jorj sancagi altinda bulunup elli süvari ile koruma altina alinmisti. Baskomutan Hunyad ise hemen hemen her tarafta görülüyordu.
Her iki tarafin sahip oldugu insan gücü, kesin olarak belli degilse de düsman kuvvetlerinin Türk kuvvetlerinden daha fazla oldugu bir gerçektir. 28 Receb 848 (10 Kasim 1444) Sen Marten yortusuna tesadüf eden Sali günü baslayan Varna Savasi, Haçlilarca ugurlu sayilan bir günde oldugu için sevince sebep olmustu. Bununla beraber, Hiristiyanlari büyük bir korkuya sevk eden bir hadisenin de cereyan ettigini belirtmek gerekir. O anda patlak veren siddetli bir kasirga, kralinki hariç olmak üzere Haçli ordusundaki bütün bayraklari savurup atmisti.
Muharebe baslar baslamaz Jan Hunyad, Osmanli ordusunun Karacabey komutasindaki sag koluna hücum ederek püskürtür. Sol kola yüklenen Eflâk kuvvetleri ise bu kolu bozguna ugratirlar. Hatta yandan padisahin bulundugu ordu merkezine dogru yürüdülerse de sonradan püskürtülürler. Ordunun gensinin iyice tahkim edilmemesinden dolayi (burada agirliklar ve develer bulunuyordu) bu kisim da tehdid altinda idi. Sag ve sol kollar dagilmis olduklarindan ordu merkezinde yalniz hükümdar, maiyeti ve kapikulu askerleri kalmisti. Fakat Sultan Murad telas göstermeyerek yerinde duruyor ve komutayi birakmiyordu.
Osmanli ordusunun sag ve sol kanatlarinin bozuldugunu gören Macaristan krali Ladislas, kendini tutamayarak heyecana kapilir ve Polonya kuvvetleri ile birlikte Osmanli ordusu merkezine ve padisahin üzerine hücum ederek sancaklarin bulundugu yere kadar gelir. Hükümdarlarinin büyük bir tehlikeye maruz kalacagini gören yeniçeriler, büyük bir gayretle savasip merkezden içeriye giren düsman kuvvetlerini çevirirler. Tam bu esnada Timurtas adli bir yeniçeri, kralin atinin ayagina bir balta vurarak onu ati ile birlikte yere düsürür. Kralin düstügünü gören Koca Hizir adinda bir yayabasi (Yeniçeri bölük komutani), hemen kosup kralin basini keser. Kesilen basi bir mizragin ucuna takip yüksek sesle baginp kralin öldügünü söyleyince Polonya kuvvetleri dagilip kaçmaya baglarlar. Büyük bir kismi da kaçamayarak öldürülür. Bu sirada Osmanlilar'in sol kolunu çevirmekte olan Jan Hunyad, sür'atle yetiserek vaziyeti düzeltmeye çalisip, "biz, kral için degil, dinimiz için vurusmaya geldik" dediyse de basarili olamaz. Kralin öldügünü duyan Osmanli birliklerinin daha bir azimle geri döndüklerini görünce toplayabildigi kadar askeri ile kaçmaya baçlar.
Varna muharebesinde Anadolu Beylerbeyi Karaca Pasa ile Kara Timurtas Pasa'nin torunu Umur Bey'in oglu Osman Bey sehid olmuslardi. Düsman ordusunda ise Kral Ladislas ve muahedenin bozulmasinda birinci derecede rol oynayan Kardinal Julyen Sezarini ölmüslerdi. Bazi kaynaklarda (Sahavî, et-Tibru'l-Mesbûk fî Zeyli's-Süluk, Ayasafya Ktb., nr. 3113, s. 191) Osmanlilarin bu savasta on bin kadar sehid verdikleri belirtilmektedir. Düsmanin telefati ise bundan daha fazla idi.
Sultan Murad, kazandigi bu önemli zaferden sonra, güvendigi adamlarindan biri olan Azeb Bey'le savas alanini gezip düsman ölülerini görünce:
— Sasilacak sey degil mi? Bütün bu delikanlilar arasinda bir tane ihtiyar yok, der. Bu söz üzerine Azeb Bey ona su cevabi verir:
— Eger aralarinda yaslica bir kimse olsaydi, böyle delice bir harekette bulunmazlardi."
