Go Back   DefineBurada.CoM > DEFİNECİYE GEREKLİ OLAN BİLGİLER > Eski Alfabeler
alan tarama | dedektör | toprak altı görüntüleme sistemleri

Cevapla
 
Seçenekler Thema bewerten Stil
Alt 04-16-2009, 10:21 PM   #1
ilkim111
Tecrübeli Üye
 
ilkim111 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Aug 2008
Mesajlar: 412
Tecrübe Puanı: 590017
ilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond repute
Standart Osmanlıca sözlük ( h-ı-i-k-l )

HABÂİS: Kötülükler, kötü şeyler.
HABÂSET: Kötülük, alçaklık, fenalık.
HABB-HABBE: 1. Tane, tohum, 2. Parça.
HABER-İ SÂDIK: 1. Doğru haber. 2. Peygamberimizin sözü, hadis.
HABÎB: Sevgili, dost.
HABİB-İ HÜDÂ: (Hüdâ'nın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
HABÎB-İ KİBRİYA: Kibriyanın sevgilisi. Hz. Muhammed (s.a.v.).
HABİBULLAH: (Allah'ın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
HABÎS: Kötü, alçak, pis.
HABL: İp, urgan, halat.
HABLÜ'L-METİN: Sağlam ip. İslâ-miyet, Kur'ân-ı Kerim.
HABT: İptal etme, bozma, bozulma.
HACALET: Utanma, utangaçlıkla şaşırma.
HACCAC: 1. Irak valisi olup, müslümanlara zulmeden Yusuf bin Sakifî'nin ünvanı. 2. Delil ile galip olan.
HÂCET: İhtiyaç, gereklilik.DEF-İ HÂCET: Abdest bozma.ARZ-I HÂCET: Eksiğini, isteğini bildirme.
HACR: 1. Men etme, yasak etme. 2. Kucak, oğuş, himaye.
HACR-I TAHRÎM: Haramı yasaklamak.
HADD: 1. Sınır. 2. Gerçek değer. 3. Şeriatçe verilen ceza.
HADD-İ TAM: Tam sınırında, derecesinde, kıvamında.
HADES: 1. Yeni olma, sonradan olma. 2. Abdesti tazelemeyi gerektiren şey, manevî pislik.
HÂDİ: 1. Hud'a yapan, hileci, aldatıcı. 2. Fena, bozuk.
HÂDÎ: Hidayet eden, doğru yolu gösteren, mürşit.
HADİS: Peygamberimizin sözü.
HÂDİSÂT: Yeni olan şeyler, olaylar.
HÂDİSÂT-I ACÎBE: Şaşılacak, garib olaylar.
HÂDİSE: Yeni olan, sonradan olan şey, olay.
HADİS-İ KUDSÎ: Mânâsı Allah tarafından vahyedilen, lafzı Peygamberimize ait hadis.
HAFA: Gizlilik, kapalılık.
HAFAYA: Gizli şeyler, sırlar.
HAFAZA: 1. Muhafızlar, koruyucular, bekçiler. 2. Koruyucu melekler.
HÂK İLE YEKSAN: Toprakla bir yıkık, harap, yerle bir.
HÂK: Toprak.
HAKAİK: Hakikatler, gerçekler.
HAKAİK-İ SÂBİTE: Değişmez hakikatler.
HAKAMEYN: İki hakem: Sıffîn vak'asında Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında hakem seçilen Amr b. Âs ile Ebu Musa el-Eş'arî.
HAKAYIK: Hakikatler, gerçekler.
HAKEM: Bir işte karar vermeye yetkili kişi.
HAKÎKAT: 1. Bir şeyin aslı, mahiyeti. 2. Gerçek, doğru. 3. Sadakat kadirbilirlik. Sözlük anlamıyla söylenen söz.
HAKÎM: 1. Âlim, bilgin. 2. Doktor. 3. Hikmeti bilen, filozof. (Allah'ın isimlerinden)
HÂKİM: Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan.
HAKÎM-İ MUTLAK: Allah.KİTAB-I HAKÎM: Kur'ân.
HÂKİMİYET: Hakimlik, üstünlük, egemenlik.
HAKİR: İtibarsız, değersiz, önemsiz.
HAKK: Doğruluk, insaf, hak. (Allah'ın isimlerinden biri)
HAKK-I MÜDAFAA: Savunma hakkı.
HAKK-I MÜKTESEB: Elde edilmiş hak.
HAKK-I ŞİRB: İçme, hayvan veya tarla için su olma hakkı.
HAKKU'L-YAKÎN (HAKKE'L-YAKÎN): Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
HAKŞİNASLIK: Doğruyu, hakkı tanımak.
HALÂL: 1. Dostluk. 2. İki nesne arası açık olmak.
HALÂS: Kurtulma, kurtuluş.
HALASKÂR: Kurtarıcı.
HALÂVET: 1. Tatlılık, şirinlik. 2. Zevk.
HALEF: Birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse, ardıl.
HALET: Hal, suret, keyfiyet.
HALET-İ İHTİZAR: Can çekişme hali, sakınılacak hal.
HALET-İ NEZİ': Ölüm hali, sekarat-ı mevt.
HALF: Yemin etmek.
HALHAL: Kadınların ayak bileklerine taktıkları altın veya gümüş halka, ayak bileziği.
HÂLIK: Yaratan, yaratıcı. (Allah'ın isimlerinden)
HALÎL: 1. Dost. 2. Zevc, koca.
HALÎME: Yumuşak huylu kadın. (Peygamberimizin süt annesinin adı)
HÂLİS: Hilesiz, katkısız, duru.
HALK: Yaratma, yaratılma.
HALK-I CEDÎD: Yeniden yaratılış.
HALK-I DÜ CİHAN: İki cihanın halkı, ölüler ve diriler.
HALT: 1. Karıştırma. 2. Uygunsuz söz söyleme.
HALVET: 1. Yalnız kalma, tenhaya çekilme. 2. Tenha yer, ibadet için tenha hücre.
HÂM: Çiğ, olmamış.
HAM: Eğri, bükülmüş.
HAMD Ü ŞÜKRAN: Allah'ı minnet ve şükranla övme.
HAMD: 1. Övgü, medh. 2. Allah'a şükran hislerini bildirmek.
HAME: 1. Yük. 2. Ana karnındaki çocuk.
HAME: Balçık, çamur
HAMEİN MESNUN: Değişken balçık.
HÂMÎ: Himaye eden, koruyucu.
HAMÎD: Allah'ın adlarından.
HÂMİD: Hamd eden, şükreden. (Hz. Muhammed (s.a.v.)'in lakabı.)
HAMİE: Balçıklı, çamurlu.
HÂMİL: 1. Yüklü. 2. Gebe.
HÂMİLE: Gebe kadın.
HÂMİŞ: Mektubun altına ilave edilen yazı, hâşiye, dipnot.
HAMR: Şarap.
HAMÛLE: 1. Yük. 2. Gemi yükü.
HANEDAN: Kökten asîl ve büyük aile, ocak.
HANİF: İslâmiyetten önce Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim dinine bağlı olan kimse.
HÂRÂBAT: Harabeler, viraneler, meyhaneler. (Ziya Paşa'nın meşhur antolojisi).
HARABE: Şehir ve ev yıkıntısı, virane.
HARBÎ: 1. Harble ilgili. 2. Savaş yerinde bulunan ve müslüman olmayan kimse. 3. Anlaşma yapılmamış düşman. 4. Tüfek doldurma âleti.
HAREC: 1. Darlık, sıkıntı, zorluk. 2. Günah.
HAREM: 1. Girilmesi serbest olmayan yer. 2. İhrama girilen yerden itibaren Kâbe'ye doğru olan kısım.
HAREM-İ ŞERİF: Kâbe ve civarı.
HARİKULÂDE: Olağanüstü, eşi görülmemiş.
HARS: 1. Tarla sürmek. 2. Yarmak. 3. Ekin, kültür.
HASÂNET: Bir bina veya yapının sağlamlığı.
HASB: Göre, nazaran, gereğince.
HASBE: Kızamık hastalığı.
