|
|
Seçenekler | Değerlendirme: | Stil |
04-27-2009, 10:31 PM | #1 |
Profesyonel Defineci
Üyelik tarihi: Jan 2009
Mesajlar: 219
Tecrübe Puanı: 52016 |
Eski Uygarlıkların Ölü Göme Geleneği
ANTİK YUNANLILARDA ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ
Ölülere, toprağın insanları ve Demeter'in halkı adı verilir. Aynı şekilde ölülerle ilgili görülen yılan, hem bereket sembolü hem de ölülerin bir simgesi ve somutlaşmasıydı. Hellenler öncesinde ölüleri yatıştırmak için onlara insan kurban edildiği de olmuştur. Klasik devirde ise ölülere karşı ikili bir tavır takınılmıştır. Birincisi, ata ruhlarına dindarca bir saygı, ikincisi, her çeşit hastalık ve afetin taşıyıcısı olarak hortlaklardan korkmak. İbadetlerin özellikle mezarlar etrafında yoğunlaşması Yunan dininin en önemli ve belirleyici özelliğidir. "Birer anıt haline gelen mezarlar, hazineler ve her çeşit ev eşyasını içermektedir. Mezarlara kurbanlar sunulur, ölülerin mezarlarında ikamet ettiklerine, gölgelerinin de Hades ülkesine gittiğine inanılırdı. Bu ülke bir ceza ve ödül ülkesi olmayıp, bu hayatın sadece hayalet biçiminde devamıdır." Yunanlılarda ölülerin ruhları yılan, kuş ve özellikle kelebek biçiminde betimlenirdi. Nitekim Yunancadaki psykhe sözcüğü hem kelebek, hem ruh anlamındadır. Yunanlılar ölümden sonraki yaşam hakkında birbirine karşıt düşüncelere sahip olmuşlar ve bunları bağdaştırmak için hiç uğraşmamışlardır. Ölüler yerin altında yaşamayı sürdürürler, onların torunları ve çocukları da kutsal armağanlar sunarak bu yaşamı hoş bir hale getirmeye çalışırlardı. Tanagralı sanatçılar, yaptıkları ve sundukları küçük heykellerle ölüleri mutlu etmeye çalışırlardı. Ancak ölüme karşı bu bakış açısı ölenin peşinden yas tutulmayacağı anlamına gelmezdi. "İlk çağda, Yunanistan'da cenaze başında veya gömülme törenlerinde ağlamayı meslek edinmiş kadınlar vardı. Sözde derin acı duyuyormuş gibi yaparak, elleriyle üstlerini, başlarını yırtarak bu ağlayıcılar bir ağızdan yas ilahileri söylerlerdi." DEMİRÇAĞ'DA ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ DEMİRÇAĞ'DA ANADOLU'DA ÖLÜ GÖMME GELENEKLERİ Anadolu'da Demir çağın başlangıcı M.Ö. 1190 yıllında gerçekleşen Deniz Kavimleri Olayı ile başlatılmaktadır. Bu dönemde (M.Ö.1200-900) Anadolu'da karanlık bir dönem yaşanmaktadır. Artık bu dönem ile Anadolu'da bir Miken kültürü etkisinden söz edilebilir. Ancak Orta Anadolu'da bir kültür kopukluğu ve yerleşmelerin azalması söz konusudur Doğu Anadolu'da Erken Demir Çağ'da herhangi bir yazılı belge ele geçmemesine karşın burada Oda , Taş sandık ve Kuyu mezar türünde , ınhumasyon yada kremasyon türde gömülerin yapıldığı tespit edilmiştir. Bu dönemde Doğu Anadolu'da Extramural bir gömü tarzı yaygındır. Mezarların çoğunluğu toprak altına inşa edilen oda , kuyu ,taş sandık türündedir. Basit toprak mezarlara bu dönemde Doğu Anadolu'da hiç rastlanmamıştır. Oda mezarlar: Çoğunlukla tek odalı olarak toprağın altına inşaa edilmişlerdir. kuyu şeklinde bir girişi olan dromoslu bir oda mezarlardır. Mezar odası tamamen taştan yapılmıştır. Oda mezarların ölçüleri 4 X 1.5 ile 1 X 2 m. arasında değişmektedir. Çatısı ise sözde kemer tekniği denilen taşların her seferinde bir kez daha içeri çekilmesi sistemi ile mezarın üstü kapatılmıştır. Çok azda olsa da bazı yerlerde çatının enlemesine veya uzunlamasına yerleştirilen sal taşları ile örtüldüğü mezarlarda görülmektedir. Genelde Dromoslar her zaman dar kenara yapılır. Dromoslar hiçbir zaman duvarın ortasına yapılmaz daima bir kenara daha yakın olarak yapılır. Kuyu mezarlar: Kuyu şeklinde oval olarak taştan inşa edilmiş , yukarıdan girişi olan mezarlardır. ESKİ ANADOLU'DA ÖLÜM İNANIŞLARI Kazılardan elde edilen bilgilere göre Anadolu'da ölülerle ilgili işlemlerin en yoğun olduğu dönem Hititlerin yaşadıkları çağlardır. Ancak, onların ölülerle ilgili tüm uygulamaları ve inançları kendilerinin yarattığı söylenemez. İ.Ö.2000 yıllarının çok gerilerine giden birtakım geleneklerden etkilenmeleri, onları komşu ülkelerden aldıklarını, kendi buluşlarına katmaları olağandır, doğaldır. Bugün, ölü gömme geleneğinin çağını kesinlikle belirleme olanağı yoktur. Ancak eldeki buluntular Anadolu uygurlığının gelişmiş dönemlerinde ölü gömmeyle ilgili epeyce ilerleme olduğunu gösterir. Kimi yörelerde ölülerin evlerin içine, döşemelerin altına, kimi yerlerde höyüklere, kimi bölgelerde kuyu biçimli kazılmış yerlere, özel küplere, odacıklara, kimi kesimlerde de taştan oyulmuş yerlere gömüldüğünü gösteren kanıtlar vardır. Yalnız Hititlerde üç türlü gömme yapıldığını biliyoruz. Toprak içine, küpe, taş kap içine ölü gömülürdü. Gene Hititlerde, eti yakılan ölünün kemiklerinin bir kaba doldurulup gömüldüğünü gösteren kanıtlar vardır. "Hitit İmparatorluk devrine tarihlenen, içinde kral ve kraliçenin öldüğü zaman yapılan dini bir töreni anlatan çivi yazılı metinler ölü yakma geleneğini detaylı bir şekilde tarif etmektedir. Ondört gün sürdüğü anlaşılan törenin ilk gününde hayvanlar kurban edilmekte, ölüye içki ve yemek sunulmakta, tanrılar ve ölenin ataları için rahipler dualar okumakta, aralarında kıymetli madenlerden yapılma nesneler de bulunan ölü hediyeleri verilmekte, ölen ve tanrılar için ağıtlar yakılmakta ve cenaze yemeği yenerek ölünün heykeli etrafında dolaşılmaktaydı. Söz konusu hediyeler ve kurbanlar yakılarak ölüye sunulmaktaydı. Törenin ikinci gününde ölü bir araba üzerinde yakılacağı odun yığınının bulunduğu meydana götürülmekte ve o akşam yakılmaktadır. Ertesi sabah köz yığını bira ve şarapla söndürüldükten sonra kadınlar geride kalan kemik artıklarını külün içinden ayıklayarak kokulu yağ dolu gümüş bir kaba yerleştirip, ardından bir keten bezine bohçalıyordu. Metnin devamında kemik parçalarının bir masa üzerine yerleştirildikten sonra karşısına konan bir başka masada ölüyle yemek yendiğini anlatmaktadır. Kemikler daha sonra Taş Ev denilen bir yere götürülerek yatak üzerine yerleştirilmekte ve önüne bir lamba konmaktadır." Eskiçağlarda, ölülerin yakılması, yakılma işleminde özel törenler düzenlenmesi, Anadolu'da yaygın bir gelenekti. İlyada Destanında Hektor'un ölümünün ardından kadınlar ağıtlar yakmış ve Hektor'un ölüsünün yakılması için dokuz gün şehre odun taşımışlardı: "Ölümlere parlayan şafak sökünce onuncu günü, gözyaşı içinde götürdüler Hektor'un ölüsünü, Koydular yığınların tepesine, verdiler ateşe, Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca, Ünlü Hektor'un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk. Hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu, parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını, Söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi, sonra topladı kardeşleri, dostları, ak kemikleri, hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu. Kemikleri alıp koydular bir altın kutuya, erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu. Sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura, ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü. Sonra bir mezar tümseği yapmaya başladılar, gözcüler diktiler çepeçevre, dört bir yana, mezar bitmeden Akhalar saldırmasın diye. Bir mezar tümseği olunca toprak, kabara kabara, gerisin geri döndü hepsi kente, toplanıp bir güzel kutladılar çok ünlü şöleni Zeus oğlu Kral Priamos'un sarayında İşte böyle yapıldı atları iyi süren Hektor'un cenaze töreni" Hititlerle ilgili uygarlık buluntuları arasında ölü küllerinin, ölü kemiklerinin saklandığı özel kaplar görülmektedir. Bundan Hititlerin kimi ölüleri yaktığı, kimi ölülerin yalnız etlerini yakıp, kemiklerini sakladığı, kimi ölüleri de boynundan diz kapakları arkasına uzanan bir bağla sımsıkı bağlayarak, çömelmiş gibi bir durumda gömdükleri anlaşılıyor. Bu gömme şekillerinden biri de Hoker durumudur. Hoker durumundaki ölüler sağ veya sol yanlarına yatırılmış olup, sırtüstü bırakılanları pek azdır. Pek azının başı altında yastık görevini gören ufak yassı bir taş bulunmaktadır. Ölülerin hoker şeklinde (dizin göğse, çeneye doğru çekilmesi ve dizin karına doğru çekilmesi) gömülmesinin bize göre nedeni uyku durumunu temsil etmesi ve ölümün de bir çeşit uyku olarak algılanmasıdır. Hititlerde ölünün külleri kutsal sayılır, onlara karşı özel bir saygı gösterilirdi. Küllerin konduğu kap toprağa gömülürdü. Bu kaplar genellikle topraktan yapılmış küçük çömleklerdir. Öte yandan bu kül, kemik koyma kapları arasında tunç, başka türden alaşım kaplar da görülmüştür. Bu gelenek, maden kap yapma, Mezopotamya kaynaklıdır. Demek Hititler, bu alanda, komşu uluslardan birtakım inanç unsurları almakta sakınca görmemişlerdir. Bu durum inanç kaynaşmalarının kaçınılmaz bir sonucudur. Hititler, ölen kralsa yalnız etlerini yakar, kemiklerini yağlarlar, güzel kokularla yıkıyarak özel bir kaba koyup gömerler. Onların gözünde kral kutsaldır, tanrısal niteliklerle donatılmıştır. Yine yukarıda dediğimiz gibi Hititler, kimi ölüleri diz çökmüş gibi boyundan, kollardan, diz kapakları arkasından bağlayıp gömerlerdi. Ölünün toprağa, ya da kendisine göre yapılmış özel küpe oturur gibi gömülmesi, dirilip yeryüzüne gelebileceği korkusundandı. Frigyalılar da Hititler gibi ölülerine büyük saygı gösterirlerdi. Ölüler sırtüstü gömüldükten sonra üzerine bir tepe meydana getirecek şekilde toprak yığılırdı. Bu toprak yığınının altında bir mezar odası bulunur, ölünün yanında hediyeleri gömülürdü. Buradan Frigyalıların da Hititler gibi öldükten sonra dirilecekleri inancını taşıdıkları anlaşılıyor. Bu mezar biçimi çok uzun yıllar, Bizanslılara kadar sürmüştür. Anadolu'da çeşitli gömme adetlerinin bulunması, bunun çağlarla ilgili olduğunu, etkilenme kaynaklarının başkalığıyla bağlantılı bulunduğunu göstermektedir. Bunun nedeni ise o çağlarda Anadolu'da yaşıyan toplulukların kendi bütünlükleri içerisinde ayrı birer uygarlık oluşturmalarıdır. Yaşayan ölü düşüncesinin en büyük sonucu ölü hediyeleri, ölü yemeği ve içkisidir. "Ön tarih Anadolu’sunda, mezarlara hediye bırakmak, ölülere yemek, içki sunmak ve dünya işine yarayan eşyayı beraberinde götürmesini sağlamak adeti vardır.” İncelenen Eski Anadolu mezarlarında hayvan iskeletlerine de rastlanmıştır; ancak bu iskeletlerin yenilebilen kısımları eksiktir. Bunlar da ölü gömülüp hediyeleri yerleştirildikten ve mezar kapandıktan sonra başlayan kurban merasimi ve ölü yemeği kalıntılarıdır. Ölü yemeğinde kurbanlar kesiliyor, yenilebilen yerleri yeniyor, baş ve bacakları da ölüye sunuluyordu. Bu hediyelerin yanında ölünün yanına öbür dünyada kendisine