Go Back   DefineBurada.CoM > DEFİNECİYE GEREKLİ OLAN BİLGİLER > Eski Alfabeler
alan tarama | dedektör | toprak altı görüntüleme sistemleri

Cevapla
 
Seçenekler Thema bewerten Stil
Alt 04-16-2009, 10:21 PM   #1
ilkim111
Tecrübeli Üye
 
ilkim111 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Aug 2008
Mesajlar: 412
Tecrübe Puanı: 590017
ilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond reputeilkim111 has a reputation beyond repute
Standart Osmanlıca Sözlük ( m-n-r-s-ş )

MAA: Beraber, birlikte.
MAAD: 1. Dönüp gidilecek yer. 2. Ahiret. 3. Dönüş, geri gidiş. 4.Dünya'dan sonraki hayat. 5. Gaye, amaç, ulaşılacak yer.
MAA-HÂZA: Bununla beraber, bununla birlikte
MAAMÂFİH: Bununla beraber.
MAASÎ: Âsilikler, isyanlar, günahlar.
MAAZALLAH: Allah korusun, Allah saklasın.
MABA'D-TABİA: Fizikötesi, metafizik.
MA'BUD: Kendine ibadet olunan, tapılan, Allah.
MÂCİN: Hileyi, hile yolunu öğreten.
MADDE: 1. Madde. 2. Maya, cevher. 3. Cisim.
MADDE-İ ÛLÂ: İlk cevher.
MADDİYET: Gözle görülür, elle tutulur şey.
MADDİYYAT: Gözle görülür, elle tutulur şeyler.
MADDİYYUN: Maddenin ezelî ve ebedî olduğuna inananlar, materyalistler.
MA'DUM: Yok olan, mevcut olmayan.
MÂDÛN: Alt, aşağı, alt derece, emir altında bulunan.
MAFEVK: Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse, âmir.
MA'FÜVV: 1. Suçu bağışlanmış, affolunmuş. 2. Muaf tutulan, istisna edilen.
MAĞFUR: Günahları bağışlanmış, ölmüş kimse, rahmetli olmuş.
MAĞRİB: Batı, garb, batı tarafında olan yerler.
MAĞRİBÎ: Batılı, mağribli.
MAĞRİFET: Allah'ın kullarını bağışlaması, yarlıgaması.
MAĞŞUŞ: Karışık, katışık, saf olmayan.SİKKE-İ MAĞŞUŞ: Karışık, hileli madenî para.
MAHALL: Yer.
MAHARET: Ustalık, beceriklilik.
MAHBUB: Sevilmiş, sevilen, sevgili.
MAHFÎ: Gizli, saklı.
MAHFUZ: 1. Saklanmış, korunmuş. 2. Ezberlenmiş.LEVHİ MAHFUZ: Allah tarafından takdir edilenlerin ezelde yazılı bulunduğu levha.
MÂHİR: Maharetli, hünerli, becerikli.
MAHİYET: Bir şeyin aslı, esası, içyüzü, özü.
MAHKEME: Davaların görülüp karara bağlandığı yer.
MAHKEME-İ KÜBRA: Âhirette Allah huzurunda kurulacak büyük mahkeme.
MAHKÛM: 1. Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan 2. Hüküm giymiş. 3. Katlanma, zorunda olma.
MAHLAS: 1. Kurtulacak yer. 2. Bir kimsenin takma adı, mahlası.
MAHLÛK: Yaratılmış, yaratık.
MAHMUD: 1. Hamd olunmuş, övülmüş, övülmeye layık. 2. Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak için getirdiği filin adı.
MAHMUL: 1. Yüklenmiş. 2. Bir şeyin üzerine kurulmuş.
MAHREC: 1. Dışarı çıkacak, çıkılacak kapı. 2. Ağızdan harflerin çıktığı yer.
MAHREK: 1. Hareketli bir noktanın takip ettiği yol. 2. Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzolunan dairevî hat, yörünge.
MAHSUSÂT: Gözle görülür şeyler.
MA'HUD: 1. Ahdolunmuş, bilinen, sözleşilen. 2. Sözü geçen.
MAHV: 1. Yok etme, ortadan kaldırma. 2. Beşerî noksanlardan kurtulma hali.
MAHZUF: Silinmiş, kaldırılmış, gizli tutulmuş.
MAHZUR: Sakınılacak, korkulacak şey, engel, sakınca.
MÂİ': 1. Men eden, alıkoyan, engel olan. 2. Engel, özür.
MAİDE: 1. Yemek yenilen sofra, yemek, ziyafet. 2. Kur'ân-ı Kerim'in 5. sûresi.
MAİŞET: Yaşama, yaşayış, geçinme, geçinmek için lüzumlu şey.
MAİYYET: Beraberlik, arkadaşlık, bir büyük memurun emrinde bulunma.
MAKAM: 1. Durulan, durulacak yer. 2. Memuriyet, memurluk yeri.
MAKAM-I İBRAHİM: Kâbe'de bulunan ve Hz. İbrahim'in ayak izi olduğu söylenen taş.
MAKAM-I MAHMUD: Peygamberimizin cennetteki makamı, şefaat makamı.
MAKARR: Durulan yer, karargâh,ocak, merkez, başkent, payitaht.