HASBE'L-ÂDE: Âdet gereği, alışıldığı gibi.
HASBE'L-BEŞERİYE: İnsanlık gereği.
HASBETEN LİLLAH: Allah rızası için.
HASEB: Baba tarafından gelen soyluluk, asalet.
HASED: Haset, kıskançlık, çekememezlik.
HASENÂT: İyilikler, güzel işler.
HASENE: İyilik, güzel iş.
HASF: Yere batma, ışığı sönme.
HÂSIL: Husûle gelen, peyda olan, çıkan, üreyen.
HÂSILA: Bir işten elde edilen sonuç.
HÂSIL-I KELAM: Sözün özeti.
HÂSİD: Haset edilen, kıskanç.
HÂSİR: 1. Hasret çeken, meramına kavuşamayan. 2. Zarar görmüş.
HASÎS: 1. Nekes, cimri. 2. Alçak, değersiz.
HASLET: Tabiat, huy, yaratılış.
HASR: 1. Sıkıştırma. 2. Etrafını çevirme, mahsus kılma, tahsis etme.
HASR-I EVKAT: Bütün vakitlerini o işe verme.
HASR-I NEFS: Kendini o işe adama.
HASSA ORDUSU: Hükümdarın kendine mahsus ordusu.
HÂSSE: Bir şeye mahsus olan kuvvet, duygu.
HAŞERAT: 1. Küçük böcekler; Karınca, akrep, yılan gibi hayvancıklar. 2. Değersiz ve zararlı adamlar.
HAŞÎN: Katı, sert, kırıcı, kaba.
HÂŞİR: Toplayan, bir araya getiren.
HAŞİYE: Dipnot.
HAŞR Ü NEŞR: Toplayıp dağılma, haşir neşir.
HAŞR: 1. Toplama. 2. Ölüleri diriltip mahşere çıkarma. 3. Kur'ân'-ın 59. sûresi.
HAŞYETULLAH: Allah korkusu.
HATA: 1. Yanlış, yanılma. 2. Günah.
HÂTEM: Mühür.
HATEMÜ'L-ENBİYA: Peygamberlerin sonuncusu: Hz. Muhammed (s.a.v.).
HÂTİM: 1. Mühürleyen, mühürleyici. 2. Bitiren, sona erdiren.
HÂTİME: Son, nihayet.
HATT: 1. Çizgi. 2. Satır. 3. Yazı.
HATT-I KUR'ÂN: Kur'ân yazısı.
HAVÂİC: İhtiyaçlar.
HAVÂRİYYÛN: Hz. İsa'nın oniki kişiden ibaret olan ashabı.
HAVASS: 1. Hasseler, duyular. 2. Muhterem ve seçkin kişiler.
HAVASS-I HAMSE: Beş duyu. (Görme, tatma, işitme, dokunma, koklama)
HAVÂYİC-İ ASLİYE: Aslî ihtiyaçlar.
HAVF VE RECA: Korku ve ümit.
HAVF: Korku, korkma.
HÂVİ: İhtiva eden, içine alan, şâmil, içeren.
HÂVİYE: Cehennemin yedinci katı, en şiddetli yeri.
HAVL: 1. Sene, yıl. 2. Etraf, çevre. 3. Kuvvet, kudret.
HAYA: 1. Utanma, sıkılma. 2. Ar, namus, edeb. 3. Günahtan kaçınma.
HAYAT: Dirilik, canlılık.
HAYAT-I BÂKİYE: Ölümsüz hayat.
HAYAT-I BEŞER: İnsan hayatı.
HAYAT-I FÂNİYE: Geçici hayat.
HAYLİ: Oldukça. Epeyce.
HAYR Ü ŞER: İyilik ve kötülük.
HAYR: İyi, faydalı, hayırlı.
HAYRET: Şaşma, şaşırma, ne yapacağını bilmeme.
HAYRHAH: Hayır sahibi.
HAYRÜ'L-BEŞER: İnsanların hayırlısı Hz. Muhammed.
HAYRÜ'N-NÂS: İnsanların hayırlısı.
HAYSİYYET: Şeref, onur, itibar, değer.
HAYSİYYET-İ EBEDİYYE: Edebî itibar.
HAYT: İplik, lif, tel.
HAYT-İ ESVED: Siyah iplik, fecir zamanı yavaş yavaş silinen gecenin karanlığı.
HAYTÜ'L-EBYAZ: Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.
HAYY: 1. Diri, canlı. 2. Allah'ın isimlerinden.
HAYYE ALE'L-FELÂH: Toplanıp felaha gelin, haydin felaha.
HAYYE ALE'S-SALAH: Toplanıp namaza gelin, haydin namaza.
HAYYÜ'L-KAYYÜM: Her an diri olan, yöneten, düzenleyen.
HAYZ VE NİFAS: Aybaşı hali ve lohusalık.
HAYZ: Kadınlarda aybaşı hali akıntısı.
HAZER: Sakınma, kaçınma, korunma, çekinme.
HAZF: Aradan çıkarma, kaldırma, giderme, silme, gizli tutma.
HÂZIRA: 1. Şehirli. 2. Bir yere yerleşmiş. 3. Medeni.
HÂZIRÛN: 1. Meydanda, gözönünde olanlar. 2. Hazır olanlar.
HAZÎNE: Hazine, devlet malının saklandığı yer.
HEBA: 1. Toz, zerre. 2. Boş, nafile.
HEBÂEN MENSÛRA: Boşuna harcanarak.
HEDEF: Maksat, amaç.
HEDER OLAN: Boşa giden.
HEDER: Boşa gitme, yok yere giden şey.
HEDİY: Beytullah için getirilen kurbanlar.
HEDY: Harem-i şerife götürülen kurban.
HELÂK: 1. Mahvolma, ölme. 2. Harcanma. 3. Çok yorulma.
HEMŞİRE: Kız kardeş.
HENDESE: Geometri.
HERC Ü MERC: Alt üst, karmakarışık, allak bullak.
HERDEM: Her zaman, daima.
HEREM: 1. İhtiyarlama, kocama. 2. Mısır ehramlarından biri.
HETK-İ HÜRMET: Saygının ortadan kalkması. Şer'an haram olanın bozulması.
HEVÂ: 1. Heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma. 2. Nefsanî zevklere uyma.
HEVÂ-İ NESÎM: Latif hava. Mâne-vî gıda.
HEVAMM: 1. Böcekler, haşereler. 2. Yılan, pire, akrep gizli zararlı hayvanlar.
HEVÂPEREST: Meşru olmayan lezzet ve heves peşinde olan.
HEVDEC: Kadınların binmesi için deve üzerine yapılan küçük mahfel.
HEY'ET: 1. Şekil, suret. 2. Görünüş. 3. Durum.
HEY'ET-İ İCTİMAİYYE: Toplantı heyeti, sosyal durum.
HEZL: 1. Eğlence, alay, şaka. 2. Latife. 3. Mizah.
HIDK: Öç almak için kin besleme.
HIFZ: Saklama, koruma, ezberleme.
HIFZISSIHHA: Sağlığı koruma.
HIKD: Kin tutma, öç almak için fırsat bekleme.
HINZIR: 1. Domuz 2. Pis ve katı yürekli kimse.
HIRMAN: Mahrumluk, ümitsizlik.
HIRZ: 1. Sığınak. 2. Nazar boncuğu, nazar duası. 3. Tılsım.
HISÂL: Huylar, mizaçlar, karekterler.
HIŞM: Kızgınlık, öfke, gazap.
HITBE: 1. Okunmuş. 2. Söz kesilmiş, nişanlı kız veya kadın.
HIYAR: 1. Bir işi yapıp yapmamakta serbestlik, İslâm hukukunda alış-veriş hususunda muhayyerlik. 2. Hayırlılar, iyiler.
HİBE: Bağışlama bağış.
HİCAB: 1. Utanma, sıkılma. 2. Perde, hail, engel.
HİCRÂN: 1. Ayrılık. 2. Unutulmaz acı keder.
HİCRET: 1. Memleketten memlekete göç. 2. Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicreti, Miladın 622. senesi.