arkadaşlık etmesi için köpeğini de gömme adeti vardı. Eski Anadolu inançları yukarıda da belirttiğimiz gibi animist unsurlar taşır. Buna göre "ruh, arada bir gövdeye gelir girer, mezarda ölü dirilirmiş. Bu yüzden ölüye, onun kemiklerine sövmek büyük suç sayılırdı." Peki bir kişi öldüğünde onun ruhu ne olmaktadır? "Hitit ölü ritüellerinde, bir Patili rahibi tanrılara ölü ruhunun nereye gittiğini sorar. Tekrar tekrar yöneltilen sorulara verilen cevaplar ise oldukça ilginçtir: O, sedir ormanları evine gitti. O, oraya gitti. O, şuraya gitti veya buraya gitti. Yedinci kez sorulduğunda tanrılar: Anne onun elinden tuttu ve ona refakat etti şeklinde cevap vermektedir. Bu ifade bir taraftan ölü ruhunun ata kültü gereği ataların ruhlarıyla birleştiğini gösterirken, diğer taraftan da annenin ölü ruhuna refakat etmesiyle bu yolculuğun kolay bir yolculuk olmadığını vurgulamaktadır. Daha önce ölmüş olduğu için anne yeraltı dünyasını belki de daha iyi tanımakta ve bu nedenle ölü ruhunu ölüler diyarına götürmek üzere elinden tutmaktadır." Ancak yeraltı dünyasına inen ruh bazı durumlarda yaşayanları ziyaret edebilir: "Hititlerde, özellikle zorla ve haksız yere öldürülmüş olan insanların ruhları ve kendilerine kurban sunulmayan, öfkeleri yatıştırılmamış ölü ruhlarının birtakım yollar bulup insanların dünyasına sızarak onları rahatsız ettiklerine inanıyorlardı. Ayrıca bu ruhların insanlara rüyaları aracılığıyla gözüktüğüne, hatta onlarla karşılaşmanın insanları kirlettiğine inanılmaktaydı." ESKİ MEZOPOTAMYA ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Eski Mezopotamya uygarlıkları totemizmin izlerini halen taşımaktaydı: "Sümerlerin pek eski hükümdarlarının hayvan adını taşımaları ve ekserisinin hayvani şekillerde tahayyül ve tasvir edilmiş olmaları, totemizm devrinin hâlâ yaşıyan bir telakkisi gibi izah olunabilir. Kiş krallarından bir çoğunun ismi, köpek, kuzu, akrep, kartal gibi hayvan isimleridir." Bu totemist kalıntıların bu uygarlıkların ölüm ve ruh düşüncesini etkilemiş olduğunu varsayabiliriz. Nihayet cennet ve cehennem inancının ilk olarak ortaya çıktığı varsayılan Mezopotamya uygarlıklarının cehennem hakkındaki tasavvurları bu kalıntılar hakkında bize bilgi vermektedir: "Toprak altında, Apsu uçurumunun ilerisinde, dönüşü olmayan ülke bulunuyordu, buraya girerken yedi kapıdan geçmek ve her birinde bir örtüsünü bırakmak lazımdı. Son kapıdan geçen artık ebediyen hapis kalırdı. İştar bile oradan çıkamamıştır. Yalnız Enkidu, özel bir izinle gelip cehennemi tasvir etti. Karanlık ülkede ruhlar karma karışık olup, toprak ve çamurla beslenirlerdi, en talihli olanların yatakları ve temiz suları vardı." Ruhların cehennemde de dünyadaki gibi, daha doğrusu insanlar gibi beslendikleri varsayılmaktadır. Yine kozmolojilerinde bu kalıntıları görmekteyiz. "Tanrılardan başka, Utukku adı verilen iyi veya kötü cinler vardı. İyi olanlar kanatlı ve insan başlı boğa şeklinde tapınak kapılarında bekçilik ederler, insanları korumak için de görünmez olarak yanlarında bulunurlardı... Kötü cinler ise bilhassa mezar bulamamış ve merasimleri yapılmamış ölülerdi. Tanrılara bile saldırdıklarından bir defasında Sin'in ışığını saklamışlardı." Cehenneme Arallu derler ve ışıksız, karanlık bir ülke olarak tasvir ederlerdi. "Arallu denilen karanlıklar ülkesinde canavarlar sürüsü ve ölümlerinde son gömülme ritüellerinden yoksun kalmış talihsiz ruhlar çirkin kuşlar biçiminde dolanıp dururlardı." Ölümünden sonra bedenden ayrılan ruh Babil mitolojisine göre "kartal ya da başka bir kuş biçimine girip göğe yükselir." Ölümden sonra (eğer kral veya kraliyet ailesinden bireyse) ölen için insan kurbanı oldukça yaygın bir gelenekti. "Ölen kimsenin yakınları, askerleri, karısı, cariyeleri, hayvanları da beraber gömülürdü." Bunun nedeni ölen kişinin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat sürdüğü ve ölen kişinin öbür dünyada da rahat etmesidir. Yine kazılarda ortaya çıkarılan mezarlar incelendiğinde, ölen kişiyle beraber, günlük eşyalarının da gömüldüğünü görüyoruz: "naaşların başuçlarına veya elleri arasına vazolar, avadanlıklar, gerdanlık, bilezik ve küpe gibi ziynet eşyaları konulmuş olduğu görülmüştür. Anlaşıldığına göre bu eşyalar, müteveffanın onları öteki dünyada kullanması için konuluyorlardı. Bu gösteriyor ki, Ön Sümerler, öldükten sonra bir nevi hayat başladığına inanıyorlardı." Mezopotamya'nın ilkel uygarlıklarında mezarlar kum içerisine açılırken daha sonraki yıllarda mezarlar tuğladan inşa edilerek üzerleri bir kümbetle kapatılmaya başlanmıştır. Ancak bu mezarların biçimi ölenin sosyal ve ekonomik konumuna göre değişebilmektedir: "Fakirler, mustatil bir kovukta tabutsuz olarak yatırılmışlardır. Yanlarında kaba keramikler vardır. Burjuva sınıfına ait cenazeler ise, pişmiş topraktan mamul beyzi bir kap içine konulmuşlardır. Yanlarında birçok eşya ve müzeyyenat vardır. Zenginlerin mezarlarına gelince, bunlar tuğlalarla örülmüş, kümbetli müstatil birer mahzen şeklindedir. Bu mahzenlerde toprak vazolar, çanak ve çömlekler, eşya ve aletler, renkli taşlardan, altın ve gümüşten mücevherler, ziynet eşyaları bulunmuştur. Mezopotamyalılar ölenin ardından yas da tutarlardı. Bu konuda Gılgamış Destanı'ndan bilgi edinebilmekteyiz. Arkadaşı Enkidu'nun ölümüne çok üzülen Gılgamış: "Gözünü yokladı (Enkidu'nun); fakat Engidu, artık gözünü açmadı. Kalbini yokladı; kalbi atmadı... duyduğu acıdan arslan gibi bir sayha kopardı. Tıpkı yavruları aşırılan dişi bir arslan gibi. O, Engidu'nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu ve ortalığı dağıttı. Güzel elbiselerini parçalayıp yerlere fırlattı..." Destanın başka bir yerinde de yasla ilgili olarak şöyle deniliyor: "Seni (Gılgamış Enkidu'nun cenazesine sesleniyor) rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni haşmetli bir yatakta rahat ettireceğim. Selamet olan bir makamda. Solumda bulunan bir makamda seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim; mesut kimselere etrafında matem tutturacağım, ve ben, senden sonra vücudumu murdar bir hale getirip, senin için kendimden geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşeceğim." Eski Mezopotamya'da ağıtçı kadınların bulunduğunu ise Gılgamış'ın şu sözlerinden anlıyoruz. "Beni dinleyin! Siz, ihtiyarlar, beni dinleyin! Ben Engidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı döküyorum." Ruhun ölümden sonra nereye gittiği konusunda ise Gılgamış Destanı'nda şunlar yazmaktadır. "Eceli ile öleni gördün mü? -Evet gördüm. Gece yatağında uyuyup su, soğuk su içiyor. Harp meydanında öleni gördün mü? -Evet gördüm. Ana ve babası onun için uğraşıyorlar. Karısı da onun için çalışıyor. Cesedi kırda bırakılmış (mezara gömülmeyen) olanı gördün mü? -Evet gördüm. Onun ruhu yeraltı aleminde uyuyor. Ruhu ile kimsenin alakadar olmadığını gördün mü? -Evet gördüm. Hayvanlara yedirilen tencere kazıntısı ve sokağa atılan yemek artıkları onun gıdasıdır." Eski Mezopotamya uygarlıklarının Anadolu uygarlıklarını etkilediği muhakkaktır. Mezopotamya uygarlıklarından, örneğin Babil mitolojisine ait birçok söylence Hititçeye de tercüme edilmişti. Ölüm, ruh ve dini anlayışlarının da Anadolu'yu etkilemediği düşünülemez. ESKİ MISIRLILARDA ÖLÜ GÖMME GELENEKLERİ ESKİ MISIR'DA ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEKLERİ Eski Mısırlılar hayatın ölümle bittiğine inanmak istemezler, insan son nefesini verdiği anda ruhunun uzun bir yolculuğa çıkıp ölüm Tanrısı Osiris ile yargıçlarının huzuruna vardığını düşünürlerdi. Onlara göre, ölen bir insanın ruhu öteki dünyaya gidiyordu. Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi. Eski Mısırlılara göre ölümden sonra ruh ağızdan bir kuş şeklinde çıkardı. Bunun için "Tanrı Anubis, elindeki aletle ölünün ağzını açar, bu sayede ölünün ruhu rahatça gidip gelirdi." Yine öteki dünyanın kapılarını da Tanrı Anubis açardı. Batıda olduğu düşünülen ölüler ülkesinin kapılarında Tanrı Amente bekler, "yeni gelenleri kapıda karşılardı." Öteki dünyayı batıda düşünen Mısırlı bu yüzden ölülere "batının halkı" da derdi. "Mısır dinine göre, insanda, biri "Ba, biri Ka adını taşıyan iki ruh vardır. Bunlardan ikincisi, insan öldükten sonra varlığını onun heykelinde sürdürür. Bu nedenle, Mısır'da, Ka tapımı ile heykel tapımı arasında sıkı bir ilişki vardır. Mısır'da mumyacılığın, aradan geçen binlerce yıla karşın canlılığını korumasının nedeni de aynı inançtır." Eski Mısır'da mumyalamanın amacı ise ölünün gövdesini sonsuza kadar yaşayacak hale getirmekti. "Ve kültün işlevi, cismani ruhla (Ba), ölümle gövdeden uçmuş olan cismani olmayan enerji öğesini (Ka), büyü yoluyla yeniden bir araya getirmekti. Bu yapıldığında ölümün ortadan kalkacağına inanılıyordu." Öbür dünyaya giden ruhun (Ba) bazı törenler sayesinde geri geleceği düşünüldüğünden ölünün uzuvları tekrar hareket kabiliyeti kazansınlar diye, mezara koymadan evvel rahip ölünün ağzını açardı. "Tasvir gerçeğe eşdeğer olduğundan, ölünün sonradan yaşamasını sağlamak için mezarının, fakat öncelikle mumyasını içerenden başka bir mezarın içine heykeli dikiliyordu. Fakat ölünün sonradan yaşaması yetmez; öbür dünyada onun mutlu olması da gerekir. Tarih öncesi zamanlardan beri mezara yiyecekler, inci gerdanlık gibi ziynetler, fildişinden oyulma tuvalet eşyası da konur. Heykelcikler kabartma olarak yerleştirilirler: Bunlar, odalık görevi yapacak olan giyimli veya çıplak kadınlar; köleler, eğer sert bir tanrı ölüden ağır, güç işler isterse onun yerini tutacak olan uşebti'lerdir. ( "Ölümden sonra ne olacağı endişesi ve hayatta angarya yükümlülüğü, sıradan Mısırlının gündelik hayatını dolduran başlıca iki tasaydı. Orta krallık döneminde sıradan bir köylünün yılının 3 ayı, firavun için çalışarak geçerdi. Cevap vermek anlamına gelen usheb fiilinden türetilmiş ushabti adıyla anılan bebekler, heykeller, Mısır kültürünün, hem ölüm endişesini, hem angarya derdini birden ifade eden unsurlardan biriydi. Ushabti'ler ölüyle birlikte gömülür, yanlarına şöyle bir dua bırakılırdı. "Ey ushabti! Eğer ölüler ülkesinde yapılması gereken ve bana tevdi edilmiş bir iş için çağrılacak olursam, tarlaların ekimiyle ekilebilir topraklarım sulanmasıyla ya da doğu kıyısından batı kıyısına taş taşınmasıyla ilgili olarak herhangi biri başıma dert açacak olursa, deki ona-Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun ... açacak olursa, deki ona -Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun adına ben cevap vereceğim.) "Sonra, yine tasvirle gerçek arasında