Osmanlilar, bu savaçta külliyetli miktarda savas ganimeti elde ettiler. Degerli esya ile dolu ikiyüz elli araba, galip gelen Osmanlilar'in eline geçmisti. Bu da gerçekten büyük bir ganimet idi.
Müslümanlarin, Avrupa'daki varliklarinin devam edip etmemesi bakimindan bir dönüm noktasi olan Varna savasindan sonra, zaferi müjdelemek üzere belli basli sehirlerin kadilarina ve Islâm hükümdarlarina fetihnâmeler gönderildi. Sultan Murad, bu savasta esir alinan düsman askerlerinden bir kismini ve nasil demirden adamlari yendigini daha iyi anlatabilmek için Macar asilzâdelerinin giydigi zirhlarla donatilmis yirmi bes esiri, Misir Sultani Melik Zahir Çakmak'a gönderdi.
II. Murad, bozulmasin diye bal içinde muhafaza edilen kralin basini zaferinin bir nisanesi olarak Bursa valisi Cebe Ali'ye göndermisti. Bursa halki, kalabalik bir topluluk halinde bu zafer nisanesini karsilamaya çikar. Nilüfer suyunda yikanan bu bas, bir mizrak ucunda sokaklarda dolastirildi. Böylece, daha önceki savaslarda meydana gelen maglubiyetler yüzünden moralleri bozulmus olan halka moral verilmeye çalisilir.
Murad Bey, savasi müteakip Edirne'ye dönünce vezirlerinin de istegi üzerine bir müddet daha orada kalir. Zira tehlike henüz tam anlamiyla ortadan kalkmis degildi. Bir müddet sonra tehlikenin tamamen kalktigini gören Murad Bey, oglunun mevkiini sarsmamak için, yaninda Sarabdar Hamza Bey ile Iskender Pasa oldugu halde Manisa'ya çekilir. Manisa'daki ikameti müddetince kendisine Saruhan, Aydin ve Mentese sancaklarinin geliri tahsis olunur. Âdeta, tahttan ikinci bir feragat anlamina gelebilecek bu fedakârliga ragmen Murad Bey'in, Varna galibi olarak büyük bir söhret kazandigi anlasilmaktadir.
II. MURAD'IN TEKRAR TAHTA GEÇISI
Murad Bey'in, Manisa'ya çekilmesinden sonra, devamli surette onu padisah olarak kabul edip buna göre muamele eden Çandarli Halil Pasa ile, genç padisahin etrafinda toplanan rakipleri ikinci vezir ve Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin, genç padisahin lalasi Zaganos ve vezir Saruca Pasa'lar arasinda bir iktidar mücadelesi baslar. Bu arada, genç padisahi yeni fetihler için tesvik eden Sehabedin ve Zaganos Pasa'lar, onu devletin siyasetine hakim tek hükümdar olarak görmek istiyorlardi. Bu durumdan haberdar olan ve kendilerini tehlikede gören Karamanoglu ile Kastamonu hâkimi, Murad Bey'e bas vurarak vaziyeti anlatmak zorunda kalmislardi. Sonradan bunlara Bizans Imparatoru ve Despot da katilacaklardir, Murad Bey, bu bas vurular üzerine küçük sultan ile, onu bu siyasete iten vezirleri siddetle ikaz etmis olmasina ragmen, oglunun gerçek bir padisah gibi hareket etmesinden dolayi da içten içe sevinmisti. Bundan sonra Çandarli Halil Pasa'nin hazirlayacagi uygun vasati beklemeye baslar. Nitekim çok geçmeden yeniçeriler 1446'da Sehabeddin Pasa'nin aleyhine olmak üzere isyan ederler. Halkin da destegi ile güçlükle bastinlari bu isyan üzerine, devletin iç ve dis emniyeti için Murad Bey'in tekrar Edirne'ye gelip is basina geçmesi gerekiyordu. Halil Pasa'nin gizli daveti ile Murad Bey, 5 Mayis 1446'da Rumeli'ye gitmek üzere 4000 kisilik bir kuvvetle Manisa'dan yola çikar. Fakat sonradan fikrini degistirerek Bursa'ya gider. Ama Mora'da despot Konstantin'in tasarrufunun devam ettigi bir sirada Halil Pasa, Ishak Bey ve Anadolu Beylerbeyi Özgüroglu Isa Bey, onu tekrar Edirne'ye davet ederler. Bunun üzerine Murad Bey, Agustos sonlarinda, oglunun haberi olmadan Edirne'ye gelir. Ertesi gün Halil Pasa, Ishak Bey, Isa Bey ve diger beyler aralarinda anlasip genç padisaha nezaketen tahtini babasi lehine terk etmesini, fakat onun bunu kabul etmeyecegini söyleyerek bir emrivaki yaparlar. Murad Bey, yapilan teklifi kabul ederek tahta geçer. Tursun Bey, Sultan Mehmed'in babasina olan saygisindan dolayi tahtini gönül rizasi ile teslim ettigini söyleyerek söyle der: "Amma çün atasina nisbet-i kemâl-i inkiyadi var idi, hüsn-i riza ile atasin getürdi, saltanatin teslim etti." O anda da orada hazir bulunan herkes kendisine bey'at etti. Mehmed, veliahd olarak Zaganos ve Nisanci Ibrahim Bey'le birlikte Manisa'ya gönderildi.