HİCRET-İ SENİYYE-HİCRET-İ NEBEVİYYE: Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye göçü.
HİCV: Birini şiirle yermek, gülünç hale koymak, alay etmek.
HİCVİYYE: Hicv sözü veya yazısı, taşlama.
HİDAYET: Hak yola, doğru yola erme.
HİDAYET-İ İLÂHİYYE: İlâhî hidayet, Allah'ın doğru yola erdirmesi.
HİKMET: 1. Hakimlik, bilgelik. 2. Sebep. 3. Felsefe.
HİKMET-İ İLÂHİYYE: Allah'ın hikmeti, yalnız O'nun bileceği iş.
HİKMET-İ TEŞRİ: Kanun yapma hikmeti. Allah'ın emir ve yasaklarında gözetilen Rabbanî incelikler.
HİLAF: 1. Karşı, zıt. 2. Yalan.
HİLÂFET: 1. Birinin yerini tutma. 2. Peygamberin vekilliği, halifelik.
HİLÂFETEN: 1. Birinin yerine geçerek. 2. Halife olarak.
HİLAF-I EDEB: Terbiye ve ahlâka aykırı.
HİLÂL: Yeni ay.
HİL'AT: Elbise, kaftan.
HİL'AT-İ RİSALET: Peygamberlik elbisesi.
HİLF: Yardımlaşma, ittifak, sözleşme.
HİLKAT: 1. Yaratılış. 2. Tabiat.
HİLKAT-İ ÂDEM: İlk insanın yaratılışı.
HİLKAT-İ ARZ: Dünyanın yaratılışı.
HİLL: 1. Hilal. 2. Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı.
HİLM Ü HAYÂ: Yumuşaklık ve utanma duygusu.
HİLM: Yumuşaklık, insanın tabiatında olan yumuşaklık duygusu.
HÎN: An, zaman, vakit, sıra.
HİRFET: Sanat, meslek.
HİSAB: Hesap, saymak, aritmatik.
HİSAL-HISAL: Huylar, tabiatlar.
HİSAR: 1. Kuşatma, etrafını alma. 2. Etrafı istihkamlı kale, bent.
HİSS: Duyma kuvveti, duygu.
HİSSE: Pay, nasip.
HİSSEDÂR: Pay, hisse sahibi.
HİSS-İ KABLELVUKU: Önsezi.
HİSSÎ: His ile, duygu ile ilgili, duygusal.
HİSSİYYAT: Duygular, sezişler.
HİTAB: Bir veya daha fazla kimselere söz söyleme, nutuk.
HİTAB-I ÂM: Umuma hitap, bir topluluğa söyleme.
HİTAB-I EZELÎ: Başlangıçsız, çok eski söz.
HİTÂM: 1. Son, nihayet. 2. Bitme, tükenme.
HİTÂN: 1. Sünnet, sünnet etme. 2. Duvarlar, engeller.
HİZB-HİZİB: 1. Kısım, bölük. 2. Taraftar. 3. Kur'ân cüzünün dörtte biri.
HOD BE HOD: Kendi kendine, kendi başına.
HOD: 1. Kendi. 2. Baş zırhı.
HODGÂM: Bencil, egoist, kendini beğenmiş.
HUB: Güzel, hoş, iyi.
HUBB: Sevgi, muhabbet.
HUBB-İ DÜNYA: Dünya sevgisi.
HUBS: 1. Pislik. 2. Kötülük.
HUCCÂC: Hacılar.
HUCCET-HÜCCET: 1. Vesika, delil, senet. 2. Tanınmış bilginlere verilen ünvan.
HUD'A: Aldatma, oyun hile.
HUDÂ: Allah, yaratıcı.
HUDDAM: Hizmetçiler.
HUDUD: Sınırlar, hudutlar.
HUDÛS: Sonradan olma.
HUFFAZ: Ezberleyiciler, Kur'ân'ı ezbere bilenler.
HUKUK: 1. Haklar. 2. Hakikatler. 3. Kanunların verdiği hak.
HULASA: Bir şeyin, bir sözün özü, özeti.
HULÂSA-İ KELÂM: Sözün özeti.
HULD AZABI: Ahiratteki ebedî azab.
HULD: 1. Sonu olmayan. 2. Ebedî devamlı.
HULF: Verdiği sözü tutmama, yemininde durmama.
HULK: Huy, tabiat.
HULKUM: Boğaz, gırtlak, ağızdan mideye giden yol.
HULÛD: Ölmezlik, süreklilik, devamlılık.YEVM-İ HULÛD: Kıyamet günü.
HULÛM: 1. Rüyalar, hülyalar. 2. Düş azması.
HULÛS: Halislik, saflık, gönül temizliği.
HULÛS-İ NİYET: Halis, samimi niyet.
HUMS: Beşte bir.
HÛN: 1. Kan, dem. 2. Öldürme, öc.
HUNEFA': "Hanif"in çoğulu. Allah'ın birliğine inananlar, Hz. İbrahim dininden olanlar.
HURAFAT: Aslı, esası olmayan sözler ve rivayetler, hurafeler.
HURAFE: Uydurma hikâye ve rivayet.
HURDE: Değersiz şey, kırıntı.
HUREMAT - HURMÂT - HURUMAT: Haram olan şeyler, dince yasak olan şeyler.
HURÎ: 1. Cennet kızı. 2. Sevgili.
HURÛC: Çıkma, çıkış, dışarı çıkma.YEVM-İ HURÛC: Kıyamet günü.
HURÛF: Harfler.
HURÛF-İ HECA: Alfabe harfleri.
HURUF-İ MUKATTAA: Bazı surelerin başında bulunan ve ayrı ayrı okunan harfler.
HURUM: Haramlar, dince yasak ,olanlar.
HUSUS: İş, şekil, yol, konu.
HUŞÛ: 1. Gönül alçaklığı, tevazu. 2. Korku ile sevgi arası durum, saygı.
HUTAME: Cehennemin adlarından biri, cehennemin beşinci tabakası.
HUTUT: 1. Çizgiler. 2. Yazılar. 3. Yollar.
HUZUR: 1. Hazır bulunma. 2. Rahat.
HÜCCET: 1. Vesika, delil. 2. Seçkin âlimlere verilen ünvan.
HÜCCETÜ'L-İSLÂM: İmam Gazali'nin lakabı.
HÜCEYRE: 1. Küçük delik, oyuk. 2. Odacık, hücrecik.
HÜCRE: 1. Odacık, göz. 2. Dokuların, organların en küçük parçası, hücre.
HÜDA: 1. Doğru yol gösterme. 2. Hidayet etme. 3. Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri.
HÜKEMA: Hakîmler, bilginler, filozoflar.
HÜKM-HÜKÜM: Yargı, emir, komuta.
HÜNSA: 1. Kendisinde hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunan kimse. 2. Aynı çiçekte erkeklik ve dişiliğin bulunması.
HÜRRE: Cariye veya esir olmayan kadın.
HÜSN Ü KUBUH: Güzellik ve çirkinlik.
HÜSN: Güzel, iyi, güzellik, iyilik.
HÜSNA: En güzel.
HÜSN-İ AKİBET: Netice güzelliği.
HÜSN-İ DİLÂRÂ: Gönül alıcı güzellik.
HÜSRAN: 1. Zarar, ziyan. 2. Beklenilenin elde edilememesinden duyulan acı, mahrumiyet acısı.
HÜVE: 1. O. 2. Allah.
HÜVE'L-BÂKÎ: Bâkî kalan Allah'tır.
HÜZN-HÜZÜN: Gam, keder, sıkıntı.


ICL: Dana, sığır yavrusu.
IDLÂL: Saptırma, azıtma.
ISLAH: Düzeltme ve imâr etme.
ISLAHAT: Düzeltmeler, tashihler, iyi hale getirme, mükemmelleştirme.
ISTIFÂ: Seçme, ayıklama, süzme.
ITLÂK: 1. Salıverme. 2. Boşama. 3. Soyutlama, söyleme, kullanma.
ITNÂB: Konuşurken fazla tafsilât vermek, sözü gereğinden fazla uzatmak.