eşdeğerliliğe dayanılarak, sandukanın içine boya ile yapılmış frizlerde ölünün sağlığında kullandığı bütün eşya gösterilir. Eski Mısır'da ölüye verilen bu önem onların özel yerlerde muhafaza edilmelerine yol açmıştır. "İnsan bedeninin düşmanlarınca sakatlanmaması gerekir. Neolitik çağdan başlayarak ölüler (torunlarını seyredebilsinler diye) yüzleri konutlara dönük olarak mezarlara yerleştirilmişlerdir, çoğu kez elleri ağızlarının yakınlarındadır, avuçlarında ve başlarının çevresinde buğday taneleri vardır." Eski Mısır toplumunun bir tarım toplumu olduğunu ve bu yüzden buğdayın da doğal olarak kutsallaştırıldığını düşünürsek, ölüye sunulan bu kutsal nesnenin ölüye verilen değeri ortaya çıkardığını daha iyi anlarız. Bizim de halen kullandığımız bir atasözümüz vardır: "Yiğit ölür adı kalır." Eski Mısırlılarda da adın büyük bir önemi vardır. "Adın tasvirden daha da büyük gücü vardır. Adını dayanıklı harflerle hakkederek ve rahiplerle yoldan gelip geçenlerden bu adı söylemeleri istenerek ölünün sonradan da yaşaması" sağlanmaya çalışılırdı. Büyük tanrı Ra'nın yeryüzüyle bağlantısını, sahip olduğu bir merdivenle sağladığını düşünen "Mısırlıların cenaze törenlerine ilişkin metinlerinde, Ra'nın sahip olduğu merdivenin Yer ile Göğü birleştiren gerçek bir merdiven olduğunu işaret etmek üzere, asket pet (asketi: yürüyüş) terimini korumuşlardır. Ölüler Kitabı -Tanrıları göreyim diye, benim için merdiven konuldu demektedir. Gene Ölüler Kitabında -Tanrılar ona, ondan yararlanarak göğe çıksın diye bir merdiven yaptılar denilmektedir. Eski ve Orta çağ hanedanları dönemine ait birçok mezarda bir merdiven veya basamaklar yer almaktaydı." Eski Mısır'da cenaze töreninin nasıl yapıldığını ise en güzel "Herodot Tarihi"nden öğreniyoruz. Bu konuda "Herodot Tarihi" şunları yazıyor: "Bir evde hatırı sayılır biri öldü mü, evin bütün kadınları başlarına, yüzlerine çamur sürerler; sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler; bütün akrabaları da onlarla beraber giderler; öbür yandan erkekler, onlar da sıvanmış olarak dövünürler. Bu törenden sonradır ki cenaze, tahnit edilmek üzere, ölücüye götürülür. Mumya yapmanın gizlisini bilen, bu işle görevli uzmanlar vardır. Kendisine bir ölü getirildiği zaman, müşteriye boyalı tahtadan gayet güzel taklit edilmiş modeller gösterir. Bunların en iyisi, diye anlatır müşteriye, adının anılmasını büyük bir günah saydığım kişiye benzeyenidir; arkasından ikinci bir model gesterir, birinci kadar iyi değildir ve daha ucuzdur, sonra bir üçüncü ve en ucuzu. Bu açıklamalardan sonra sorar, ölünün yakınlarına, hangisinden istiyorsunuz diye. Müşteri fiyatta anlaştıktan sonra gider, mumyacı, evden dışarı çıkmadan işe koyulur. En iyi mumyalama dediğimiz şudur: Önce demir bir kanca ile burun deliklerinden beyni çeker; ama hepsini alamaz, kalanını ilaçla eritir. Arkasından, keskin bir Ethiopia taşı ile ölünün böğrünü uzunlamasına keser ve içindeki her şeyi boşaltır; içini böyle temizledikten sonra hurma şarabından geçirir ve kokular püskürtür; karnına dövülmüş saf mür ve çeşitli kokular doldurur; ve diker. Sonra tabii sodyum karbonat içine daldırıp yetmiş gün onun içinde bırakmak suretiyle tuzlar. Yetmiş günden sonra çıkarır, yıkar ve baştan aşağı Mısırlıların genellikle yapıştırıcı olarak kullandıkları zamka batırılmış gayet ince tül şeritlerle sarar. Ve ölünün yakınlarına teslim eder, onlar da tam bir insan gövdesine göre yapılmış olan bir tabut hazırlatırlar ve mumyayı içine kapatırlar; kapandıktan sonra ölü odasına götürülür, ayak üstü bir duvara yaslanır." Campbell, yapılan kazıların sonucunda elde edilen bilgilere göre Eski Mısır mezarlarını şu şekilde tarif eder. "Esas gövde daima erkek-daima mezarın güney tarafında sağ tarafının üstüne yatar. Genellikle yatak üstündedir, ahşap bir yastığı vardır ve başı doğuya doğrudur, yüzü kuzeye (Mısır'a) bakar, bacakları dizlerinden hafif bükülmüştür. Sağ eli çenesinin altında ve sol eli, uykuda gibi sağ dirseğinin üstünde veya yanındadır. Yanında ve çevresinde her zamanki silahları ve kişisel eşyaları, bazı tuvalet malzemesi ve bronz aletler, devekuşu tüyünden yelpaze, bir çift ham deriden sandal vardır. Bütün gövde deriyle, genellikle öküz derisiyle örtülüdür; yatağın bacakları da boğa bacakları biçimindedir. Gövdeye keten elbise giydirilmiştir. Yanına ve duvarlar boyunca sayısız büyük kap kacak yerleştirilmiştir." Eski Mısırlılar ölenin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat süreceğine inanırlardı. Bunun sonucu olarak gerçek hayatta olduğu gibi beslenmesini sağlayacak yiyecekler mezara konduğu gibi, orada da ona hizmet edecek kişiler kurban edilirdi. "Özellikle kadın kurbanı, eşin kurban edilmesi ve bazı zengin mezarlarında hizmetkarlarla birlikte tüm haremin kurban edilmesi söz konusudur." "Mezarlarda ayrıca sayısız koç kalıntısı vardır. Ve esas gövdenin daima sükun içinde olmasına karşın ötekilerin yatırılış biçimlerinde kural yoktur. Çoğunluğu sağa dönük, başları doğu tarafındadır, fakat esas gövdenin hafif kıvrılmış duruşundan ikiye katlanmaya varana kadar nerdeyse olanaklı her biçim görülmektedir. Eller genellikle yüzün üstünde veya boğazdadır." Sonuç olarak Mısırlılar derin bir ölmezlik umuduna sahiptiler. Bu umut Eski Mısır diniyle, ilişki kurmuş bulunan öteki dinlere de geçmiştir. Nitekim bu, Yahudilik yoluyla yeni yeni başlamakta olan Hıristiyanlığa da geçmiş ve bu dinlerin egemenlik kurduğu milletlerin kültürünü de etkilemiştir. ESKİ TUNÇ ÇAĞI ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Küp mezarlar : Mezar tiplarinde ise Anadolu'da Erken Tunç Çağı halkının çoğunlukla küpleri tercih ettiğini anlamaktayız. Cesetler bu dönemde pithoslara gömülmüştür , bu da daha kalıcı ve orda yaşayan halkın barınma özelliklerine bağlı , nitelikli olarak pithoslara gömüldüğü düşünülmektedir. Ölü hediyeleri arasında günlük kapların yanı sıra ,özel törenler için kaplarda konulmuş. Cesetler küp içine hoker tarzda yerleştirilmiş ve ölü hediyesi bırakılmış. Küplerin genelde ağız'ı doğuya gelecek şekilde dipleri ise batıta bakar şekilde toprak içerisine hafif yatık biçimde gömülmüşlerdir. Küplerin ağzı plaka veya daha küçük taşlar ile kapatılmıştır. Bunun amacı mezar soygunlarını önlemek ve ölülerin içeriden çıkıp dünyaya dönmesini engellemek düşüncesi ile konulmuş olabilir. Küpler içinde özellikle bir kısmında ,birden fazla ölü gömülmesi, küplerin yerinin önüne konulan ve yüzeyden görülebilecek taş veya bir toprak yığını ile yerinin belirlendiği düşünülmektedir. Bazen bir pithos'da 6 adet iskelete bile rastlanılmıştır. Oda mezarlar : Küp mezarlar yanında sandık mezarlarda kullanılmıştır. 30 ayrı merkezde sandık mezar geleneğine rastlanılmıştır. genel olarak Taş sandık mezarlar plaka taşlardan yapılmış ve üzeri düz sal taşları ile kapatılmıştır. Taş sandık mezarların benzerlerine bazen kerpiçten yapılmış şekliyle rastlanılmıştır. Taş sandık mezarlara genelde tek gömü yapılmıştır ancak ikili veya üçlü gömülerede rastlanılmaktadır. Oda mezarlar genelde yaygın olmasada 9 ayrı merkezde tespit edilmiştir. Taştan örülen duvarların üstü ahşap ile örtülmüştür. En önemli olanı Alacahöyük'tür. Ölü gömme törenleri ile ilişkili olarak Alacahöyük Oda mezarları bize çok iyi bilgi vermektedir. Alacahöyük'te ölü gömme geleneği il ilgili bir tören düzenlendiği ve bıurada bir kurban törenin yapıldığı anlaşılmaktadır. Kurban edilen hayvanın eti dışarıda yenilmiş ve kalan kafatasları ve sırt kemikleri belli bir düzende mezara yerleştirilmiştir. Ölü gömme geleneğinde , yemek ile ilgili Girnevaz'da da ele geçen kapların içindeki yemek atıklarından yola çıkılarak burada da bir ölü yemeğinden söz edilmektedir. Burada da kurban töreninden sonra bir takım yiyeceklerin mezara bırakıldığı anlaşılmaktadır. Erken Tunç Çağı ölü gömme törenleri hakkında daha sonraki dönemlere ait olan Hitit metinlerinden daha detaylı olarak ip uçları vermektedir. Hitit dönemindeki bazı textlerde , ölü için yapılan bir takım kurban törenlerinden bahsedilmektedir. Bir metinde ekmeklerin bir altar üzerinde pişirildiği ve koyun kurban edildiği anlatılmaktadır. Birbaşka metinde fırında kurban edilip pişirilen kurbandan bahsedilmektedir. Boğazköy'den çıkartılan bir Hurrice metinde Salaşu ritüelinde bir kurban çukuruna bağlı bir dinsel anlatım söz konusudur. Ayrıca tanrı Nerik'i sakinleştirmek için kurban törenlerine ait kurban çukurlarından bahsedilmektedir. Hattuşa'daki bir ritüel tasvirinde 9 adet kurban çukurundan bahsedilmektedir. Kuş , Koyun , ekmek , küçük heykelcikler bırakıldığı anlatılmıştır. Bir başka metinde Katapa şeklinde söylenen bir kült yerinde kral ve kraliçenin yaşamını sürdürmesi için bir çukur açıldığı anlatılmış. ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Şamanist Türkler ölümün kötü ruhlardan kaynaklandığına inanırlar. Altay Türklerine göre, yeraltı dünyasının Tanrısı Erlik yeryüzüne gönderdiği görevlileri aracılığıyla insanların ruhlarını alarak hayatlarına son verirdi. Yakutlara göre ise ölüm, ruhun kötü ruhlar tarafından kapılıp yenmesidir. Bu ruhlar ise daha önce ölen atalarının serserice yeryüzünde dolaşan ruhlarıdır. Altaylılar üzüt, Yakutlar ise iör derler. Kazan Müslümanları ise buna ürek derler." "Eski Türkler can ve ruh mefhumunu genel olarak tın (yani nefes) kelimesiyle ifade etmişlerdir." Ancak genel olarak "insanın ölürken canının bir kuş gibi uçup gittiği varsayılır: Orhun Kitabeleri'nde ölmek; uçmak, uçup gitmek olarak anlatılmıştır. Herhangi birinin ölümünden söz ederken ölmek kelimesi yerine kuşu uçtu ifadesi kullanılırmış." Eski Türkler, ölen kişinin ruhunun, şaman tarafından özel bir merasimle yeraltı dünyasına götürülünceye kadar evde dolaştığına inanırlar; çünkü onlara göre ölü çevresinde olup bitenden haberdardır. Bu yüzden akrabalarına zarar verebileceği düşünülen ölü, merasimlerde etkisiz hale getirilmelidir. Türklerin ölülerini nasıl gömdüklerine gelince en sağlıklı ve eski bilgileri Çin kaynaklarından edinebilmekteyiz: "Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında aşağı yukarı aynı devirlerde çeşitli gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme." Gök Türkler "ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası, atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip""kanlı gözyaşı dökerler" "Bu töreni yedi defa tekrar ederler."Sonra belli bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyasını kendisiyle beraber ateşte yakarlar; külünü belli bir günde mezara