BALKANLAR'DA HAKIMIYET VE MORA SEFERI
Yildirim Bâyezid zamaninda Osmanli nüfuzu altina girmis olan Mora, Ankara Muharebesi'nden sonra baglantidan kurtulmustu. Mora'nin büyük bir kismi Bizans'a aitti. Eskiden beri imparatorun oglu veya kardesleri bu yarimadada "Despot" adi ile müstakil birer hükümdar gibi hüküm sürerlerdi. Mora Despotu olan Konstantin (1448'den itibaren Bizans Imparatoru), Segedin muahedesini kabul etmek zorunda kalan Sultan Murad'in, hükümdarliktan çekilmesi üzerine durumu kendi lehine müsait görerek Teb, Beotya ve Pindos taraflarini ele geçirerek Mora'nin müdafaasi için faaliyetlere girismisti. O, bununla da yetinmeyerek Osmanli taraftan olan Atina prensi II. Nerio Acciajoli'yi de kendisiyle birlesmeye zorlamisti. Kuzeyden gelebilecek bir Osmanli hücumuna karsi, Gördes ile Korent denilen ve karadan Mora'nin kapisi durumunda bulunan dar geçidi (berzah) saglamlastirmisti. Böylece Mora, Osmanlilara karsi yeniden tahkim edilmis oluyordu. Mora seferinin sebebi de Padisahin bu tahkimattan süphelenmesi idi. Osmanlilarin, nüfuzlari altindaki Mora'dan vaz geçmeleri mümkün degildi. Çünkü Yunanistan fütuhatinin tamamlanmasi, Mora'ya hâkim olmakla mümkündü. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar'in güttükleri siyasî hedef, Tuna'nin güneyinde, kendi yönetimlerinde olmayan bir toprak parçasi birakmamakti.
Daha önce de temas edildigi gibi Varna savasindan önce Papa donanmasinin Çanakkale Bogazini kapatmasi ve Macaristan Krali'nin Varna'ya kadar gelmesi, bütün Hiristiyan dünyasina oldugu gibi Kostantin'e de cesaret vermisti. O da digerleri gibi Osmanlilar'in Varna'da tamamen perisan olacaklarini ve artik Balkanlari tamamiyle terk edeceklerine inaniyordu. Bu yüzden de Osmanlilar'a ait bazi yerleri almisti. Sultan Murad, Varna zaferini kazandiktan sonra, Kostantin'in isgal ettigi yerleri geri vermesini istemis ise de uygun bir cevap alamamisti. Bu yüzden Mora'nin tekrar nüfuz altina alinmasi gerekiyordu.