IYÂN: Âşikâr, belli.
IZTIRÂRÎ: Mecburiyet altında olan.


İBÂD: Kullar.
İBÂDÜ'R-RAHMÂN: Allah'ın kulları.
İBÂHE: 1. Mübah olmak. 2. Ateş söndürme.
İBDÂ: 1. Meydana getirme. 2. Yaratma.
İBKÂ: "Bekâ"dan: Devamlı kılmak.
İBKÂM: Susturma, bir tartışmada ağız açamıyacak hale getirme.
İBN: Oğul.
İBNULLAH: Allah'ın oğlu. Hıristiyanlar Hz. İsa'ya İbnullah derler.
İBRÂ: Bağışlanma, temize çıkma, aklanma.
İBRET-ENGİZ: İbret verici.
İBTİDÂ: Başlangıç, baş taraf.
İBTİDÂ-İ KIRAAT: İlk okuma. Okumaya başlama.
İBTİLÂ: Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük.
İCÂBET: 1. Kabul etme. 2. Muvafakat etme.
İCÂD U İBDÂ: Yapma ve yaratma.
İ'CÂZ: 1. Aciz bırakma. 2. Mucize göstererek muhatabı cevap veremez duruma düşürme. 3. Aciz bırakma.
İCÂZ: 1. Sözü kısa söyleme. 2. Az sözle çok mânâ anlatma.
İCBÂR: Zorlama, cebretme.
İCL: Dana, buzağı.
İCMÂ: Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
İCMÂ-I ÜMMET: Büyük fakihlerin dinle ilgili bir konuda görüş birliğinde olmaları.
İCMÂL: Kısaltma, ihtisar, özet.
İCTİMAGÂH: Toplantı yeri.
İCTİNÂB: Çekinme, sakınma.
İDÂRE-İ KELÂM: Sözü mümkün mertebe yürütmek, işi idare etmek.
İDDET: Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
İDGÂM: Birbirine benzeyen iki harfi bir yazıp şeddeli okuma.
İDHÂL: Dâhil etme, içine alma.
İDLÂL: Dalâlete sokma, sapıtma.
İDLÂL-İ İLÂHÎ: Allah'ın kulu saptırması.
İDRÂK: 1. Anlayış, akıl edinme. 2. Yetişmek, erişmek. 3. Olgunlaşma çağını bulma.
ÎFÂ: 1. Ödeme, yerine getirme. 2. Bir işi yapma. 3. İş görme.
İFK: İftira, iftira ekmek, Hz. Aişe'ye yapılan iftira.
İFLÂH: Felâha, selâmete kavuşmak.
İFNÂ: Mahvetmek, yok etmek.
İFRÂT: Haddi aşma, pek ileri gitme.
İFRÂZ: Bütünden parça ayırma. Bölme.
İFRÎT: Çetin cin, öfkeli insan.
İFTİTAH TEKBİRİ: Namaza başlama tekbiri.
İGÂSE: İmdada yetişmek, yardım etmek.
İĞFÂL: Yanıltma ve aldatma.
İĞTİSÂL: Gusletme.
İĞVÂ: Ayartma, baştan çıkarma.
İHÂTA: 1. Kuşatma, etrafını çevirme. 2. Geniş tam bilgi ve ihtisas.
İHDÂS: Ortaya çıkarma.
İHFÂ: Gizleme, saklama.
İHLÂL: "Halel"den bozma, sakatlama, kusurlu hale getirme.
İHLÂS: Samimiyet, doğruluk, riyasızlık. Kur'ân-ı Kerim'in 112. Sûresi.
İHMÂL: Mühlet verme.
İHRÂC: Çıkarmak.
İHRÂM: Hacıların giydikleri dikişsiz elbise.
İHRÂZ: Nail olmak, kazanmak, almak.
İHSÂN: 1. İyilik etme. 2. Bağış, bağışlama. 3. Sağlamlaştırma.
İHTİCÂC: Hüccet, delil göstermek.
İHTİDÂ: Hidayete ermek, İslâm olmak.
İHTİKÂR: 1. Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk. 2. Hakarete katlanmak.
İHTİLAF: Ayrılma, ayrışma, çözülme.
İHTİLAF-I EDYÂN: Dinlerin ayrılıkları, farklı farklı oluşları.
İHTİLÂM: Düş azması, uyurken cenabet olma.
İHTİLÂT: Karışma, karışıp görüşme komplikasyon.
İHTİRAS: Bir şeyi fazla arzulama ve ona fazla düşkünlük.
İHTİRAZ: Sakınma, çekinme.
İHTİRÂZÎ: Çekinme, sakınma ile ilgili.
İHTİSAR: Kısaltma, icmâl etme.
İHTİSAS: Özellik kazanma, uzmanlaşma.
İHTİVA: İçine alma, içinde bulundurma, içerme.
İHTİYAR: Seçme, seçilme.
İHTİZÂZ: 1. Haz duymak, ferahlanmak. 2. Titreşim.
İHVAN: Kardeşler, arkadaşlar, aynı tarikata mensup olanlar.
İHYÂ: Diriltme, hayat verme.
İKÂB: Ceza, azap, cezalandırma.
İKAL: 1. Bağ. 2. Ayak bağı.
İKÂLE: 1. İki tarafın isteğiyle alışverişi bozmak. 2. Dememiş iken "dedim" diye iddia etmek.
İKÂME: Yerleştirmek, iskan etmek, vücuda getirmek.
İKÂMET: İmamlık, halifelik, önderlik.
İKÂNİYYE: Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.
İKLÂB: Çevirme, bir halden başka bir hale döndürme.
İKTİBAS: 1. Ödünç almak. 2. Bir kelimeyi, bir cümleyi veya bunların mânâlarını olduğu gibi alma, aktarma.
İKTİDÂ: Uymak, tabi olmak.
İKTİSAB: 1. Kazanma. 2. Tahsil etme. 3. Elde etme.
İKTİSÂD: Ekonomi. Toplumun tutumluluğu.
İKTİZA: 1. Lazım gelme, gerekme. 2. İşe yarama, yararlık.
ÎLÂ: 1. Yemin etmek. 2. Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi. 3. Sıkıntı ve derde uğrama.
İLÂF: Ülfet ettirme, ülfet ettirilme, alıştırma, uzlaştırma.
İLÂH: Mabud, tanrı.
İ'LÂ-YI KELİMETULLAH: Allah'ın adını yüce tutmak.
İLHÂD: 1. Dinsizlik, inanç bozukluğu. 2. Allah inancından ayrılış, tevhid inancından ayrılma.
İLLET: Hastalık, sebep, gaye, hedef.
İLLET-İ ÛLÂ: Birinci sebep, ilk sebep.
İLLET-İ VÜCÛD: Varlık sebebi.
İLLİYYET: Sebep ile ilgili, sebeplilik.
İLME'L-YAKÎN: İlmî bilgi. Kesin bilgi.
İLM-İ FERÂİZ: İslâm hukukunda miras taksimi ile ilgili bilim dalı.
İLM-İ HÂL: İslâm dininin her müslüman için bilinmesi gereken temel bilgileri.
İLM-İ HEY'ET: Astronomi ilmi.
İLM-İ HİKMET: Düşünce bilgisi, felsefe.
İLM-İ LEDÜNN: Gayb ilmi, Allah'ın sırlarına ait ilim.
İLM-İ MEÂNÎ: Meânî ilmi, belagat.
İLM-İ TEVHİD: İlm-i kelâm.
İLM-İ USÛL ve AKÂİD: Usûl ve akâid ilmi.
İLM-İ VEHBÎ: Allah tarafından verilen ilim.
İLTİBAS: Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma.
İLTİCA: Sığınma.
İLTİZAM: 1. Kendisi için gerekli sayma. 2. Bilerek, isteyerek taraf tutma.
İLZAM: Delil göstererek muhalifi susturmak.
İ'MÂL: Yapma, işleme, iş yapma.
İMÂLE: 1. Bir tarafa meylettirmek, bir tarafa eğmek. 2. Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.
İMDÎ: Artık, bu halde, böyle olduğu halde.