gömerler. "İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçeklerin açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar." Mezar üzerinde kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşların tasvirini yaparlar. Türklerde bulunan bu balbal geleneğine uygun olarak "ölü" ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş korlar" "İnanışa göre, bir adamın öldürdüğü kimse veya kimseler, cennette öldürenin hizmetçileri olacaklardır""Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki, bu da Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi" Bu atların ve kurban edilen koyunların kafaları ise kazıklara asılırdı. Oğuzların defin törenleri de Gök Türklerin defin törenlerinden farklı değildi. "IX. yüzyıl Oğuz boylarının defin töreni Gök Türklerin defin törenlerinden farksız olduğu İbn Fadlan'ın verdiği malumattan anlaşılmaktadır. Oğuzların defin törenlerini İbn Fadlan şöyle tasvir ediyor: Onlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya korlar; iyileşince yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve /çukura/ doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Atlarından, servetine göre, yüz yahut iki yüz, yahut bir baş at keserler, etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu sırıklara asıp - bu onun atıdır. Bununla cennete gider derler. Bu ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar; ve mezarın üzerine korlar. Derler ki - bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler." Oğuzlar dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlardı; çünkü "bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur."Bu yüzden Oğuzlar ölülerini yıkamazlardı. Altaylı Türkler ise cenaze törenlerini şu şekilde yaparlardı: "Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı müddetçe kocası için ağlamak mecburiyetindedir. Defin işi gizlice ve hiçbir merasim yapılmadan icra edilir. Altaylılar ölülerini umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerler. Ölü tam giyinmiş vaziyette mezara konur ve yanına, yol için bir torba yiyecek de yerleştirilir. Zenginler birlikte binek atı da gömerlermiş. Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmek suretiyle defni adeti Altay'da ancak bazı yerlerde tatbik edilirmiş, ben buna ancak Soyonlar arasında rastladım. Ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak ziyafet tertip ederler. Geri kalanlar, ziyafetten sonra yurdu şamanlara temizlettirerek başka bir yere naklederler. Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar." "Hakaslar ölülerini tarlalardan uzak olan tepelere gömerler. Çukuru derin kazmazlar. Kabirin kazılma işine defin gününün sabahı başlanır. Mezarın etrafına parmaklık veya duvar konulmaz, aksi halde ölünün ruhunun her yıl haraç ödemek zorunda kalacağına ve dua ve yemek almaya çıkamayacağına inanılır. Cenaze evden gün batıya döndüğünde çıkarılırdı. XIX. yüzyılın başında Hakaslar çadırlarda yaşadıklarından bunun için çadırın duvarı yıkılırdı. XIX. yüzyılın sonunda ise kerpiç evlere geçildiğinden cenaze ayakları önde olacak şekilde evden çıkarılırdı. Cenaze evinin önünde huraylaası töreni yapılırdı. Bu törenle ölünün bir başkasının ruhunu da “özellikle çocukların” yanında götürmesine engel olunduğuna inanılırdı. Bu törende dul bir kadın siyah ineğin sütünü ağaç kaba döküp beyaz bezle örterek Huray! Huray! diyerek cesedin etrafında üç kez dolanırdı. Daha sonra ise süt, ölenin yakınlarına içirilirdi. Mezara toprak doldurulmaya başlandığında kadınlar evlerine dönerlerdi. Hakasların bazı boyları ise yalnızca kamlara uygulanmak üzere ayrı bir yöntem uygularlardı. Taysa bölgesinde yapılan bu adete göre ağaçların üzerine tastab denilen bir raf yapılır tabutun üstüne veya içine kayın ağacının kabuğuna sarılmış ceset konurdu. Buna yükseğe çıkma parhan derlerdi. Hakaslar ölülerinin arkasından yılda altı kez yemek verirlerdi ve kirek dedikleri duaları okurlardı. Ölenlerin ardından üçüncü, yedinci, yirminci, kırkıncı günleri ile yarı yıl ve birinci yılında yemek verir, dua okurlardı. Kirek günlerinin tespitinde Hakaslar kutsal saydıkları Flaman kuşunun eşi öldüğünde eşine bu günlerde geri geldiğine inanarak tespit etmişlerdir. Bir yıl dolduğunda kirek bitiyordu. Seneyi devriyesinden bir gün önce tüm akrabalar ölenin evinde toplanır ve ölen için yemek yaparlardı. Sabah ise hepsi mezara gidip ateş yakarak mezarın çevresinde büyülü dolanma -ibirig- yaparlardı. Dul kadın veya erkek yanan sopayla mezara vurur ve bu işlemden sonra ölünün bir daha yemek istemeyeceğine inanırlardı. Kirek günlerinde evdeki dua bittiğinde kara ruhu evden kovmak gerekirdi. Aksi halde kara ruh evde olanlara mutsuzluk getirirdi. Bunun için bir at kafatası, dört at bacağı, dokuz adet kuşburnu dalı, dokuz parça kuşüzümü ağacı dalı, dokuz siyah taş, üç akdiken dalı ve orak demiri hazırlanırdı. Akşam kapıya siyah at bağlanırdı. Hazırlanan karışım yakılır ve şaman kara ruhu aramaya başlardı. Kirek'e katılanlar ateşin etrafında yavaş yavaş dönmeye başlarlardı. Ateş onları haras'dan koruyordu. Şaman kara ruhu bulduğunda ölenin sesini çıkararak yalvarmaya başlardı. Şaman kara ruhu kara ata bindirerek köyden kovarlardı." Hunlular ölülerini tabut içine koyarak, bu tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterlerdi. Gelecek hayatta da kendisine hizmet etmesi için yüzlerce kişi kurban edilerek ölüyle beraber gömülürdü. Eski zamanlarda Uygurlar ölüyü yakarak gömerlerdi: "O çağlarda cesedi gömerken yeni elbise giydirilip kazılan mezarın içine sedir yapılıp, sedir üzerine kamıştan yapılmış hasır serilip, üstüne ceset konurmuş. Cesedi gömmeden önce büyük törenler düzenlenirmiş. Mezarın yanına ölen kişinin öz geçmişini anlatan, oyularak yazılan abide taş dikilirmiş. Kağan ölürse eşiyle birlikte gömülürmüş. Cesedin konulduğu çadırın etrafında yedi defa dolaşılır, bıçak ile alınlarını çizip kan akıtarak ağlarlarmış." Yine Uygurların cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz. "Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang'dan yola çıkıp 519 yılında Odun'a (Hotan) gelmişler. Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)'daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü. Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır." "Katanov tarafından toplanan malumata göre Beltir'ler ölüyü Müslümanlar gibi yıkarlar. Erkekleri erkek ihtiyarlar, kadınları kadınlar yıkarlar. Ölüyü ateşin yanına korlar. Erkek ölü kapının sol (güney) tarafına, kadın ölü sağ (kuzey) tarafına konularak yıkanır. Yıkandıktan sonra ölüye elbiselerini giydirirler ve beyaz keçe üzerine yatırıp bir köşeye korlar. 30-40 kişi toplanıp tabut yaparlar. Tabut hazır olduktan sonra bir tarafa atarak - Tanrı bundan sonra bu gibi işleri bize rast getirmesin derler. Ölü tabuta konduktan sonra evde bir gün kalır. Ölüyü çıkarırken ayakları önde bulunur. Ölüyü çıkarırken bir koca karı eline bir kap süt alır at üzerine konulmuş ölüyü üç defa dolaştıktan sonra - kutumuz gitmesin, kuruy! diyerek bağırır, ölüye karşı süt serper. Ölü mezara konulduktan sonra atın dizginini ölünün eline vererek - atını al! derler, atı o yerde öldürürler. Eğer takımları ile beraber gömerler. Ölünün elbisesinden düğmelerini söküp ailesine verirler. Buna kumarkı denir. Ölü ile gömülen eşyayı kırarlar. O dünya bu dünyanın aksine olurmuş. Kırılmazsa o dünyada ölüye kırık olarak verilecekmiş. Mezardan dönenler hep beraber ölünün çıktığı eve gelirler. İyice yıkandıktan sonra yemek yerler ve rakı içerler. En yakın dostlarından ve akrabalarından bazı kimseler bu evde üç gün misafir olurlar; geceleri kimse uyumaz. Her yemekten önce ateşe rakı ve yemek atarlar. Gömme töreninden yedi gün geçtikten sonra köy (yahut oba) halkının getirdiği rakıdan bir yudum ve yemeklerden bir parça toplayıp ateşe yakarlar." "Orta Asya'da, Hunlar'ın ve Kök Türkler'in egemenliği devirlerinde, daha iptidai basamaklarda bulunan boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asarlardı. Bu uluslar arasında Moğollar'dan Hıtay (Kidan)'lar, Şveyler, Türkler'den Dubo (Tuba)'lar vardı. Bu adet Yakutlar'da XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bazı haberlere göre Kırgızlar'da bu adet vardı. Müslümanlıktan sonra Kırgızlar bu adeti bırakmışlardır. Bununla beraber Kırgızlar'da bu adetin hatırası olarak defin törenine süyök kötürü derler ki, harfiyen kemik kaldırma demektir." Kao-Çe'ler ise "ölülerini kazılmış bir mezara götürerek, cesedi bunun ortasına yerleştirirler, hayatta olduğu gibi yayını eline, kılıcını beline, mızrağını kol mafsalına yerleştirdikten sonra mezara gömerler. Bir kimse yıldırımdan veya bulaşıcı bir hastalıktan ölürse, uğursuzluğu gidermek için dua ederler. İşler yolunda gittiği takdirde türlü cinsten birçok hayvan keserek kemiklerini yakar ve at üzerinde mezkûr yerin etrafında dönerler. Bu gibi toplantılarda erkek ve kadın hiçbir yaş farkı gözetilmeksizin hazır bulunur. Talihsizliğe uğramamış aileler şarkı söyler, raks eder ve muhtelif musiki aletleri çalarlar, fakat bedbaht aileler acı acı ağlarlar. Eski Türklerde "ölünün mezarına, et, süt gibi yiyecekler, silahı ile ölünün atı binilmeye hazır halde mezara gömülürmüş. Mezarın başında bir at kurban edilip eti yendikten sonra ise ölenin evi ve arabası tahrip edilirmiş."Bütün bunlar ölenin ruhunun gideceği dünyada; yoksul, silahsız, yalnız ve güçsüz kalmasını önleyerek geri dünyaya gelip yaşayanları rahatsız etmemesini sağlamaktır. Ruhun yaşamaya devam ettiğine inanan Türkler, destanlarında da bu konuyu işlemişlerdir. Ölüm töreniyle ilgili Manas Destanı'nda Manas'ın defin işlemi şöyle anlatılıyor: "Diyorlar ki Manas'ın sineğe benzer canı çıktı, Gerçek evine gitti. Diyorlar ki ak saray yapıp içine koydular. Gök saray yapıp içine koydular. Diyorlar ki dokuz gün yattı beklettiler. Doksan kısrak kestiler. Diyorlar ki altı gün yine beklettiler. Altmış kısrak kestiler. Diyorlar ki altın işlemeli giyimlerini Dokuz parçaya ayırıp halka üleştiler. Çam ağacından kalın tabut yaptırıp, Diyorlar ki, iç yüzünü gümüşle kapladılar. Dış yüzünü altınla kapladılar. Manas'ı böyle bir tabuta koydular. Diyorlar ki altından kan sızmasın diye Üstünden güneşin sıcağı geçmesin diye Tabutu saray içine yerleştirdiler." Eski Türklerde ayrıca mezarlara bayrak asma geleneği vardır. "Bu gelenek, Anadolu'da da görülmüştür. Özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında. Mezarlara bazı Türkler bayrak veya bez asmışlar; daha eski proto- Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Bazıları