Sultan Murad, Mora seferinden önce bölgeyi ve insanlarini taniyan akinci komutanlarindan Pasa Yigitoglu Gazi Turahan Bey'den buranin askerî, siyasî ve etnografik durumu hakkinda tafsilatli bilgi alir. Sultan Murad, gereken bilgiyi aldiktan sonra Turahan Bey'in akinci kuvvetlerini Mora'nin fethi ile görevlendirir. Korent kalelerini elde edebilmek için çok miktarda top mermisine (gülle) ihtiyaç vardi. Bes kaleyi birden vurabilmek için develerle buraya bakir nakl edilerek toplar dökülür. Serez'de toplanan Osmanli kuvvetleri, süratli bir yürüyüsle 8 Ramazan 850 (27 Kasim 1446)'da Korent (Korintos) berzahini kapayan Hexamilion (Kesmehisar) surlari önüne gelirler. Top atesiyle baslayan savasa bizzat Sultan Murad da katilir. Onun basinda bulundugu asil ordunun gayreti ile kale Aralik ayinin onunda zapt edilir. Osmanlilar'daki topçulugun ilerlemesi sayesinde on üç günde surlar delinmis ve Osmanli ordusu bu deliklerden içeri girip kaleyi zapt etmisti. Korent'in düsmesi ile Mora'nin kapilari yeniden Türklere açilmis oldu. Osmanlilar'ca Balyabadra adi verilen Mora'nin merkezi ve en büyük sehri Petras, tekrar feth edildi. Mora'nin kapisi olan bu yerler alininca bir koldan Padisah, diger koldan da Turahan harekete geçerler. Bunun üzerine Despot Konstantin, tarihçi Halkondilas'i elçi olarak Sultan Murad'a gönderir. Elçi, haber iletmesin diye baslangiçta tevkif edildiyse de sonunda serbest birakilir. Konstantin de senede belli bir miktar vergi vermeyi kabul eder. Ayrica Korent berzahi (geçit) kendisine yiktirilir. Sonuç olarak Osmanlilar'a karsi tecavüzlerde bulunan Despot Konstantin ile kardesi Thomas, tekrar Osmanli tabiiyetini tanimak zorunda kalirlar. Bu basaridan sonra Edirne'ye dönen Sultan Murad, buradan getirdigi esirleri Anadolu'ya nakl ettirip, oradan da bu bölgeye Müslüman Türkleri getirtmek suretiyle nüfus mübadelesi yapmisti.
Eflâk Voyvodasi Vlad Drakul, Sultan Murad'in Mora isini basarili bir sekilde sonuca baglayip Edirne'ye döndügünü görünce, onunla anlasmak ister. Fakat Yanko tarafindan öldürülür. Öte yandan daha önce Osmanli ordusundan kaçtigini belirttigimiz Arnavut Iskender Bey, Papa ve Macar Krali ile temaslarda bulunup Arnavutluk yolu üzerindeki Kocacik hisarini ele geçirmisti. Morava savasi sirasinda ordudan kaçip bozgunluga baslamasi, Kroya sancagina tayin edildigine dair sahte bir ferman uydurup Kroya (Akçahisar)'ya girip hisardaki Osmanli askerinin tamamini uykuda iken kiliçtan geçirmesi, tekrar Hiristiyanliga dönmesi ve Papadan yardim görmesi gibi hareketleri yüzünden ortadan kaldirilmasi gerekiyordu. Iskender Bey, aldigi yardimlar sonucunda kazandigi bazi basarilarina güvenerek Venedikliler'le de bozusur. Osmanlilar bunu iyi degerlendirerek 1448 yazinda bir taarruza karar verirler. Gerçekten de Sultan Murad, belirtilen yilda yaninda Sehzade Mehmed de olmak üzere büyük bir ordu ile Arnavutluga girerek Kocacik hisarini zapt eder. Fakat kisa bir müddet sonra Sirp Despotu Jorj Brankoviç'ten, Jan Hunyad'in Macar, Eflâk, Bohemya ve Almanya'dan topladigi 90.000 kisilik bir ordu ile Tuna'yi geçip Sirp topraklarina girmek üzere oldugu haberini alinca, Sofya'ya çekilerek ordusunu yeniden düzene sokar. Buradan güney yolu ile Kosova ovasina gelerek düsmanini savasa mecbur eder.
IKINCI KOSOVA MUHAREBESI
Osmanlilar'a karsi tertiplenen bu yeni Haçli seferi, Varna zaferinden dört yil sonra 17-19 Ekim 1448 tarihlerinde olmustur. Takdirin bir tecellisi olacak ki bu ikinci seferde bulunan Osmanli hükümdarinin adi da Murad'dir. Birinci Kosova'da Murad Hüdavendigâr (Birinci Murad), Ikinci Kosova zaferinde de Ikinci Murad bulunmuslardi.