İMKÂN VE CÜNÛB: Mümkün ve gereklilik.
İMLÂ: Doldurma, yazdırma.
İMSÂK: 1. Oruca başlama zamanı. 2. Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
İMTİNA: Çekinme, vazgeçip geri durma.
İMTİSÂL: Örnek kabul etme.
İNÂBE: 1. Günahlardan vazgeçip Hak yola dönmek. 2. Bir mürşidden el alıp yerine geçme.
İNADİYYE: Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.
İN'ÂM: İhsan, nimet verme.
İNÂS: Kadınlar, kızlar.
İNÂYET: 1. Dikkat, gayret, özenme. 2. Lütuf, ihsan, iyilik.
İNDALLAH: Allah yanında.
İNDE'L-CUMHUR: Çoğunluğun yanında, çoğunluğun nazarında.
İNDE'L-HÂCE: İhtiyaç zamanında.
İNDİRAC: İçine konma, arasına sıkışma. Derecelenme.
İNDİYYE: Kendi görüşüne tabi olan.
İNFAK: Nafaka verme, besleme, geçindirme.
İNFİSÂL: 1. Ayrılma, 2. Azledilme, işinden uzaklaşma.
İNFİTÂR: Yarılma, açılma.
İNHİRÂF: Doğru yoldan sapma.
İN'İKÂS: Bir yere çarpıp geri dönme, aksetme.
İNKÂR: Tanımama.
İNKIBÂZ: 1. Büzülüp toplanma, çekilme. 2. Kasvet, keder, sıkıntı. 3. Kabızlık, peklik.
İNKILÂB: Bir halden başka bir hale dönme.
İNKIRAZ: Tükenme, blitme, kırılıp yok olma.
İNKITÂ: Kesilme.
İNKIYÂD: Boyun eğme, mutî olma, itaat etme.
İNKİŞÂF: Gelişme, ilerleme.
İNS U CİN: İnsan ve cin.
İNS: İnsan.
İNŞÂ: Yapma, vücuda getirme.
İNŞİKÂK: İkiye ayrılma, yarılma.
İNŞİRAH: Ferahlamak, sevinç duymak.
İNŞİRAH-I SADR: Vicdan ferahlığı,vicdan huzuru.
İNTAK: Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.
İNTİBAK: Uyma, uygun hale gelme. Edebiyatta iki zıd şeyin ortak özelliğini bulup birleştirme.
İNTİFÂ: Fayda sağlama, menfaatlanma.
İNTİŞÂR: Yayılma.
İNZÂL: İndirme, indirilme.
İNZÂL-İ MENÎ: Üreme organından meni çıkması.
İNZÂR: Korkutmak, sakındırmak.
İ'RÂB: 1. Düzgün konuşma ve hakikatı belirtme. 2. Arapça kelimelerin sonundaki harf veya harekenin değişmesi.
İRÂDE-İ CÜZ'İYYE: Allah tarafından insanın yetkisine bırakılan cüz'î irade. İnsan iradesi.
İRÂE: "Rü'yet"ten: Gösterme, tayin etme.
İ'RÂZ: Yüz çevirme, başka tarafa dönme.
İRBE: Kadına ihtiyaç duymayan erkek.
İRCA': Döndürme, geri çevirme.
İRS: 1. Ölen kişinin mirasçılarına kalan mal veya para. 2. Veraset, soya çekim.
İRŞAD: Doğru yolu gösterme.
İRTİCÂ': Gerilik, geriye gitme, eskiyi isteme.
İRTİDÂD: Din değiştirme, dinden çıkma, dinden dönme.
İRTİFÂ': Yükseklik, yükselme.
İRTİHÂL: Vefat etmek, ölmek.
İRTİKÂB: 1. Kötü bir iş işleme. 2. Rüşvet yeme.
İS'ÂF: Birinin isteğini kabul edip yerine getirme.
ÎSÂL: Ulaştırma, vardırma.
İSKÂT: (Sükut'tan) Susturma.
İSKAT: 1. Düşürme, aşağı alma. 2. Hükümsüz bırakma, iptal etme.
İSKAT-I CENİN: Çocuk düşürme.
İSM-İ ÂZAM: Allah Teâlâ'nın en büyük adı.
İSM-İ FAİL: İş yapan kimse.
İSM-İ HÂS: Özel isim.
İSNAD-I MECAZÎ: Mecazî isnad, bir sözün mecaz anlamını tercih etmek.
İSNEYN: 1. Pazartesi günü. 2. İki.
İSRA: Gece yürüyüşü, yürütme.
İSTİÂB: İçine alma, kaplama.
İSTİÂRE: 1. Ödünç alma. 2. Bir kelimenin mânâsını muvakkaten başka bir kelime hakkında kullanma.
İSTİÂRE-İ TEMSİLİYYE: Teşbihin esas unsurlarından biri ile yapılan benzetme.
İSTİÂZE: "Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" sözünü söyleyerek Allah'a sığınma, eûzü çekme.
İSTİB'ÂD: Uzaklaşma, uzaklaştırma, akıl dışı sayma.
İSTİ'DÂD: 1. Alışma, ünsiyet. 2. Kabiliyet.
İSTİDLÂL: Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
İSTİDRÂC: 1. Derece derece yükselmeyi istemek. 2. Fâsık veya kâfir olduğu belli bir şahsın gösterdiği harika.
İSTİDRÂK: Yetişme, nail olma.
İSTİFA: Memuriyetten azlini istemek.
İSTİFHAM: Anlamaya çalışmak, soru sormak, soru.
İSTİFHAM-I İNKÂRÎ: Olumsuzu pekiştiren soru şekli. "Hiç yapar mı?" ifadesindeki gibi.
İSTİGÂSE: 1. Yağmur isteme, yağmur duası etme. 2. Yardım ve imdad isteme.
İSTİĞFÂR: Af talep etme.
İSTİĞNA: Gönül tokluğu.
İSTİĞRAK: Bir şeyi baştan aşağı kaplamak. Tasavvuf erbabının vecde gelip kendinden geçmesi. İstiğrak lâmı: Bir cinsin bütün bireylerini içine alan belirtme edatı, lâm-ı tarif, diğer adıyla harfi tarif.
İSTİHBÂR: Haber ve bilgi alma.
İSTİHFÂF: Hafife alma, önem vermeme, hor görme.
İSTİHLÂK: Tüketme, kullanarak yok etme.
İSTİHSÂL: Üretmek, hâsıl etmek, çoğaltmak.
İSTİHSÂN: Beğenme, iyi ve güzel bulma.
İSTİHZÂ: Alay etmek.
İSTİKBÂL: 1. Gelecek zaman. 2. Gelen bir kimseyi karşılamak.
İSTİKRÂ: 1. Gezme, dolaşma, âvârelik, konuklama. 2. Bir şey hakkında etraflı bilgi edinme.
İSTİKRÂH: Kerih ve kötü görmek, tiksinmek bir şeyi beğenmemek, bir şeyi zorla yapma.
İSTİLÂ: Bir yeri kuvvet kullanarak ele geçirmek.
İSTİ'LÂM: 1. Selâm vermeyi isteme. 2. Kâbe'yi tavaf esnasında Hacerü'l-Esved'i selâmlamak.
İSTİ'MÂL: Kullanma.
İSTİMDÂD: Yardım isteme.
İSTİMRÂR: Devamlılık.
İSTÎNÂF: 1. Yeniden başlama. 2. Bidayet mahkemesinde verilen bir hükmün bir üst mahkemeye başvurarak feshini isteme.
İSTİNÂFİYYE: 1. Yeniden başlamaya ait. 2. İstinaf mahkemesine ait. 3. Arapça'da bir soruya cevap anlamında bulunan cümle.
İSTİNBÂT: Bir iş veya sözden gizli bir anlam çıkarmak, tahmin etmek.
İSTİNBÂT: Bir söz veya işten gizli bir mânâ çıkarma, zımnen, açık olmayarak, dolayısıyla anlama.
İSTİNKÂF: Kabul etmeme, yüz çevirme, çekimser kalma, reddetme.