da, yalnızca ölü veya yas evine asmışlar." Eski Türkler ölülerine "aş vermeyi" en önemli görev sayar ve yoğ töreni dedikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. İslamiyetin Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören "sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere fakirlere yemek, helva vermek" şeklini almıştır. "Ölü aşı töreninin en ilkel şekli Tayga ormanlarında kalmış olan şamanist boylarda müşahade edilmiştir. Bunlar arasında öyle koca karılar vardı ki koyunlarına yahut çocuklarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp kocasının mezarına koyarlar ve -ye, iç! bize dokunma! hain seni! hâlâ doymadın! diye bağırırlar. Demek oluyor ki iptidai devirlerde aş-yemek doğrudan doğruya ölüye sunulmuş kurbanlardır ki bununla onların zararlarından kurtulmak istenirdi. Beltirler'de birinci ölü aşı defnin üçüncü günü verilir. Çadırın güney tarafına masa üzerine sofra kurulur. Bu aşa fazla kalabalık toplanmaz. Hazırlanan yemek ve içkilerin yarısını ölünün ruhu için ateş ruhuna kurban ederler (ateşte yakarlar). Definin yedinci günü bütün oba halkı, kadın ve erkek hepsi toplanıp mezarlığa gelirler. Mezarın sağ tarafına büyük bir ateş yakıp getirdikleri yemeklerden ve içkilerden ateşe atarlar. Sonra herkes mezarın üzerine kadehlerle rakı koyarak ve yemek atarak - bu rakıyı iç! bu yemeği ye! Bunlar sana yukarıdan tayin edilmiş yemek ve içkilerdir, derler. Bu töreni yaptıktan sonra kendileri içmeğe ve yemeğe başlarlar. Yeme içme tamam olduktan sonra, mezar üzerindeki rakı ve yemekleri ateşe atarlar. Tören böylece tamam olur. Yedigün kadar ölünün evinden hiçbir şey dışarı çıkarılmaz. Definin yirminci günü evde yine aş verilir. Ziyafetten sonra ateşe rakı dökülür ve yemek atılır. Kırkıncı günü mezarlığa gidip yedinci günü yaptıkları töreni tekrar yaparlar. Altı ay sonra yine böyle tören yapılır. En büyük aş töreni ölümünün yıldönümü münasebetiyle yapılır. Bütün akraba ve dostlar toplanıp mezara gelir, mezar üzerine yemek ve içkiler kor, kendileri de yiyip içerler. Ölünün kocası, yahut karısı mezarı üç defa, güneşin seyri yönüne göre, dolaşır ve -ben seni bırakıyorum der. Bundan sonra dul kadın veya erkek evlenebilir. "Anlaşılıyor ki aş törenini en eski devirlerden beri din ayrılıklarına bakmadan bütün Türk ulusları devam ettirmişlerdir. Bu törenin en iptidai şekli ormanlı bazı Altay oymaklarında görüldüğü gibi doğrudan doğruya ölünün kendisine aş-yemek vermek olmuştur. Sonraları ölünün ruhuna ateş tanrısı vasıtasıyla göndermek, kurban sunmak, daha sonraları ölünün ruhunun da iştirak ettiği tasavvur edilen ziyafetler tertip ederek kurbanlar kesmek şeklini almıştır. Bu ziyafetler ulusun ve boyların kültür seviyeleri ve servetleriyle mütenasip olarak gelişmiş, çok zengin boylarda muhteşem bayram şeklini almıştır. Göktürklerin hakan ve büyük kahramanlarının yoğ-aş törenine bütün imparatorluktaki ulusların iştirak ettiklerini Orhon yazıtlarından öğreniyoruz. Kuzey ülkelerinde Kıtay'lar, Tatabi'ler, güneyden Tibet'liler, batıdan Sogd'lılar, Fars'lar, Buhara’lılar, Türgiş'ler, doğudan Çin'liler, bu yog töreninde bulunmuşlardır. Aş-yog töreni umumiyetle ölünün birinci yıl dönümüne rastlayan yaz aylarında yapılır. Kül Tegin'in ve Bilge Hakan'ın aş törenleri de yaz aylarında yapılmıştır. İbn Fadlan'ın verdiği malumata göre, Oğuzlar ölü aşı için yüzden ikiyüz başa kadar at keserlerdi. Bundan da anlaşılıyor ki Oğuz aş törenine de çok kalabalık toplanmış olacaktır. Oğuzlar Anadolu'ya geldikten sonra dahi eski usul aş törenini unutmamışlardır. Oğuz kahramanları ölürken - ak boz atımı boğazlayıp aşım veriniz diye vasiyet ediyorlardı." Eski Türklerin yas tutup tutmadıklarına gelince "Eski Türklerin en başta Orta Asya uluslarının yas tutma adetlerine dair Çin kaynaklarında bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre, yas tutanlar bağıra çağıra ağlarlar, yüzlerini parçalarlar, keserlerdi." Bunlara "sağıtçılar (Ağlayıcılar)" denirdi. "Orhon yazıtlarında Kül Tegin ve Bilge Hakan'a yapılan matem törenlerinin tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Gök Türkler yas tutarken saçlarını, kulaklarını... keserler, feryat ederek ağlarlardı. Kül Tegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: Çok yaşlandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım. Bilge Hakan'ın oğlu, babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: ...bunca kavim saçlarını ve kulaklarını biçtiler. Eski Oğuzların yas adetleri Dede Korkut hikâyelerinde çok tafsilatlı tasvir edilmiştir. Beyrek'in babası kaba sarığını kaldırıp yere vurdu. Çekti, yakasını yırttı. Oğul, oğul diyerek ağladı, inledi. Ak perçemli anası ağladı, gözünün yaşını döktü, acı tırnaklarıyla ak yüzünü parçaladı, al yanağını çekti, yırttı; sim siyah saçını yoldu. Kızı, gelini kas kas gülmez oldu. Kızıl kına ak ellerine yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydiler... Beyrek'in nişanlısı kara giydi, ak çıkardı. Bunu işitip Kayan Selçük oğlu Deli Dundar ak çıkardı, kara giydi, yar ve yoldaşları akı çıkarıp kara giydiler. Kalabalık Oğuz Beyleri Beyrek için büyük yas tuttular. Yaslı çadırın üzerine bayrak asmak Oğuzlarda adetti. Dede Korkut hikâyelerinden Beyböyrek hikâyesinde -karalu, göklü otağ zikredilmektedir. Her halde yaslı çadır üzerine kara ve gök bayrak asarlardı. Altay dağlarında yaşayan Kazakların yas alametleri geçmişte beyaz başörtüsü olduğu tespit edilmiştir. Umumiyetle Kırgız-Kazaklarda yas tutma töreni ve adetleri eski Gök Türk ve Oğuzlar'da olduğu gibidir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Kadınların yüzlerini tırnaklarıyla yırttıkları, saçlarını yola yola ağladıklarını, yakalarını param parça ettiklerini biz kendimiz müşahade ettik. Kazaklarda yas adetine yalnız ölü çıkan aile değil bütün soydaşlar (en az yüz aileden ibaret oymak efradı) riayet ederler. Yas bir yıl devam eder. Yas alameti olarak saç kesme adeti şamanist Sagaylarda tespit edilmiştir. Sagaylar defin törenini tamamlayıp ölenin evine döndükten sonra karısının saç örgüsünü yarısından keserler. Manas destanında bir hakan kadınlarını boşadıktan sonra saçlarını kestirerek dışarı atıyor, bu kadınlar muhafızlar tarafından yağma ediliyorlar. Herhalde saç kesme dul olma alameti sayılmış olsa gerektir." Türklerin yas geleneklerinden biri de elbiseleri ters giyinmedir. "Altay dağlarında yaşayan Kuznitsk şamanist Türk göçebelerinin kadınları yas tutarken elbiselerini yedi gün ters giyerler. Kırım sultanlarından meşhur Adil Sultan destanında anası Dana Bigim ağıt söylerken elbisesini ters giyip ağladığı söylenmektedir." FRIGLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ FRİGLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Frig beyleri ölülerini ya kayalara oyulmuş mezarlara ya da tümülüslere gömerlerdi. Kaya mezarlarının çoğu soyulmuş oldukları için mimari dışında fazla bilgi vermezler. Buna karşın tümülüsler, yani yığma mezar tipleri Frig ölü gömme geleneğini öğrenmemizde önemli rol oynarlar. MÖ 8. yüzyıl başlarından MÖ 6. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldıkları sanılan tümülüslerin büyük bölümü Gordion'dadır. Bu yığma toprak mezarları kentin sırtlarında yer alır ve sayısı 100'e yaklaşır. Bu türde ölü gömme tekniği gelişmiş olarak birden ortaya çıkar. Bu durum tümülüs mezarlarının Frigya'ya dışarıdan gelmiş olduğuna işaret eder. Gerçekten de Arnavutluk ve Makedonya'da soylu kişileri gömmek amacıyla tümülüs mezarların MÖ 1800-1500'den itibaren kullanıldığı bilinmektedir. Frigya tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap yapısı çok ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerine uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de, Yunanistan'dan gelen etkilerle yakılmaya başlamıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılmasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülmüştür. Toprak yığınının ahşap mezar odasına yapacağı baskıyı en aza indirmek için mezar şu şekilde yapılırdı: Ahşap mezar odasının üstü moloz taşlarla kaplanmış, bunun üzerine kalitesi ve direnci fazla olan, sulandırılarak bulamaç haline getirilmiş kil serilmiş , sonra da kuru kilden tepe yığılmıştı. Toprak kümesi, altındaki nemli kilin iyice kurumasından sonra yığılmış olmalıdır; çünkü ıslak kil kuruyunca mukavemeti artıyordu. Tümülüslerin yüksekliği gömülen kişinin önemine göre 2-3 ile 60-70 metre arasında değişmektedir. Frig tümülüslerini, Lidya ve Yunan mezarlarından ayıran; mezar odaları yapımında taş yerine tahta kullanılması, yığma tepe toprağının çevreye yayılmasını önlemeye yarayan krepis duvarı ve mezar odasınına geçit veren dromos kullanılmamasıdır. Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük boy tümülüslerde ortada, alçak tümülüslerde ise mezar soyguncularına karşı alınan önlemle merkezden uzak yerlerde olurdu. Soylular için kentlerin dışında görkemli yığma mezarlar yapılırken, geniş halk kitleleri için gösterişsiz mezarlar kullanılmıştır. Pazarlı halkı, ölülerini kalenin içindeki basit mezarlara, sırt üstü yatırarak gömmüşlerdi. Boğazköy halkı ölülerini yakıp, küllerini küpler içine koyarak gömmüşlerdi. Ayrıca Boğazköy'de çocuk mezarı olarak kullanılan bir vazo bulunmuştur. Bu Boğazköy ve Pazarlı'daki ölü külleriyle iskeletlerin tümü geç Frig dönemine aittir ve sürekli kent içine gömülmüşlerdir. Ancak Ankara'da yakılmış ölülerin küpler içinde gömüldüğü kent dışı mezarlar da bulunmuştur. Bu Ankara'da bugünkü Hacıbayram Camisi çevresindeki Frig kentinde yaşayan farklı halk sınıflarının varlığını gösterir. HRISTİYANLIKTA ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Hristiyanlıkta Ölü Gömme İncil'e göre ilk insan, Adem ve Havva cennette yaşarken ölümsüzdüler; ancak şeytanın kandırması sonucu ilk günahı işlediler ve cennetten kovuldular: "Bunun için, nasıl günah bir adam vasıtası ile dünyaya girdiyse, böylece ölüm de bütün insanlara geçti, çünkü hepsi günah işlediler." "Zira günahın ücreti ölümdür." Buna karşılık, Hıristiyanlık, daha baştan öteki dünyadaki yaşama dayalıdır. İncillerde ebedi hayata kavuşmanın formüllerinden sık sık söz edilir. Örneğin Yuhanna İncili'nin 3. babında "Baba oğulu sever ve her şeyi onun eline vermiştir. Oğula iman edenin ebedi hayatı olur" demekte ve ebedi hayatın İsa'yı sevmekten ve onu dinlemekten geçtiğini söylemektedir. Hıristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde, önce papaz ve ardından da vaftiz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler. Ölü kefene