Osmanli Devleti, Iskender Bey'in ayaklandirdigi Arnavutlar'i yola getirmek için ugrasiyordu. Sultan Murad, Iskender'in merkezi olan Kroya (Akçahisar)'yi kusatma altina aldigi zaman Jan Hunyad'in hududu geçmek üzere oldugunu Sirp Despotu ile Vidin sancak beyinden ögrenmisti. Bu haberin alinmasi üzerine Sultan Murad kusatmayi kaldirip Sofya'ya dönmüstü. Bu arada Jan Hunyad, Albert'in küçük ogluna naib olarak Macaristan'in bütün dizginlerini ele geçirmisti. Varna muharebesinin kahramanligina sürdügü lekeyi silmek için var gücü ile çalisip kuvvet topluyordu. Bunda muvaffak da oluyordu. Çünkü kisa zamanda etrafinda, Macarlar'dan baska Eflâk, Polonya, Erdel ve Almanya gibi devletlerden de kuvvetler toplanmisti. Böylece Jan Hunyad, doksan bin kisilik bir kuvvetin basina geçip Sirbistan'i isgal ile yoluna devam eder.
Sultan Murad, Hunyad'in Tuna'yi geçmek üzere oldugunu ögrenince derhal Arnavutluktan çikarak Sofya'ya gelir. Burada orduyu terhis etmeyerek timarli sipahilere memleketlerinden harçlik getirmek üzere "harçlikçi"lar tayin edip Sofya'da beklemeye karar verir. Jan Hunyad ise yoluna devamla 1448 senesinin Ekim ayi ortalarinda Kosova'ya gelir. Osmanli hükümdari da 80-100 bin kisilik bir kuvvetle ayni yere gelir.
Sultan Ikinci Murad, muharebeden önce baris teklifinde bulunmak üzere düsmana elçiler gönderdiyse de bunlar, Jan Hunyad tarafindan gerisin geriye gönderilmislerdi. Iki ordu harb etmeksizin karsilikli olarak bir gün beklediler.
Muharebe 1448 Ekim ayinin 17, 18 ve 19. günü olmak üzere üç gün sürdü. Savas, Jan Hunyad'in hücumu ile basladi. Osmanli ordusu klasik bir düzenle sag, sol ve merkez olmak üzere bölümlere ayrilmisti. Düsmanin sag kolunda Macarlar ile Sicilyalilar, sol kolunda da Alman, Bohemya, Transilvanya ve Eflâk (Ulah) kuvvetleri bulunuyordu.
Hunyad, Varna'daki hatalan tekrarlamayacagini düsündügünden savasi kazanacagindan emin görünüyordu. Haçli ordusunda, I. Murad'in oglu olan Savci'nin öldürülmesinden sonra kaçmayi basaran oglu Davud da vardi. Muharebenin ilk günü, hafif silahlarla baslayan savas, esit sartlar altinda devam ediyordu. Hunyad, Osmanli ordusunun ikinci gün çekileceginden emin görünüyordu. Bu sebeple asil hücum ikinci günü ögleden sonra baslayip aksama kadar devam etti. Savci Bey'in oglu Davud'un tavsiyesi ile gece
yarisi Osmanli ordusuna yapilan baskin da bir ise yaramaz. Muharebe üçüncü gün günesin dogmasiyla tekrar baslar. Taktik geregi Osmanli ordusunun sag ve sol kanatlan mukavemet edemiyorlarmis gibi yavas yavas geri çekilirler. Böylece merkez, düsmana karsi açik ve korumasiz kaliyordu. Durumu fark eden düsman, bütün gücü ile merkeze yüklenir. Yeniçeriler bütün güçleri ile karsi koyarlarsa da onlar da yine plân geregi geri çekiliyormus havasini verirler. Tam bu sirada Osmanli ordusunun sag ve sol kanatlari, merkeze girmis olan düsman kuvvetlerini yandan ve arkadan çevirmeye baslarlar. Bu sirada Turahan Bey'in bulundugu sol kol, Osmanli karsi taarruzunun merkezini teskil ediyordu. Çünkü Osmanlilar'in sol kolu ile harb etmekte olan Jan Hunyad'in sag cenahini, Turahan Bey kuvvetleri çevirmekte idi. Çevrildigini anlayan düsman, ümitsizce savasmaya devam ediyordu. Tam bu esnada Vezir-i A'zam Çandarlizâde Halil Pasa'nin delâleti ve bazi vaadlerle Eflâk prensini harpten çekilmeye ikna etmesi üzerine düsman tam bir ümitsizlige kapilir. Önden ve arkadan hücuma maruz kalan düsman, perisan olmustu. Bununla beraber askerler, geri çekilerek siperlerine ulasabildiler. Hunyad, komutanlari ile görüsüp durum degerlendirmesi yapar. Ama gece yansi yanina aldigi bazi seçkin süvarileri ile harp meydanini terk edip kaçar. Onun kaçtigini bilmeyen ordusu, sabahleyin Türklerin hücumuna dayanmaya çalisirsa da komutanlarinin kaçtigini ögrenince tamamen dagilir. Bu ordudan pek azi kurtulur. Düsmanin zayiati on yedi bin kadardi. Halkondil'e göre Osmanlilar'in zayiati ise dört bin civarindadir. Böylece Kosova ovasinda Müslüman Türkler ikinci defa parlak bir zafer kazanmis oluyorlardi. Ikinci Kosova, Avrupa'nin, Türkleri Balkanlar'dan sürmek için yaptigi sonuncu tesebbüstür. Bundan sonra Avrupa tamamen savunma durumuna geçecek, elindeki toprak ve menfaatleri kaptirmamak için mücadele edecektir.