İSTİNSÂH: Nüshasını çıkarma, bir sûretini çıkarma, kopye etme.
İSTİSÂL: Kökünden sökmek.
İSTİSHÂB: "Sohbet"den: Yanına alma, yanına alınma.
İSTİSKÂ: 1. Su isteme. 2. Yağmur duasına çıkma. 3. Vücudun bir yerinde su toplanması.
İSTİŞÂRE: Müşavere etme, danışma.
İSTİŞHÂD: 1. Şahid gösterme. Delil getirme, belge. 2. Şehid olma.
İSTİTÂAT: Güç yetirme, kudret.
İSTİTÂR: Örtünmek, kapanmak.
İSTİVÂ: 1. Müsavî olma, denk olma. 2. Düz olma, düzlük. 3. Kaplama, örtme. 4. Ortada ve tam bir derecede bulunma.
İSTÎZÂN: İzin isteme.
İŞ'ÂR: 1. Yazı ile haber verme. 2. Anlatmak, bildirmek.
İŞKİL: Kuşku, zan.
İŞMÂM: "Şemm"den. 1. Koklatma, koklatılma. 2. Tecvid ıstılâhında harfin zamme harekesine işaret etme.
İŞRÂK: "Şark"tan: 1. Güneşin doğması ve etrafı ışıklandırması. 2. Parlama, ışıklandırma.
İŞTİÂL: Alevlenme, tutuşma.
İŞTİBÂH: Şüphelenme, şüpheye düşme.
İŞTİGÂL: Meşguliyet, uğraşma.
İŞTİHÂR: Şöhret bulma, ün kazanma.
İŞTİKÂK: Bir kökten parçalara ayrılmak. Türeme.
İŞTİRA: Satın alma.
İŞTİYAK: Fazla arzu ve şevk. Hasret çekmek, özlemek.
İTÂB: Azarlama, tekdir etme.
İ'TİKÂF: Bir yere çekilip tek başına ibadetle meşgul olmak.
İ'TİNÂ: Çok dikkat etme, özenme.
İ'TİZÂL: 1. Bir tarafa çekilme. 2. İşten çekilme. 3. Vâsıl b. Ata'nın kurduğu Mutezile mezhebini benimseme. 4. Takımdan ayrılma.
İ'TİZÂR: Özür dileme.
İTKAN: 1. Muhkem, sağlam kalma. 2. İnanma, emin olma.
İTLÂF: Telef etmek, ziyan etmek.
İTMÂM: Tamamlama, ikmâl etme.
İTMİ'NÂN: Emin olma, güvenme. Kalbin mutmain olması. Gönülden inanma.
İTTİBÂ: Tâbi olma, uyma, ardısıra gitme.
İTTİHAD: Birlik, beraberlik.
İTTİKÂ: Sakınma. Takva ehlinden olma.
İTTİRAD: Düzenli, uygun biçimde sıra ile birbirini izleyen. Biteviye.
İTTİSÂF: Vasıflanmak, bir sıfat sahibi olmak.
İVAZ: Karşılık olarak verilen şey, bedel.
İVME: Acele etme, koşma.
İZÂFET: 1. İki şey arasındaki ilgi, bağ. 2. İsim tamlaması, isim takımı.
İZÂHÂT: Açıklamalar.
İZÂLE: Giderme, def etme, yok etme.
İZÂN: Zekâ, anlayış.
İZÂR: Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa.
İZMÂR: Gizleme, saklama.
İZMİHLÂL: Yok olma, mahvolma.
İZZET: Değer, şeref, saygınlık.

KABİH-KABİHA: Çirkin, yakışıksız, fena, ayıp.
KÂBİL: 1. Kabul eden, kabul edici. 2. Olan, olabilir.
KABİLİYET: Anlama, anlayış, kabul edebilirlik, alabilirlik.
KABİR: Mezar, ölünün gömüldüğü yer.
KABZ: 1. El ile tutma, avuç içine alma, kavrama. 2. Bir malı teslim alma. 3. Peklik, kabız.
KABZA: 1. Tutacak, tutanak yeri, sap. 2. Bir avuç, bir tutam, bir el dolusu şey. 3. Pençe.
KADEM: 1. Ayak, adım. 2. Yarım arşın uzunluğunda bir ölçü. 3. Uğur.
KADER: Cenab-ı Hakk'ın kâinatta mevcut her şeyin bütün özelliklerini ezelden bilip takdir etmesidir.
KADÎM: 1. Eski. 2. Öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. Başlangıcı olmayan, ötedenberi mevcut bulunan.
KADİR-İ MUTLAK: Mutlak güçlü (Allah).
KADİR-U KAYYUM: Kadir ve Kayyum (Allah).
KADR: 1. Değer, itibar, onur, haysiyet, meziyet. 2. Rütbe, derece.
KÂFÎ: Elveren, yetişen, yeter.
KÂFİR: 1. Hakk'ı tanımayan, bilmeyen, 2. Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayan. 3. Küfreden, küfredici. 4. İyilik bilmeyen, nankör.
KAHHÂR: 1. Ziyadesiyle kahreden, kahredici, yok edici, batırıcı. 2. Allah'ın isimlerinden biri.
KAHIR: 1. Aşırı üzüntü, acı, keder. 2. Ezici davranış, zulüm. 3. Baskı ile iş gördürme, zorlama.
KÂHİN: 1. Gaipden haber verme iddiasında bulunan kimse, falcı. 2. İlkel dinlerin ruhani reisleri.
KÂHİR: 1. Kahreden, zorlayan. 2. Üstün gelen, ezen, ezici. 3. Yok eden, ortadan kaldıran.
KAHR: 1. Zorlama, zorla bir iş gördürme. 2. Üstün gelerek mahvetme, batırma, ezme. 3. Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
KAİDE: 1. Esas, temel. 2. Usul, nizam, kural. 3. Taban. 4. Ayaklık. 5. Yaprakların köke birleştiği yer.
KAİDE-İ KÜLLİYYE: Açık, sarih olan hükümler, genel kurallar.
KAİL: 1. Söyleyen, diyen. 2. Razı olmuş, boyun eğmiş.
KAL': Koparma, koparılma, sökme, sökülme, çıkarılma, temelinden çekip atma.
KALBEDEN: Değiştiren, çeviren.
KALP: 1. Yürek. 2. Yürek hastalığı. 3. Gönül. 4. Her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası, değiştirme, çevirme.
KÂM: 1. Meram, arzu, istek, amel. 2. Lezzet, zevk.
KAMER: Ay.
KÂMİL: 1. Bütün, eksiksiz, tam. 2. Kemale ermiş, olgun. 3. Geniş bilgili, kültürlü, bilgin.
KANÛN: Devletin yasama kuvveti tarafından herkesçe uyulmak üzere konulan her türlü nizam, kaide.
KARÂBET: Soyca yakınlık, hısımlık, akrabalık.
KÂRBÂN: Kervan.
KÂRHÂNE: 1. İş yeri, iş yapılan yer, dükkan.
KÂRİ': 1. Kıraat eden, okuyan, okuyucu. 2. Kur'ân'ı usulünce okuyan.
KÂRİA: 1. Pek şiddetli rüzgâr, 2. Ansızın gelen büyük belâ. 3. Kıyamet. 4. Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.
KARÎB: Yakın, yakın olan, uzak olmayan, soyca yakın.
KARÎN: 1. Yakın. 2. Bir şeye sahip olan, bir şeye nail olan. 3. Hısım, komşu, arkadaş gibi yakın.
KARÎNE: Karışık bir iş veya meselenin anlaşılmasına yarayan hal, ipucu.
KARÎNE-İ MANİA: Kelimenin gerçek anlamında alınmasına engel olan ipucu.
KARN: 1. Boynuz. 2. Yüz yıllık zaman. 3. Vakit, zaman. 4. Yaşıt, bir yaşta olan.
KARÛN: 1. İsrailoğullarında zenginliği ile meşhur olan bir insan. Krezüs. 2. Çok zengin.
KARYE: Köy.
KARZ: 1. Ödünç verme, ödünç alma. 2. Ödünç verilen veya alınan şey, borç.