sarılmadan önce usullere uygun bir şekilde yıkanmalıdır. Ölen, bir diyakon ya da papaz ise, onu papazlar yıkarlar. Ölünün vücudu kefenlendikten sonra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır. İlahilerden biri "üyelerimizden birinin aramızdan ayrılışıyla" diye başlarken, bir diğeri "Ey havarilerin lordu -efendisi- onlar senin yüce merhametine güvenerek öldüler: Ve yine senin merhametin ve şefkatinle günahlarından arınacaklar..." bir başkası, "En sonunda gelerek ölene yeniden can verecek olan Yüce Kurtarıcımız, Kutsal İsa..." diye başlar. Mezar hazırlandıktan sonra, onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra herkes ölü evine gidip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler. İkinci gün, ölü için yeniden bir tören yapılır ve ölünün akrabaları, kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler. Üçüncü gün de papaz sabah saat dörtte Qurbana yapmadan önce, yanında ölüye çok yakın bir kadın olmak üzere mezarlığa gider ve ölen kişinin mezarını tütsüler. Bu, tıpkı kadınların İsa'nın mezarını ziyaret etmesine benzer. Herkes, ölünün sevdiklerinin mezarları üzerine de ateş yakar. Bu Paskalya Gecesi İbadeti'nin bir parçası olarak yerine getirilen, anlamlı bir adettir. Yasta olan kişiye "Tanrı size ve ölünüze huzur versin ve ölünüzün yüzü Tanrı'nın nuru ile aydınlansın..." diye teselli verilirken, mezarlar üzerine ışıklar yakılması ile amaçlanan ölünün ruhunu aydınlatmak, böylece ona huzur vermektir. Bazı yörelerde mezarlara yiyecek de konur ve bunun yapıldığı yerlerde, yiyecekleri ve lambaları koyabilmesi için, mezarların kenarına küçük hücreler yapılır. Bu adet, Büyük Perhiz'den bir önceki perşembe günü yerine getirilir ki, bu büyük gün "Tüm Ruhların Günü"dür. HİTİTLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ HİTİTLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Hitit devrinde Anadolu halkı genelde ölülerini gömmekteydi. I. Hattuşili vasiyetinde şöyle yazmaktadır: "Cesedimi yıka, gerektiği gibi. Beni göğsüne bastır ve göğsünde tutarak beni toprağa göm…" Ancak imparatorluk döneminde Hitit kral ve kraliçelerinin öldüklerinde yakıldıklarına dair metinler de bulunmaktadır. Arkeolojik veriler Orta ve Güneydoğu Anadolu’da erken Tunç çağından başlayarak ölü gömme ve ölü yakmanın birlikte varolduğunu göstermektedir. Eldeki metinler Hititlerin ölüleri yakma törenleriyle Homeros’un aktardığı Troyalı Hektor'un cenaze töreni arasında büyük benzerlikler ortaya koymaktadır. O. R. Gurney’in saptadığı bu benzerlikler şöyle özetlenebilir: 1) Cenaze yakılır, 2) ateş içeceklerin dökülmesiyle söndürülür, 3) kemikler yağa bandırılır ya da yağla kaplanır, 4) kemikler keten bezi ya da iyi bir giysiyle kaplanır, 5) küller taş bir odaya yerleştirilir, 6) şölen yapılır. Törenlerin bu denli benzeşmesi Troyalılarla Hititler arasında varolmuş olan güçlü bir kültürel bağa işaret etmektedir. HİTİTLERDE ÖLÜLER KÜLTÜ İnsanların fiziksel beden ve ruhtan oluştuğu düşüncesi büyük olasılıkla Hititler’de de vardı ve ruhun ölümden sonra da varolduğu ve yeraltına gittiği düşünülmekteydi. Hatta burada ölüye annesinin yol gösterdiği de düşünülmekteydi. Muwatalli’den sonraki tabletlerde de ölüm gününün “anne günü” diye anılması bu ilişkiyi göstermektedir. Ruhlar insanlara ancak rüyalar vasıtası ile gözükmekteydi. Bunu dışında da ruhların ziyareti olasıydı. Özellikle kendilerine kurban sunulmayan ya da haksızlık sonucu öldüğü düşünülen kişilerin ruhları yaşayanları sık sık rahatsız etmekteydi. Tabletlerden ölülere kurban sunulduğu da anlaşılmaktadır. Ancak tabletler genelde krallardan sözettiği için bunun doğal olduğu düşünülebilir, çünkü kral öldükten sonra tanrı oluyordu ve tanrıya kurban sunmak gerekliydi. Bunun yanında halktan kişilerin de ölüye kurban sundukları bilinmektedir. Bu ölüleri yatıştırmak için olduğu gibi , Hitit ianaçlarına göre günahlar babadan oğula/kıza geçtiği için (aynı inanç Yunan mitolojisinde de vardır), günahlardan kurtulma amacıyla da olabiliyordu. “ Hititçe kelime haznesinde, şimdiye kadarki bilgimize göre ‘düşünmek’ fiilinin olmadığına da değinmek gerekecektir. Öyle anlaşılıyor kii hititlerde ‘düşünmek’ insanın bizzat kendi ruhuyla konuşması, onunla diyalog kurması şeklinde ifade edilmiştir. “ Hititlerde ölü gömme adetleri zaman içinde farklılaşmıştır. Eski İmparatorluk çağında ölüler olduğu gibgi gömülürken daha sonraları yakılma ve küplere ya da taş sandık mezarlara gömme adeti uygulanmıştır. En önemli cenaze karal ya da karaliçenin ölümü dolayısıyla yapılmaktadır. «Eğer Hattuşaş’ta büyük bir hadise olursa,yani kral ve kraliçe tanrı olursa» etiketini taşıyan ölü metinleri ele geçmiştir. Bu metinlere göre kral veya kraliçe tanrı olunca, büyükler onun için ağlamaya başlardı. Hemen bir sığır kurban edilir ve ruhu için de şarapla içki kurbanı takdim edilirdi. Aynı günü akşamında yine bir keçi kesilir ve mevta bir arabaya konularak hususi surette kurulan bir çadıra götürülürdü. Burada tekrar kanlı kurban ve içki kurbanı yapılırdı. Bundan sonra tablet kırılmıştır. Fakar başka bir metinde ertesi günü ihtiyar kadınlar kızgın bir ateşi şarapla söndürdüklerine göre, ölü geceleyin yakılmaktadır. İhtiyar kadınlar ateşten kemik bakiyelerini toplayarak bunları içleri yağla doldurulmuş çömleklerin içine koymakta ve balahere bu kapları mabedde, belki de Yazılıkaya’nın küçük galerisindeki hücrelerde muhafaza etmekte idiler. “ Bu tür törenlere büyücü anlamındaki yaşlı kadının da eşlik ettiği olmaktaydı. Ölüye sunulan eşyalar da çok zengin eşyalar olmayıp bazı süs eşyalarıydı. ORTA TUNÇ ÇAĞI ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Bu dönemde ölü gömme geleneği Erken Tunç Çağı'dan büyük bir farklılık göstermez. Yaygın mezar türleri yine basit toprak, taş sandık ve küp mezarlardır. Taş sandık mezarlar içinde, çömlek ve kompozit mezarlara rastlanılmıştır. Çoğunlukla hoker tarzda gömülmüşler ve bazı mezarlarda yarı yarıya yakılmış insan kemiklerine rastlanılmakta. Ölü hediyesi olarak miken kaplar , tunç silahlar ve takılar şeklinde görülmektedir. Taş Sandık mezar yapma geleneği İç Anadolu'da Ilıca ve Gordion'da görülmüştür Tolos mezar: Çoğunlukla dromoslu olarak yapılır. Oda mezar türünde inşa edilmelerine karşın mezarın üzeri kubbe şeklinde bir planla kapatılmıştır. Bunlar Ampul, Basit daire, daire şeklindedir. Orta Tunç Çağda Küp mezarların olduğu yerler: Alacahöyük , Karahöyük , Acemhöyük , Gordion , Boğazköy , Ferzant/Büten (Alacahöyük yakınında) , Uluçayır (Eskişehir) , Kazankaya , Köşkerbaba (Malatya'da yer alır burada O.T.Ç ait tek bir küp mezar tespit edilmiş. Ağzı bir çanak parçası ile kapatılmıştır. Hamuru açık kahverengidir , kahverengi astar , mavi ve kırmızı ile bezenmiştir. Orta Tunç Çağda basit toprak mezarların görüldüğü yerler: Alişar , Kazankaya , Alacahöyük , Gordion , Ilıca , Osmankayası , Karaoğlan , Polatlı , Boğazköy , Gedikli , Tilmenhöyük , Kazane(Şanlıurfa) ve Girnevaz'da görülür. Orta Tunç Çağda Oda mezarlar: Anadolu'da bu dönemde çok az sayıda rastlanılmıştır. Daha çok İç ve Doğu Anadolu bölgesinde görülmüştür SÜRYANİLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Ölüm vücuttaki tüm hücrelerin bir hastalık veya başka bir nedenle canlılığını kaybederek, hücrelerin özünü teşkil eden can ve ruh'un bedenden ayrılması demektir. Beden topraktan alındığı için tekrar toprağa dönecek; fakat ruh, Allah'ın nefesinden olduğu için diri kalacaktır. Bu itibarla ruh, vaftizden aldığı kutsiyeti muhafaza etmiş ise günahsız yaşamışsa cennette mutlu olacak yoksa suçlarını görmekle devamlı huzursuzluk ve ızdırap içinde kalacak ki, onun için cehennem demektir. Dirilme, insanın öldükten sonra Allah'ın kudretiyle ruhani bir beden alması ve bir melek gibi, ebedi hayatta ruhi bir varlık olmasıdır. Süryaniler, ölümü; sonsuz yaşama uzanan bir köprünün başlangıcı olarak kabul ederler. Ölüm, sonsuz yaşamın başlangıcı olduğu gibi, dünyevi acıların da bitiş noktasıdır. Geçici dünya yaşamı sırasında, İsa'ya iman edenler ve bu imanlı yaşamı sürdürenler, ölümden sonra esenlik ve güven içinde olacaklarına inanırlar. Dünya yaşamının, zorluklar, acılar, sıkıntı ve özlemlerle dolu olduğuna inanılır. İmanlı bir ölüm, yeryüzündeki yaşamın karanlık gecelerini bırakıp, sonsuz gündüzün egemen olduğu, göksel vatana girmek olarak kabul edilir. İmansız bir yaşamın sonundaki ölümün; “Tanrı'nın varlığından ve gücünün yüceliğinden uzak kalarak, sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacağına inanılır. Tanrı gazabının kâsesinde saf olarak hazırlanmış, Tanrı öfkesinin şarabından içecektir. Öylelerine, kutsal meleklerin ve kuzunun önünde ateş ve kükürtle işkence edilecektir şeklindeki cehennem azabı yanında, imanlı bir yaşamın sonunda ise cennete girileceğine inanılır. Cennette; “Tanrı'nın kendisini sevenler için hazırladıklarını, hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır.10 Süryani Ortodoks İnanç sisteminde ölüm sonrasında insanın karşılaşacağı durumlar; ölüm, dirilme, duruşma ve sonsuz ceza olarak kategorize edilir. 1-Ölüm, canın bedenden ayrılması. 2-Dirilmek, Canın, tene geri dönmesi, ikisinin birlikte hayat bulması. 3-Duruşma, Mesih'in ikinci gelişinde insanları yaptıklarına göre yargılaması. 4-Sonsuz ceza, İyilerin mutluluğa kötülerin cehennemin sonsuz azabına mahkum edilmesi. Mutluluk, azizlerin göklerde sahip olacakları sonsuz yaşamdır. Cehennem ise, suçlular ile şeytanların üzülecekleri sonsuz azap yeridir. Dirilmeden önce, iyi canlar Firdevs'e kötüler karanlığa gider. Orada son günün hükmünü beklerler. İnançlı ölenler, dirilerin sundukları kurban, namaz ve sadakalardan faydalanırlar. 11 Süryani İnanç geleneğinde, inanlıyı ölüme hazırlama, ruhun bedene karşı direncinin muhafaza edebilmesi amacıyla, kilise sırları arasında yer alan “Hasta Yağı” uygulaması yapılır. KANDİLO (HASTA YAĞI) Bu uygulama hasta olan ve öleceği tahmin edilen ağır hastalar için uygulanır. Ruhun hastalık durumu olan günah, Tanrı ile ilişkiyi bozduğu gibi beden hastalığı da hayata son verebilecek bir bunalımdır. Hıristiyanlar İsa'nın Tanrı tarafından hastalara teselli ve şifa getirmek ve onları ölüme hazırlamak üzere gönderildiğine inanırlar. Bu gizem, Tanrının sevgisiyle hastanın yanı başında olduğunu, onu terk etmediğinin işaretidir. Diğer bir deyimle, bu gizem, hastalıkta ve özellikle ölüm yaklaştıkça insanın benliğini saran yoğun yalnızlık duygusuna çare olmayı amaçlar. Bu yağ okunmuş ve takdis edilmiş yağdır. 