Sultan Murad, 1450 yazinda oglu Mehmed'i de yanina alarak ikinci defa Amavutluk seferine çikar. Osmanli kuvvetleri Akçahisar'i kusatip toplarla dövmeye basladilarsa da hisarin savunmasini Vrana'ya birakip disarda ani baskinlarda bulunduktan sonra sarp daglara siginan Iskender'in bu neviden baskinlari yüzünden alinamaz. Tam bu esnada Jan Hunyad'in yeni bir hücuma kalkisacagi sayiasi yayilir. Ekim soguklarinin da baslamasi üzerine Sultan Murad, kusatmayi kaldirip Edirne'ye döner. Sultan Murad'in kaleyi feth etmeden Edirne'ye dönmesi, Hiristiyan âleminde büyük bir sevinçle karsilanir. Bu hâdiseden sonra Iskender Bey'in söhreti birdenbire artar.
SEHZÂDE MEHMED'IN DÜGÜNÜ
Akçahisar kusatmasinin kaldirilmasi, Hiristiyan dünyasinda büyük bir sevince sebep olmustu. Bununla beraber Osmanlilar üzerinde fazla bir etkisinin, olmadigi anlasilmaktadir. Zira bu hadiseden hemen sonra Sultan Murad, sehzadesi Mehmed için Edirne'de muhtesem bir dügün tertiplemisti.
Sultan Murad, daha önce bir sefer evlenmis bulunan oglu Sehzâde Mehmed'e Dulkadiroglu'nun kizini almak istedigini, Vezir-i A'zam Halil Pasa'ya sorup fikrini almak ister. O da bu görüsün yerinde oldugunu söyler. Bu sirada Dulkadir Beyligi'nde Nâsirüddin Mehmed Bey'in oglu Süleyman Bey bulunuyordu. Bundan çok seneler önce, Çelebi Sultan Mehmed Bey de Nâsirüddin Bey'in kizini almis oldugu için arada bir akrabalik da vardi. Bunun için derhal Amasya sancakbeyi Hizir Bey'in hanimi, görücü olarak Elbistan'a gönderilir. Süleyman Bey'in bes kizindan en küçügü olan Sitti Hanim'in nikahi kiyildiktan sonra gelin olarak Edirne'ye getirilir. 1450 senesi kisinda (H. 854, Sevval-Zilhicce) genç sehzade Mehmed'in evlenmesi münasebetiyle dogu ve batidaki dost hükümdarlar ile tâbi beyler, Edirne'ye davet edilerek muhtesem bir dügün yapilir. Bu is ve davetlerin organizasyonu için Saruca Pasa görevlendirilmisti. Dügünden sonra Sehzade Mehmed genç karisiyla birlikte Manisa'ya gider.
SULTAN II. MURAD'IN VEFATI VE SAHSIYETI
Sultan II. Murad, genç evlileri Manisa'ya ugurladiktan kisa bir müddet sonra 1 Muharrem 855 (3 Subat 1451) günü kusluk vakti vefat etti. Kaynaklarin çogu, Sultan Murad'in Ölümünü nüzûl (felç) isabetine, bazilari da soguk alginligindan ileri gelen kisa bir hastaliga baglarlar. Dukas ve Hammer gibi bazi tarihçiler de asiri yorgunlugun ölümüne sebep oldugunu bildirliler. Öldügü zaman henüz kirk sekiz yaslarinda idi. Ölüm hadisesinden hemen sonra cesedi tahnit edilir. Vefat haberi Manisa'daki Sehzade Mehmed'e bildirilerek derhal gelmesi istenir. Halil Pasa tarafindan gönderilen bu haber üzerine "Beni seven arkamdan gelsin" diyen Sehzade Mehmed, sür'atli bir sekilde Edirne'ye gelip babasinin ölümünden 16 gün sonra Osmanli tahtina geçer. Ileride "Fatih" ünvanini alacak olan genç padisah, babasinin vasiyeti geregi cesedini Bursa'ya göndererek onu bugün hâlâ "Muradiye" diye bilinen semtteki türbesine defn ettirir.