KARZ-I HASEN: Faizsiz verilen borç.
KASEM: Yemin, and.
KASIR: 1. Kısa. 2. Küsur.
KÂSİB: Kesbeden, kazanan, kazanmak için çalışan, kazanç sahibi.
KASÎDE: Onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım. Koçaklama.
KASR: 1. Kısa kesme, kısaltma, kısma. 2. Azaltma, kesme, eksiklik. 3. Köşk, saray, 4. Tahsis. 5. Kıraatte uzatmadan okumak.
KASR-I SALÂT: Seferde olan bir kimsenin dört rekatlı namazı ikişer rekat kılmakla namazı kısaltması.
KASVET: 1. Katılık, sertlik. 2. Merhametsizlik, acımasızlık. 3. Sıkıntı, gönül darlığı.
KÂŞİF: Keşfeden, bulan, meydana çıkaran.
KAT': 1. Kesme, biçme. 2. Halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme.
KATİL: 1. Katleden, öldüren. 2. Adam öldüren kimse.
KATL: Öldürme.
KATL-İ ÂM: Halkı bütünüyle kılıçtan geçirme.
KAVÂİD: Kaideler, usüller, kurallar.
KAVÂİD-İ KÜLLİYYE: Genel kaideler, kurallar.
KAVÎ: 1. Kuvvetli, güçlü. 2. Güvenilir, sağlam.
KAVL (Kavil): Lakırdı, söz, söz atma.
KAVL-İ İLÂHÎ: İlâhî söz.
KAVLÎ: Söz ile ilgili, söz olarak, sözde.
KAVM: 1. İnsan topluluğu. 2. Bir peygamberin gönderildiği topluluk.
KAYD: 1. Bağlanma, bağlayacak şey. 2. Bir yere yazma. 3. Sınırlama, belirtme. 4. Önem verme, unsurlama.
KAYD-İ HAYAT: Yaşadığı sürece, ölene dek.
KAYLULE: Öğle uykusu.
KAYSER: Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lakabı, hükümdar.
KAYYUMİYET: Kendiliğinden eze-lî ve ebedî olarak var olmak.
KAZÂ: 1. Allah'ın ezeldeki hükmü 2. Kadılık (ilçe) merkezi. 3. Kadılık etme işi, mahkemenin kararı, hükmü. 4. Yapma, yapılma, işleme. 5. İstemeden yapılmış bir kötülük.
KAZAYA: Kaziyeler, önermeler, işler, meseleler.
KAZF: İftira etmek, isnat etmek, kadına zina isnat etmek.
KÂZİF: Bir kadına zina suçu isnat eden.
KAZİYYE: 1. İş, mesele, dava. 2. Önerme.
KAZİYYE-İ BEDİHİYYE: Bedîhî kaziyye, isbata muhtaç olmayan açık hüküm.
KAZİYYE-İ MUHKEME: Kesin hüküm, değişmez ilke.
KEBAİR: Büyük günahlar.
KEBÎRE: Büyük günah.
KEBÎRU'L-MÜTEÂL: Açık ve gizli her şeyi bilen, büyük ve yüce olan. Allah Teâlâ.
KEF: Köpük.
KEFARET-KEFFARET: İşlenen bir günaha, bir yeminin bozulmasına karşılık verilen sadaka.
KEFERE: Kâfirler, inanmayanlar.
KEHANET: Kâhinlik, gaipten haber verme, falcılık.
KEHLE: Bit.
KELÂLE: 1. Akrabalığı uzaktan olma. 2. Yorulma, tükenme. 3. Bıçak kör olma.
KELAM: 1. Söz, söyleyiş, nutuk. 2. Dil, lehçe. 3. Kelâm ilmi, İslâmî inanç meselelerinden bahseden ilim.
KELÂM-I NEFSÎ: İçten kendi kendine konuşma. Cenab-ı Hakk'ın harf, ses ve söz olmaksızın zatî kelamı.
KELÂMÎ: 1. Sözle ilgili, söze ait. 2. Kelamcılar yolu.
KELAMULLAH: Allah sözü, Kur'-ân-ı Kerim.
KELB: Köpek.
KELB-İ AKUR: Salar, azgın, ısırıcı köpek.
KELB-İ MUALLEM: Ava alıştırılmış köpek.
KELEPİR: Zahmetsiz, ücretsiz, çok ucuz ele geçen.
KEMAL: 1. Olgunluk, olma. 2. Eksiksizlik, tamlık. 3. Değer, baha. 4. Bilgi, fazilet.
KEMALAT: Faziletler, olgunluklar, insanın bilgi ve güzel ahlâkça tam ve olgun olması.
KEMMİYET: 1. Sayı. 2. Nicelik. 3. Tekillik veya çoğulluk.
KERAHET: 1. İğrenme, istemeyerek zor altında yapma. 2. Şeriatin yasaklamadığı fakat harama yakın olma ihtimali olan ve çekinilmesi gereken husus.
KERAMAT: Kerametler, velilerin olağanüstü işleri.
KERH: İğrenme, tiksinme, istemeyerek zor altında yapma.
KERHEN: İstemeyerek, tiksinerek, zor altında kalarak yapma.
KERİH: İğrenç, tiksindirici, pis kokan.
KERÎM: Kerem sahibi, cömert, ulu, büyük.
KERR Ü FER: Muharebede geri çekilerek tekrar hücuma geçme.
KERR: Çekilme ve yeniden hücum etme.
KESAD: 1. Kıtlık, yokluk. 2. Sürümsüzlük, alış-veriş durgunluğu.
KESAFET: 1. Sıkılık, tokluk. 2. Kalınlık, yoğunluk. 3. Saydam olmama. 4. Koyuluk. 5. Kalabalık.
KESB: 1. Kazanma, kazanç, edinme. 2. Geçimi sağlama için kullanılan âlet veya iş.
KESBÎ: Sonradan, kazanılarak olan.
KESRET: 1. Çokluk, bolluk, ziyadelik. 2. Kalabalık.
KEŞF: 1. Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma, bir sırrı öğrenme. 2. Allah tarafından ermişlere ilham edilen gizliyi bilme yetisi.
KEŞİŞ: Karabaş, evlenmez rahip, manastır rahibi.
KETM: Gizleme, sır tutma, söylememe.
KEYFEMAYEŞA: Nasıl isterse.
KEYFEMETTEFAK: Rastgele, her nasıl rastlarsa.
KEYFİYET: 1. Nitelik, bir şeyin nasıl olması. 2. Bir olayın geçişi. 3. Madde, iş.
KEZA: Böyle, böylece, bu dahi böyle.
KEZALİK: Keza, bu da öyle, böylece.
KEZZAB: Çok yalancı, çok yalan söyleyen.
KIBLE: Namazda yönelinen taraf, Kâbe'nin bulunduğu taraf.
KILADE: Gerdanlık.
KILLET: Azlık, kıtlık.
KIRAAT-İ ÂSIM: Âsım kırâeti, bizim kırâetimiz.
KIRÂET: Okuma, ibare sökme, düzgün ve sürekli okuma. Kur'ân okuma.
KIRÂET-İ AŞERE: Kur'ân'ın on kırâet üzere okunması. Kırâet imamları şunlardır: Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Hamza, Kisaî, Ebu Cafer, Yakub ve Halef.
KIRAN: 1. Yakınlık. 2. İki gezegenin bir burçta bulunması.
KIRTAS: Kâğıt.
KISAS: Kıssalar.
KISAS: Öldürmenin öldürme, yaralamanın yaralama ile cezalandırılması: Göze göz, dişe diş gibi.
KISAS-I ENBİYA: Peygamberlerin kıssaları.
KISM: Parçalara ayrılmış şeyin her parçası, çeşit.
KISSA: Anlatılan gerçek veya uydurma olay, hikâye.
KISSÎS: Keşiş.
KIST: Ölçü ve tartıda doğru davranma. 2. Pay, parça. 3. Parça parça verilen bir şeyin bir defada ödenmesi.
KISTAS: Terazi, ölçü, ölçü birimi.
KIT'A: En az iki beyitten meydana gelmiş olan nazım parçası.