12 Kilden yapılmış, kadehe benzeyen bir kase içine konulan hamurun içi çukurlaştırılarak zeytinyağı ile doldurulur. Hamurun üzerine beş adet mum yerleştirilir. Uygulamanın yapılacağı mekanda hazırlanan masa üzerine konan konulan kasenin sağına ve soluna da birer mum ve haç bulundurulur. Hasta diz çökmüş vaziyette masanın önüne getirilir. Kase üzerinde bulunan beş adet mum duyu organlarını sembolize eder. Her mum duası okunduktan sonra sıra ile yakılır. Önce doğu yönünde(baş) bulunan, sonra ortada (göğüs), daha sonrada sol ve sağdaki mumlar yakılır. Mumların her yakılışında üç kez “Kadişat Alaho, kadişat hayelthonö, kadişat lomoyutho, destlebt hlotfayn….”(Kutsalsın ey Allah! Kutsalsın ey güçlü! Kutsalsın ey ölmeyen! Bizim için haça gerildin! Bize merhamet eyle…) duasını takiben, “Abun dbaşmayo nethkadaş şışmoh tethe malkutoh nehve sebyonoh…”(Ey göklerdeki babamız adın kutsal olsun…) duası okunur. Hazır bulunanlardan en üst ruhani duaya başlayıp, masanın üzerine haç sembolize eder. 1. Mum yakılırken dualar okunur, sırasıyla her duada masaya haç çizilir.Hastanın alnına haç çizer ve sağ baş parmağını kasenin ortasındaki yağa batırarak hastanın alnına haç çizerek sürer.Bunu üç kez tekrarlar. 2.Mum yakılırken dualar terennüm edilir. Üç kez alna ve üç kez göğse yağ sürülür. 3.Mum yakılarak dualar tekrar edilir.Kaseden alınan yağ diz kapaklarına sürülür.Bu işleme sağ diz kapağından başlanır. Sağ dize iki, sol dize bir kez haç çizilerek uygulanır. Tekrar masa üzerine haç sembolize edilir. 4.Mum yakıldıktan sonra, alna , göğse , sağ ve sol diz kapaklarına sağ sürülür. 5.Mum yakılırken , tekrar ile dualar okunur. Alın, sağ ve sol diz kapaklarına yağ sürülür. Bu aşamada üç kez sağ elin, üç kez de sol elin dış yüzeyine haç çizilerek yağ sürülür. Akabinde üç kez sağ ve üç kez sol öz üzerine, tekrar ile buruna, ağza üçer defa, bir kez dil üzerin, iki kez sağ kulağa, bir kez de sol kulağa ve böbrekler hizasına haç çizilerek yağ sürülür. Tamamlanan bu uygulamalardan sonra, tüm vücudu ve bir kez yüz ve göğüs üzerine yağ sürülür. Ruhani(kahin rütbesinde bulunanlar) sağ elini hastanın başına koyarak dua eder. Daha sonra masada bulunan haç ve İncil yardımcıların yardımıyla hastanın başı hizasında tutularak dua edilir. ÖLÜ YOLCULAMA 1.Bölüm : Kadişat Alaho ile başlayan duayı, ruhani haç çıkararak okumaya başlar. Mezmurlardan bir bölüm okunur.(… biz günahkarlara her iki alemde de rahmet gelsin. Ya rabbi bu vefat eden, bu dünyadan göç ederek kurtuldu. Senin kutsal meleklerince en güzel ve rahat yerlere kavuşsun. Ak bir yüzle seni karşılasın…) 51. Mezmur ve “İsa Mesih bize diriliş vaat etti” ilahisi koro tarafından okunur. 25. Mezmur 1-5; “Ya Rab, bütün varlığımla sana yaklaşıyorum. Ey Tanrım sana güveniyorum, utandırma beni, düşmanlarım zafer kahkahası atmasın! Sana umut bağlayan hiç kimse utanca düşmez. Nedensiz hainlik edenler utanır. Ya Rab, yollarını bana öğret, yönlerini bildir. Bana gerçek yolunda öncülük et, eğit beni. Çünkü beni kurtaran Tanrı sensin bütün gün umudum sende” duaları okunur.Bu esnada ölenin adi anılır. “Ölüleri dirilten İsa Mesih mübarektir. Onlar dirilişte en güzel bedenlerle güzel bir şekilde dirilecektir…” başlıklı makamlı dua okunarak sonrasında Mor Yakup'a atfedilen “Tanrının oğlu bu kuluna, salihler içinde güzel bir mekan ver” duası okunur. 2. Bölüm: Bu esnada üç kez “Kadişat Alaho” duası ile bir kez “Abun dbaşmayo nethkadaş şışmoh tıthe malkutoh nehve sebyonoh”(Ey göklerdeki babamız! Adın kutsal olsun) duası okunarak ikinci bölüme başlanır. Ruhani; “İyi olan ve ölmeyen, herkesin umut kaynağı olan…” dizeleriyle başlayan duası sırasında ölen kişinin adını zikreder. 84. Mezmur 1-5: Ey her şeye egemen Rab, ne kadar severim konutunu. Canım senin avlularını özlüyor, içim çekiyor, yüreğim, bütün varlığım sana, yaşayan Tanrı'ya sevinçle haykırıyor. Kuşlar bile bir yuva, kırlangıç yavrularını koyacak bir yer buldu. Senin sunaklarının yanında. Ey her şeye egemen rab. Kralım ve Tanrım! Ne mutlu senin evinde oturanlara, seni sürekli överler! Ne mutlu gücünü senden alan insana! “Benim nefsim Allah'ı kutsal kıl. Bütün insanlara, Adem Allah'ın emirlerine karşı geldiği için ölüm hakimiyet kurdu. Ölüleri diriltene ve kabirlerinden onları diriltene izzet olsun” ilahisi okunur. Süryani cenaze törenlerinde en çok okunan “Diriltici kral, senin izzetin gökten doğar ve ölüleri diriltir. Bütün ölüler mezardan dirilip sana izzet verirler, ey ölüleri dirilten” duasıdır. Bu dua, kilisede bulunanlarca ve koro tarafından seslendirilir. Cenaze töreninin icrası sırasında ve diğer ritüellerde, ayini yöneten ruhban duaları okurken , ilahiler, koro ve diğer görevlilerce terennüm edilir. Suruçlu Mor Yakup'un “Ey Tanrının oğlu, bu kuluna Salihler arasında rahatlık ver. Sonu olmayan krallığında azizlerle beraber kıl…” duasının okunması ile ikinci bölüm sona erer. 3. Bölüm: Üç kez “Kadişat Alaho”,bir kez “Abun dbaşmayo” okunarak, ruhani “Baba, oğul ve kutsal ruha izzet olsun. Sana sığınıyorum.Senden bu ölü için merhamet diliyorum. Onu şeytanın ve görünmeyen kötü güçlerden kurtar. Ebedi hayatta, Salihlerle beraber eyle” duasını okur. 84.Mezmur:1-4: “Ya Rab, beni kurtaran Tanrı, gece gündüz sana yakarıyorum.Duam sana erişsin, kulak ver yakarışıma. Çünkü sıkıntıya doydum. Canım ölüler diyarına yaklaştı. Ölüm çukuruna inenler arasında sayılıyorum. Tükenmiş gibiyim” ayetleri okunur.Takibinde dua ve yakarışlar dillerden yükselir. Burada dua sırasında ölenin adı anılır. Mor Afrem'den “Ya Rab bize merhamet eyle. Kulunun günahlarını bağışla onu sağına al “ duası okunduktan sonra koro, Pavlos'tan alınan bir ilahiyi seslendirir. 1.Selanikliler 4:13-18 ayetleri, Yuhanna İncili 5:24-29 ayetleri okunarak, dua ve ilahiler koro halinde seslendirilir. Bu esnada ruhani, sağ elinin baş parmağını zeytin yağına batırarak “Ya Rab, bu kulunu geçici hayattan yanına aldın.Yanındaki kurtarıcı ve yardımcı melekleri gönder. Bu vücuda sürdüğümüz bu yağ ile şeytani güçler onu tutmasın, şeytanın ellerinden kaysın. Kutsallarla beraber onu nurlu ve sevinçli kutsala kavuştur. Bu ruh, seni seviçlerle yüceltti.” İfadesiyle parmağındaki yağ ile cesedin alnına göğsüne ve diz kapaklarına birer defa haç çizer. Bu uygulama tabut içindeki kefen üzerine yapılır. Bu işlemler icra edilirken “baba oğul kutsal ruh adıyla ebedi hayata” ifadesini kullanır. 51.Mezmur, Ey Tanrı, lütfet bana, sevgin uğruna, sil isyanlarımı. Sınırsız merhametin uğruna. Tümüyle yıka beni suçumdan, arıt beni günahlarımdan. Çünkü biliyorum isyanlarım, günahlarım sürekli karşımda. Sana karşı, yalnız sana karşı günah işledim. Senin gözünde kötü olanı yaptım. Öyle ki konuşurken haklı, yargılarken adil olasın. Nitekim suç içinde doğdum ben, Günah için de annem bana hamile kaldı…” Koronun, uzun süren dua ve ilahileri okumasıyla, kilisede icra edilen cenaze ayini bitirilmiş olur. Tüm bu uygulamalar yaklaşık olarak 1 saat 30 dakikayı geçen bir sürede tamamlanmış olur. Cenazenin mezarlığa götürülmek üzere kiliseden çıkarılması ve tabutun omuzlara alınmasıyla ilahiler okunmaya başlanır. Okunan ilahilerden birkaçı: “İsa Mesih'te ölenler üzülmesin. Diriliş günü yaklaştı. Cesetler bozulmadan sapasağlam mezardan kalkacaklar ve acele ile İsa Mesih!i karşılamaya çıkacaklar. Yeni ve ihtişamlı bir bedene bürüneceksiniz.Allah'ı yücelteceksiniz. Adem'in zürriyetini diriltecek olan bize merhamet eyle.” “Gerçekten ölüm çok acı ve korkutucudur. O heybetli melekler, cesedin yanına geldiklerinde, fikirler durur ve gözler yaşarır. Beden ruh için ağlar, çünkü ruh bedenden ayrılmak istemez. Merhametli olan, diriliş gününde ikisine de merhametli ol.” “İsa Mesih'e, ölüler için dua edelim. Onlar, kutsal teni ve kutsal kanı içtiler. Ölüler üzerinde, sonu olmayan alemde günahın ve karanlığın saltanatı sürmesin. Y Rab, sen bunların ruhunu aldın, çektiğin acılarla seni kabul ettiler. Çağır onları, onları sağında dirilt.” Bu ilahilerle mezarlığa varılır. Daha önceden hazırlanmış olan mezara tabut indirilir. Ruhani bir avuç toprak alarak, “Ya Rab senin iraden yerine geldi. Dediğin gibi, topraktan geldik toprağa döneceğiz” diyerek avucundaki toprağı haç sembolize ederek tabutun üzerine serper. Mezarın toprakla doldurulması sırasında ilahiler okunur. Kadişat Alaho, Abun dbeşmayo duası ile iman yasası okunur. 94. mezmur 13-16 “Kötüler için çukur kazılıncaya dek, onu sıkıntılı günlerden kurtarıp rahatlatsın. Çünkü Rab halkını ret etmez, kendi halkını terk etmez. Adalet yine doğruluk üzerine kurulacak, yüreği temiz olan herkes ona uyacak. Kötülere karşı beni kim savunacak? Kim benim için suçlulara karşı duracak” ilahisi okunur. Mezar kapatıldıktan sonra, yerden hafifçe yükseltilerek etrafına küçük taşlar dizilir. Topluluk mezarlıktan ayrılmak üzere iken, din adamı başta olmak üzere, cenaze sahipleri yan yana dizilerek taziyeleri kabul eder. ÖLÜM ÖNCESİ İNANMALAR Köpek veya kurt benzeri hayvanların gece vakti uzun uzun havlamaları veya ulumaları, baykuş sesi ölümü haber veren olaylar olarak genel kabul görür. Bununla birlikte, çocukların ev içinde aşırı derecede yaramazlık yapmaları, evdeki aynanın kırılması, kırık ayna parçasının evde bulunması, cam türünden gereçlerin yere düştüğü halde kırılmaması da ölüme işaret edeceğine inanılır. Bununla birlikte, yıldız kayması, güneş tutulması gibi doğa olaylarının da toplumca sevilen birisinin öleceğine yorulur. Rüyada; diş çektirmek, oturulan evin yıkıldığını görmek,ölmüş bir yakının görülmesi ve ölmüş olan yakının kendisinden bir şeyler istemesi, seslenmesi veya konuşulması, kömür veya kavrulmuş kahve görülmesi de, ölüm öncesi inanmalara bir örnektir. Öleceği tahmin edilen birisinin, ölmeden önce rahatlaması veya ani bir sağlık belirtisinin ortaya çıkması da, o şahsın öleceğine yorulur14 Bununla birlikte ev yakınında bulunan bir bitkinin olağanüstü büyümesi de, ev halkından birisinin öleceğine inanılır. ÖLÜM VE SONRASI Ölüm halinin vukua gelmesinden sonra, hazır bulunanlar, mevcut ulaşım araçlarını kullanarak, ölünün yakınlarına ve kiliseye haber verir. Bir başkası da, ölenin kollarını çapraz olmak üzere göğüs üzerinde kavuşturur. Ölenin yüzü doğu yönüne gelecek şekilde bulunduğu yerde döndürülür. Baş ucuna İncil konup, mum yakılır. Cenaze sahiplerinin dışında ilk haber verilen kişi kilise papazıdır. Ölüm haberini alan kilise hizmetlileri, kilise çanını üç kez kısa aralıklarla çalmaya başlar. Papaz veya rahip, cenazenin bulunduğu yere geldiğinde dua okur ve tütsü yakar.15 Bu arada ölünün yakınları kilise ve evde toplanmaya başlar.Cenaze sahibinin uzakta bulunan akrabaları, özellikle varsa erkek evlatları ve kardeşleri için cenaze bekletilir.