Murad Bey, veya halkin dili ile Koca Murad 1446 Agustos'unda tanzim edip Eylül sonlarinda Halil Pasa, Saruca Pasa, Ishak Pasa ve kadiasker Mehmed b. Feramürz tarafindan tescil olunan vasiyetnâmesinde nereye ve ne sekilde gömülecegini, üstüne yapilacak türbenin ne sekilde olacagini ve nihayet vakfinin sartlarini bildirir. O, asli Arapça olan ve oglu tarafindan uyulan vasiyetnâmesinde söyle diyordu:
"... Öldügüm zaman beni Bursa'ya, caminin yakinindaki oglum Alaeddin'in 3-4 arsin yanina gömün. Mezarimin üstüne büyük hükümdarlar için yapilan muhtesem türbelerden yapmayiniz. Cesedimi lahde degil, sünnet-i seniyye üzre topraga koyun. Etrafi duvar fakat üstü açik bir türbe yapiniz. Hafizlarin Kur'an okuyacaklari yerin üzeri kapali, kabrimin üstüne yagmur yagmasi için oraya tesadüf eden kismin üstü açik olsun. Azad edilmemis olan kölelerimin tamami ölümümden kirk gün önce azad edilmistir. Etrafima evlad ve akrabalarimdan kimseyi gömmeyin. Eger Bursa'dan baska bir yerde ölürsem nâsimi oraya nakl ediniz. Bu nakil, bir persembe günü olsun ki, defin cuma günü gerçeklessin..."
II. Murad hakkinda gerek Osmanli, gerekse diger milletlere mensub tarihçilerin ittifaka yakin bir sekilde beyan ettiklerine göre o, ince ruhlu, hassas, çok âdil, merhametli, sözüne ve vaadlerine sâdik, cesur, azim ve tedbir sahibi, güler yüzlü, ahdine riayet edenler hakkinda dost, ahdini bozanlar hakkinda da sedid idi. Hammer'in de ifadesine göre memleketini seref ve hakkaniyetle idare ederek milletinin hatirasinda mütedeyyin (dindar) lütufkâr, âdil ve metin bir hükümdar adi birakti. Savasta oldugu gibi barista da sözünün eri idi. Ancak sözünden dönenlerin korkunç öc alicisi idi.
Sultan II. Murad, ince ruhlu ve hassas bir kimse idi. Ilmî müsahabeleri sever, ulemayi himaye eder ve onlara tahsisatlar ayirirdi. Musikî, siir ve edebiyata düskündü. Denebilir ki siir, onunla Osmanli sarayina girmisti. Suara tezkireleri, onun sairliginden bahs ederlerken onun ilim ve sanata olan sevgisinden de uzun uzadiya söz ederler. Güldeste-i Riyaz-i Irfan'a göre bizzat kendi latif tab'i (yaratilisi) siire meyyâl ve nükte söyleyicilerin dildâdesi olup haftada iki gün âlim ve sairleri divaninda toplayip ilmî mübâheseler ederek ve sairlerin münazara ve münakasalarini dinleyerek "Ehl-i kemâlin cevheri, ancak itibar ile parlayip açilir" derdi. Çagdas tarihçi Ibn Tagriberdî, onun sahsiyeti hakkindaki su ifadeleri ile gerçegi yansitmaya çalisir: "Hükümdarligi uzun sürmüs, yükselmis, hasmet kazanmis, saadete ermis ve Rûm (Anadolu) hükümdarlarinin en büyügü olmustur. Cihaddan hiç bir vakit geri kalmamakla beraber eglence ve zevke düskündü. Allah yolunda tehlikelere bizzat atilir ve bu ugurda yorulmak bilmez, varini yogunu harcardi. Bütün hayati böyle geçmis denebilir. Bununla beraber halka karsi âdil olup isleri ile yakindan ilgilenirdi. Ayni zamanda cömert ve iyi huylu idi. Yalniz su kadar var ki keyfine düskündü. Musikî ehlini severdi. Fakat bir cihad haberi gelince derhal kalkar her seyi birakirdi."