KITAL: Vuruşma, savaş.
KIYAM: 1. Kalkma, ayakta durma, ayağa kalkma. 2. Namazın ayakta kılınan kısmı. 3. Bir işe kalkışma. 4. Karşı koyma, ayaklanma.
KIYAMET: Ölümden sonra dirilme, kıyamet günü.
KIYAS MAA'L-FÂRIK: Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas.
KIYAS: 1. Bir şeyi bir şeye benzeterek veya ona göre tutarak hüküm verme. 2. Benzetme, genel kurala uydurma. 3. Hakkında âyet ve hadis olan benzerlerine göre hükmetme.
KIYAS-I CELÎ: Açık ve belirli olan kıyas.
KIYAS-I FÂSİDE: Yanlış, bozuk, geçersiz kıyas.
KIYAS-I HAFİ: Gizli, belirsiz kıyam.
KIYASÎ: Kıyasan uygun olan.
KIYMET: Değer, tutar, bedel, itibar, onur.
KİBR: Büyüklük, büyük olma, büyüklük taslama, yüksekten bakma.
KİBRİYA: 1. Büyüklük, ululuk. 2. Allah.
KİFAF-KEFAF: 1. Bir şeyin misli, miktarı. 2. İhtiyaca yetecek kadar rızık, yiyecek.
KİLAB: Köpekler.
KİNÂYE: Doğrudan doğruya değil, dolaylı anlam taşıyan söz.
KİSRA: Eski İran hükümdarlarının lakabı.
KİSVE: Elbise, özel kıyafet, kisbet.
KİTABET: Yazmak, kâtiplik.
KİTAB-I EKMEL: En mükemmel kitap, Kur'ân.
KİTAB-I MÜBİN: Açık, hak ile batılı ayıran kitap, Kur'ân-ı Kerim.
KİTAB-I MÜNİR: Nurlu kitap, Kur'ân-ı Kerim.
KİTABULLAH: Allah kitabı, Kur'-ân-ı Kerim.
KİTMAN: Sır saklama, kimseye sır açmama hali, sır tutarlık.
KUBH: Çirkinlik, çirkin iş.
KUBUR: Mezarlar, kabirler.
KUDRET: 1. Güç. 2. Allah'ın bütün varlıkları kuşatmış olan gücü. 3. Varlık, zenginlik. 4. Ehliyet, becerebilme.
KUDRET-İ BÂLİGA: Kemal bulmuş güç.
KUDSÎ: Kutsal, melekut ve lâhut âlemine mahsus.
KUDUM: 1. Uzak bir yerden, uzun bir yoldan gelme. 2. Ayak basma.Teşrif etme.
KULUB: Kalpler, gönüller.
KURBET: 1. Yakınlık, Allah'a yakınlık. 2. Hısımlık, akrabalık.
KURUN: Zamanlar, devirler, büyük tarih bölümleri.
KURUN-İ ÂHİRE: Son asırlar.
KURUN-İ KADİME: Eski çağlar.
KURUN-İ SÂLİFE: Geçmiş asırlar.
KURUN-İ ULÂ: İlk çağlar.
KURUN-İ VUSTA: Orta çağlar.
KUUD: Oturma, namazın oturarak kılınan kısmı.
KUVVE: 1. Kuvvet, güç. 2. Fikir, niyet. 3. Yeti. 4. Nitelik. 5. Duyu.
KUVVET: Güç, takat, kudret.
KÜFFAR: Kâfirler, inkârcılar.
KÜFR: 1. Allah'a inanmama ve ona ortak koşma. 2. Dinsizlik, imansızlık, kâfirlik. 3. Nankörlük. 4. Kaba, ayıp söz söyleme, sövme.
KÜFRAN: Görülen bir iyiliği unutma.
KÜFRAN-I NİMET: Nankörlük.
KÜHULET: Orta yaşlılık, olgunluk çağı.
KÜLFET: Zahmet, zor iş.
KÜLLÎ: Genel, bütün, çok, tümel.
KÜLLİYAT: Bütün hepsi, bir yazarın bütün eserleri.
KÜLLİYET: Genellik, bütünlük, çokluk.
KÜNH: Bir şeyin aslı, temeli, dip, kök, öz.
KÜNYE: Künye, kişinin kimliğinin yazılı olduğu kâğıt veya levha.
KÜRRE: Küre, yuvarlak, top.
KÜRRE-İ ARZ: Yerküre, dünya, yeryüzü.
KÜRSÎ: 1. Oturulacak yüksekçe yer, taht, makam. 2. Arş-ı a'lâ'nın altında bulunan, yer ve gökleri kuşatan alan.
KÜSUF: Güneş tutulması.
KÜTÜB: Kitaplar.
KÜTÜB-İ EHADİS: İlâhî kitaplar: Tevrat, Zebur, İncil, Kur'ân-ı Kerim.
KÜTÜB-İ MÜNZELE: Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar.
KÜTÜB-İ SÂLİFE: Geçmiş, eski kitaplar.
KÜTÜB-İ SİTTE: Altı hadis kitabı: Buhârî, Müslim, İbn Mâce, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî.


LÂBÜD: 1. Çok gerekli, mutlaka, 2. Ayrılık yok.
LÂEDRİYYE: Şüphecilerle alakalı. Şüphecilik üzerine kurulu felsefe ekolü.
LAFZÎ: Sözlü.
LAĞV: 1. Faydasız, boş şey. 2. İptal etmek. 3. Hata etmek. 4. Hükümsüz kılmak.
LÂHIK: 1. Yetişen, ulaşan, erişen. 2. Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan kimse.
LÂHİN: Kur'ân-ı Kerim'i okurken telaffuzunda yanlışlık yapan.
LÂHUTÎ: Uluhiyet âlemiyle ilgili.
LÂHÜT: İlâhî âlem, ulûhiyet âlemi.
LAHZA: En kısa zaman, an.
LÂİN: Lânet eden.
LAÎN: Lânetlenmiş.
LÂMEKÂN: Yersiz, yurtsuz, mekansız.
LÂM-I TARİF: İsimlerin başına getirilen belirleme edatı.
LÂYEZÂL: Zevâl bulmaz, yok olmaz.
LEBBEYK: Buyurunuz, emrediniz.
LEDÜNNİYAT: Allah'ın sırlarına ait bilgi, mecazen bir şeyin iç yüzü.
LEFF-Ü NEŞR: Sarıp bağlama ve çözüp yayma. Birkaç isim yazdıktan sonra onların her birine ait özellik veya görevleri ayrıca sıralama. Bu sıralama isimlerin sırasına uygun sırada olursa "mürettep" adını alır. Olmazsa "müşevveş" adını alır.
LEMYEZEL: Yok olmayan.
LETÂİF: Lâtifeler, incelikler.
LEVH-İ MAHFÛZ: Allah yanında her şeyin yazılı bulunduğu manevî levha.
LEVM: Çekiştirme, kötü söyleme, kınama.
LEYL Ü NEHÂR: Gece ve gündüz.
LEYL: Gece.
LEYLE-İ AKABE: Nübüvvetin 11. yılında Mekke dışında Akabe denilen yerde Medine halkından bir topluluğun Hz. Muhammed (s.a.v.) ile konuşup İslâm'ı kabul ettikleri gece.
LEYLE-İ Mİ'RÂC: Mi'râc gecesi.
LİAN: Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi.
LİAYNİHÎ: Aynı, kendisi, bizzat, kendisinden dolayı.
LİBAS: Elbise.
LİVÂTA: Erkekler arasındaki cinsî münasebet, cinsel sapıklık.
LİVÂÜ'L-HAMD: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ahiretteki sancağı.
LİVECHİLLAH: Allah adına.
LİZÂTİHÎ: Kendisi, bizzat.
LUTF-İ İLÂHÎ: Allah'ın ihsanı.
LÜBB: 1. İç, öz. 2. Akıl. 3. İçli şeyin içi.
LÜMEZE: Herkesi ayıplama.
ilkim111 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Facebook'ta Paylaş


Cevapla

Etiketler
Yok


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı



WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:20 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.4
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.