İklimin müsait olması halinde, cenaze kendi evinde veya kilisede en fazla bir gece bekletilir.16 Cenazenin evden çıkarılmasından sonra, ölenin üzerinde yattığı yatak toplanır ve yerine avuç içine sığan büyüklükte bir taş bırakılır.Maddi durumu iyi olanlar yatağı fakirlere verir. Üzerinde bulunan giysileri de fakirlere verilir.Verilecek kimseler bulunmaması halinde elbiseleri yakılır. Kırsalda yaşayan ve maddi durumu iyi olmayan aileler, ölü yatağını yıkadıktan sonra kullanabilmektedirler. Ölümün vukua gelmesinden hemen sonra evde yapılan işlemler; Cesedin kolları çapraz hale getirilerek göğüs üzerine yerleştirilir. Gözleri açık ise yumulur. Çenesi kapatılır. Başucunda İncil okunur, baş ve ayak hizasında mum yakılır. Yüzü doğu yönüne gelecek şekilde çevrilir. Cesedin üzerine makas türü metal obje yerleştirilir. Kilise görevlileri ve yakınlarının gelmesiyle cenaze kiliseye götürülür. Cenazenin kiliseye girmesiyle, bir kez çan çalınır. Süryani din adamları- kahin rütbesini almış olanlar -papaz, rahip metropolit-ölünün yıkanması kefenlenmesi işine iştirak etmezler. Daha çok diyakoslar veya bu işte tecrübesi olan yaşlı cemaat üyeleri, cenaze yıkama işini yerine getirirler. Ölü erkek ise, kendi ailesinden kişilerce veya tecrübeli yaşlılarca yıkanır. Ölü bayan ise, yine ailesinden birileri veya yaşlı ve tecrübeli cemaat üyeleri tarafından yıkanır. Yıkama sırasında; ılıtılmış su, sabun ve lif kullanılır. Yıkamaya başlamadan evvel, cesedin avret mahalli bir bez ile örtülür. Yıkama işi mutlaka kilise ve bu amaçla hazırlanmış olan mekanda yapılır. Görüştüğümüz kişiler, yıkamanın normal bir vücut temizliği şeklinde icra edildiğini ifade ettiler.Yıkamaya başlama yönü konusunda ortak bir ifadeye ulaşamadık. Yıkanan ceset bayan ise saçları “ölü örgüsü” denilen şekilde iki veya tek parça olarak örülerek, saçları desenli bir örtüsü ile örtülür. Ölünün geride bıraktığı eşyaları (ayakkabı, giysi vs), fakirlere verilir. Değerli eşyaları (küpe, yüzük, saat vs) hatıra olarak saklanır.Bazı durumlarda cenaze yıkayıcılara da verilebilmektedir. Süryaniler (ruhban olmayan) ölülerini, yıkadıktan sonra beyaz renk bezi ile kefenlemektedirler.Kefenleme işini de yıkayıcılar yerine getirir. Yıkama sonunda artan su dökülür.Yıkama işlemi tamamlandıktan sonra, ceset tabuta konmadan önce iç çamaşırları giydirilir, cinsiyetine uygun temiz elbiseleri giydirilerek ayaklarına da çorap geçirilir. Ayak baş parmakları ip ile birbirine bağlanır.17 Ölenin evlilik çağında veya nişanlı olması durumunda, cesedin üzerine gelinlik veya damatlık elbisesi giydirilir. Süryanilerde, sağlığında kefen hazırlama veya bulundurma uygulamasına rastlanmaz. İnanışa göre, sağlığında kefen hazırlayanın kefeni, kendisine nasip olmaz. Hakim olan inanışa göre, bu kefen, ya ailesinden birisine veya akrabalarına nasip olur. Tek parça olarak hazırlanan beyaz renkteki kefen bezi, tabut içine yayılarak, ceset tabut içine yerleştirildikten sonra, alt tarafından ayakları, sağdan ve soldan vücudu örtecek şekilde ceset sarmalanır.18 Ceset kefenlendikten sonra, üzerine Kudüs'ten getirtilen ve üzerinde İsa'nın resminin bulunduğu haçlarla bezeli bir metre uzunluğundaki örtü, kefenin üzerine, baştan ayaklara uzanacak şekilde yayılır.19 Yas evinin temizliğini üç gün boyunca aynı kişi yerine getirir.Erkekler yas süresince traş olmaz, evde çamaşır ve banyo yapılmaz. Çamaşır ve banyo gibi temizlik uygulamalarına, kırsal kesimde tüm köy halkı, yas gelenekleri adına ara verilebilmektedir. Yas sahiplerinin haber vermesiyle, normale dönülmektedir. Yas sahibi olan ailenin bayanları, baş örtülerini ters çevirerek takarlar. Taziyelerini sunmak için gelenlere acı kahve ikram edilir. Cemaatin sorumluluğunu taşıyan din adamı, taziye süresince, yas evinde hazır bulunur, zorunlu olmadıkça yas evini terk etmez. Taziyelerini sunmaya gelen ruhban olmayan cemaat üyeleri, sözlü selamlaşmanın ardından herhangi bir dua okuma yapmaz. Okunacak olan duayı din adamı yerine getirir. Din adamının okuduğu dua; “Bir baba çocuklarına nasıl merhamet etmesini biliyorsa, Tanrı'da kendisinden korkanlara merhamet eder. Halelyula (Allah' yücelik olsun) insan yaratıldığı dönemde, bahçedeki bir ot gibidir.Barhmor (istavroz çıkarır). Ey Allah'ım, kulun sana güvenerek, merhametine güvenerek ölmüştür. Sensin iyi olan, sensin onu mezardan diriltip cennete koyacak olan. İsa Mesih'te ölenler üzülmeyin, kederlenmeyin, herkese yaptıklarının karşılığının verileceği gün, işte bugünde herkes iyilik veya kötülüğünün karşılığını görecek ve sapasağlam mezardan dirileceksiniz. Mezardan çıkıp, İsa Mesih'i karşılayacaksınız. Bedensel olarak onun önünde terennüm edeceksiniz. Ademin zürriyetini dirilten, bize merhamet eyle.Baba, oğul ve kutsal ruh ve bir Allah adına amin” diyerek istavroz çıkarır. Hazır bulunan şammaslar da, “Kardeşler, ölüm gerçekten acıdır, çok korkutucudur. Ölüm anı, o korkutucu melekler, insanın yanına geldikleri zaman, onun fikirleri durur ve gözleri yaşlarla dolar. Nefis, beden için ağlar,ama beden nefis için ağlamaz. Merhametli olan, hem bedene, hem de ruha yardım et. Allah'ın oğlu, ölümüyle bizi diriltti. Bizi topraktan dirilten, sana yücelik ve izzet olsun.”İfadesiyle din adamının duasına katkıda bulunurlar. Ölünün ardından okunan bir başka dua; her şeye kadir yüce Allah'a yalvarırız, vefat eden ana, baba, kardeş ve inanlı ölülerimizi bağışla ve kusurlarını önemseme. Son günde onları Salihlerin payından yoksun kılma. Zira su ve Ruh (vaftiz) ile senin oldular. Kutsal kurbanınla bereketlendiler. Bunun için lütfunla onları azizlerinin mutluluğuna eriştir. Ey merhametli Baba, Oğul ve Kutsal Ruh! Amin.23 Süryaniler, din adamlarını -patrik, mafiryan, metropolit, kahinrahip, horiepiskopos, papaz- sivillerden farklı bir şekilde gömerler. Yukarıda belirtilen ruhban sınıfına ait olan cesetler, özel şekilde hazırlanarak gömülür. Yıkanan ve takdis edilen cesedin, hayatta iken bulunduğu ruhban sınıfının özelliklerini yansıtan giysileri, üzerine giydirilir. Ahşap ve arkadan destekli sandalye üzerine oturtulmuş vaziyette manastır veya kiliselerin duvar, yer veya özel mekanlarına gömülür. Bu gömülüşte, ruhbanı cesedi toprak ile teması bulunmaz. Bu kategorilerde yer alan din adamlarının cenaze ayinlerini, bir üst kategoride bulunan ruhban yerine getirebilir.Örneğin,papaz rütbesindeki bir din adamının cenaze ayinini ancak metropolit yerine getirebilir.Bir metropolitin cenaze ayinini patrik icra edebilir. Aradan geçen belli bir süreden sonra, zaruret halinde, gömülü bulunduğu yerden kemikleri alınarak kilise veya manastırda özel bir girintinin içine konulur. Ruhbanların cenaze törenleri sivillerden daha farklı ve görkemli bir şekilde yapılır. Cenaze kürsüde oturtulmuş bir vaziyette iken omuzlara alınarak kilisenin dört yönüne bakan duvarlarına değdirilecek şekilde dokundurulur. Bunun anlamı ölen ruhaninin kiliseye veda etmesidir. Bu esnada acıyı ve ayrılığı ifade eden ilahiler seslendirilir.24 Kahin rütbesini almamış, rahip ve şammas sınıfına mensup olan, din adamlarının cesetleri, normal bir şekilde tabutla birlikte toprağa gömülür. Cenaze merasimleri, ruhanilerden farklı şekillerde icra edilir. Kahinlik rütbesini almamış (ayin yönetme,nikah kıyma gibi ritüelleri icra yetkisi olmayan din adamı) diyakosrahipler, manastırların özel yerlerinde bulunan mekanlara gömülür. Doğunun kendine has yaşam şekline Süryaniler de katkılar sunmuşlardır. Bu katkının renginde, Hıristiyanlığı yoğun bir şekilde görmek mümkün ise de, yörede yaşama şansını elde bulunduran Müslüman, Hıristiyan, Yezidi ve diğer inanç sahiplerinin de, öznel katkılarını da bulmak mümkündür. Dinsel inanışların şekilsel görüntüleri, aslında süregelen bir gelenekler oluşumudur. Dinsel inançların oluşumunda kişi ve olayların etkinliği yanında, toplumsal tasavvurların ve ön yaşanmışlıkların da etkinliğini hesaba katmak gerekir. URARTULARDA ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ URARTULARDA ÖLÜ GÖMME GELENEĞİ Urartular da , diğer kültürler gibi ölümden sonra hayata inanmışlardı. Urartular’dan ölü gömme ile ilgili belge bize ulaşmamıştır. Ancak arkeolojik bulgulardan hem yakarak hem de yakmadan ölü gömdüklerini, anıtsal mezar yaptıklarını ve ölü hediyesi bıraktıklarını biliyoruz. Açık hava tapınaklarının da ölü kültü ile olan ilşkisini Altıntepe açık hava tapınağı için Özgüç şöyle anlatmaktadır: (bkz. Kaynakça) “ Bu açık hava mabedinin ölü kültü ile ilişkili olduğundan ve muayyen zamanlarda burada toplanıldığından, dini merasimler yapıldığından şüphe edilmemelidir. Açık hava mabedinin mâna ve plan bakımından paraleli Urartuda, hatta bütün Anadolu’da mevcut değildir. Bu bakımdan buna Uratuların ortaya koyduğu bir yenilik gözü ile bakılmalıdır. “ Urartu'da yakarak veya yakmadan gömü yapılmaktaydı. Yönetici kesim ve olasılıkla aileleri büyük kale ve merkezlerin yakınındaki çok odalı kaya mezarlarına birlikte, diğerleri ise sosyal statülerine göre toprak altına inşa edilen oda mezarlara, basit toprak mezarlara veya yakılarak urne adı verilen küplere gömülmekteydiler. Merkezde Van Kalesi, batıda Palu, Malazgirt ve Altıntepe'de, kuzeyde Aras Nehri'nin güney bölgesinde, doğuda Sangar (İran'da Bastam'ın kuzeyi) gibi önemli yönetim merkezlerinin yakınında çok odalı kaya mezarları bulunmaktadır. Önce ölü bir araba içinde , tören ile mezarlık alanına getirilir. Ölü yakılacaksa mezarlığın hemen yakınında odun+tezek ile yakılır. Yakıldıktan sonra bir sıvı ile söndürülüp , kalan kemikler toplanır. Uzun kemikler taşlar ile kırılarak urnenin içine yerleştirilir. Urnenin ağzı bir başka kap ile kapatılır. Innumasyon gömü tarzında ise ölü çeşitli törenlerden sonra mezara konulur. Libasyon daha çok şarap , su , bira ve kan ile yapılmaktadır. Kurban olayında ölü gömülmeden önce , ölü ve tanrılar için kurban töreni düzenlenir. Kurban kanı libasyon yapılır. Eti ise ölü yemeği ile sunulur. Ölü yemeği olayı Urartu döneminde oldukça önem kazanmış bir hadisedir. Özellikle Orta Demir Çağda oldukça lüksleşmiş bir gelenek halini almıştır. Özellikle oda mezarlarda ölüler üzerinde masa ve sandalyelerin oluşturduğu sehpa üzerine yemekler ve içecekler konuluyor. Mobilya parçaları ve kaplar bunu destekliyor.
__________________
HAYATTA EN DEĞERLİ HAZİNE SEVGİDIR.. |
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Etiketler |
Yok |
|
|