Ülkesinde kültür ve ilim hayatini yükseltmek için her fedakârligi göze alabilen Sultan Murad, ilim adami ve bilginlere karsi son derece cömert davranirdi. Bu sebeple Arabistan, Türkistan ve Kirim gibi yerlerden pek çok degerli âlim, onun ülkesine gelmisti. Bu da memlekette kültürün gelismesine ve ilmî ilerlemenin sür'atli bir sekilde olmasina sebep olmustu. Gerçekten de onun döneminde Arapça ve Farsça'dan bir çok eserin Türkçe'ye tercüme edildigini, bunun da kültürel gelismeye tesir ettigini biliyoruz. Hatta onun adina birçok eser telif ve tercüme edilmisti.
Sultan Murad, Edirne, Bursa, Selânik, Ipsala ve Ergene gibi önemli yerlesim merkezlerinde yaptirdigi hayir ve sosyal tesisler ile de dikkat çeker. Yaptirdigi muazzam eserler sebebiyle kendisine "Ebu'l-hayrât" ünvani verilmisti. Onun bu neviden faaliyetlerini gören devrinin devlet erkâni ile zenginleri de benzer tesisleri kurmakta gecikmediler. Bursa'da Muradiye Camii, imâret, medrese ve müstemilâti Sultan II. Murad tarafindan yaptirilmistir. Fakat bu hakan asil dev eserlerini Edirne'de insa ettirmisti. Bunlarin en mühimleri, Muradiye (1435), Dâru'l-hadis (1435), Yeni Cami (Bugünkü adi ile Üç Serefeli, 1447) gibi eserlerdir. "Üç Serefeli" denen minare, Türk minarelerinin en güzellerinden biridir. 1413'te Çelebi Sultan Mehmed'in, Mimar Konyali Haci Alaeddin'e tamamlattigi Eski Cami'de oldugu gibi Üç Serefeli'de de kisin abdest musluklarindan sicak su akardi. Sultan Murad, Edirne'yi ihya edercesine kalkindirmis ve Balkanlarin en büyük sehri haline getirmisti. O, Ergene köprüsünü yaptirmak suretiyle bölgeyi de yerlesime açmisti. Dogu ile bati arasinda önemli bir geçit vazifesi gören Ergene köprüsünün yeri, orman ve bataklikti. Bu yüzden burasi, eskiya, kanun kaçaklari ve hirsizlar için mükemmel bir barinak vazifesi görüyordu. Sultan Murad, böyle bir yerde köprü yaptirmak suretiyle hem kötülüklerin barinagini kurutmus oluyor, hem ulasimin kolaylasmasini sagliyor, hem de bölgenin mamur hale gelmesine yardim ediyordu. Köprünün insasindan sonra burada cami, hamam, imâret ve pazar gibi halkin ihtiyaçlarina cevap verebilecek sosyal tesisleri kurduktan sonra halki oraya yerlestirir. O, bununla da kalmaz, gelip oraya yerlesen halki birçok vergiden de muaf tutar. Âsikpasazâde köprü insaatinin durumunu verdikten sonra söyle der: "Köprünün iki basini mamur sehir edüp imâret ve Cuma mescidi etti. Hamam ve pazarlar yapti. Ve ol vakit kim imâretin kapusu açildi. Sultan Murad ulemayi ve fukarayi kendisi aldi ol imârete vardi. Bir nice gün atâlar etti. Akçalar ve floriler ülestirdi. Ol taam pistigi vakit kendi mübarek eli ile fukaraya ülestirdi. Ve çiragin kendi uyardi. Yapan mimarlara hil'atlar giydirdi. Ol sehrin halkini cemi-i avarizdan muaf ve müsellem etti."
Kaynak: Osmanli tarihi
__________________
İnsan azap çekmez, Allah yazmayınca. Allah azap yazmaz, insan azmayınca
Müslüman Paranın Yanında da Müslüman Olabilendir...
Merhameti Olmayana, Merhamet Edilmez!!!" Hz. Muhammed (S.A.V)
hira_pc isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Facebook'ta Paylaş


Cevapla

Etiketler
Yok


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı



WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:45 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.4
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.