MAKBUZ: 1. Alınmış, alındı belgesi. 2. Sıkılmış, daraltılmış.
MAKLÛB: Altı üstüne getirilmiş, ters çevrilmiş, başka şekle sokulmuş.
MAKSUD: Kastolunan, istenilen şey, emel.
MAKSURE: Camilere etrafı parmaklıklı yüksekçe yer.
MAKTUL: Vurulmuş, öldürülmüş, katledilmiş.
MA'KUL: Akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı, mantıklı.
MAL: Varlık, para, kıymetli eşya.
MÂLİK: Sahip, bir şeyi olan, bir şeye sahip olan.
MÂLİKÜ'L-MÜLK: Mülkün sahibi, Allah.
MA'LUL: İlletli, hastalıklı, sakat.
MA'LÛM: Bilinen, belli.
MA'LUMAT: Bilinen şeyler, biliş, bilgi.
MAMÛRE: İnsan bulunan, bayındır, şenlikli yer, şehir, kasaba.
MÂNÂ: 1. Anlam. 2. İçyüz. 3. Akla yakın sebep. 4. Rüya, düş.
MÂNEVİYE: İyilik ve kötülük ilâhı diye iki ilâha inanmaktan ibaret batıl bir mezhep olup zerdüştlerden alınmıştır.
MANEVİYYAT: Maddî olmayan, manevî olan hususlar.
MANSUB: Nasbolunmuş, konmuş dikilmiş, nesne.
MANTIK: 1. Söz. 2. Mantık ilmi, vasıta ve delil arasında tutarlılık.
MANTIKU'T-TAYR: Kuş dili, Feridüddin Attar'ın meşhur eseri.
MANTUK: Söylenmiş, denilmiş, söz, kelam, nutuk, mefhum.
MARAZ: Hastalık, illet.
MA'RİFE: Mânâ ve mefhumu belirtilmiş olan söz, belirli.
MA'RİFET: 1. Herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkla yapılmış olan şey. 2. Bilme, biliş, bilgelik.
MA'RİFETULLAH: Allah'ı tanıma, bilme.
MARUF: 1. Bilinen, tanınan, meşhur ünlü. 2. Şeriatin emrettiği, uygun gördüğü.
MASARİF: Sarfolunanlar, harcananlar.
MASDAR: 1. Bir şeyin çıktığı yer, temel, kaynak. 2. Fiil kökü.
MASHARA: Maskara, soytarı.
MÂSİVA: 1. Bir şeyden başka olanların hepsi. 2. Dünya ile ilgili olan şeyler. 3. Allah'tan başka her şey.
MASİVALLAH: Allah'tan başka her şey.
MA'SİYET: İsyan, günah, âsilik.
MASLAHAT: 1. İş, emir, madde, keyfiyet, önemli iş. 2. Barış, dirlik-düzenlik.
MASLAHAT-I ÂMME: Kamu işler.
MASRİF: Sarfetme, harcama mahalli.
MASRUF: 1. Sarfedilmiş, harcanmış. 2. Çevrilmiş, döndürülmüş.
MA'ŞUK: Sevilen, sevilmiş.
MATBU': 1. Tabolunmuş, basılmış. 2. Hoş, latif, makbul.
MATBUAT: Matbaada basılmış şeyler.
MATLA': Doğacak yer, güneş vasair yıldızların doğması, kaside veya gazelin ilk beyti.
MATLAB: 1. İstenilen şey, istek. 2. Bahis, mesele, kazıyye, önerme.
MATLUB: İstenilen, aranılan şey.
MA'TUF: 1. Eğilmiş, bir tarafa doğru çevrilmiş. 2. Birine isnat olunmuş, yöneltilmiş.
MÂUN: 1. Malın zekatı. 2. Kendisinden faydalanılacak şey, eve gerekli olan şeyler.
MÂVERÂ: Art, geri, bir şeyin ötesinde bulunan.
MÂYE: 1. Maya, asıl, esas. 2. Para, mal. 3. İktidar, güç, 4. Bilgi. 5. Dişi deve.
MÂYİ': Sıvı, akıcı.
MAZÎ: Geçen, geçmiş olan, geçmiş zaman.
MEAL: Anlam, kavram.
MEBADİ: Başlangıçlar, ilkeler.
MEBAHİS: Arama, araştırma yerleri, araştırma veya münakaşa konuları.
MEBANÎ: Yapılar, binalar, temeller.
MEBDE ve MEAD: Başlangıç ve dönüş, ruhun dünyaya gelişi ve dönüşü, dünya ve ahiret.
MEBDE': 1. Başlangıç. 2. Kaynak, kök. 3. Bilgilerin ilk kısımları. 4. İlke. 5. Tasavvufta sâlikin ilk başlangıcı.
MEBDE-İ KÜBRA: Büyük başlangıç.
MEBDE-İ ÜMİD: Ümidin kaynağı.
MEBİ': Satılmış şey, satılan mal.
MEBNA: Yapı, bina, yapı yeri, bina yeri.
MEBNÎ: 1. Yapılmış kurulmuş. 2. Bir şeye dayanan. 3. ...den dolayı.
MEB'US: 1. Gönderilmiş, 2. Peygamber olarak gönderilmiş kimse. 3. Öldükten sonra diriltilmiş kimse. 4. Halk tarafından seçilerek parlementoda yer alan kimse, millet vekili.
MECAZ: 1. Yol, geçecek yer. 2. Gerçeğin zıddı. 3. Kendi öz mânâsıyla kullanılmayıp benzetme yolu ile başka mânâda kullanılan söz.
MECAZ-I AKLÎ: Akla uygun olan mecaz, akılla bilinen mecaz, bir şeyi asıl sebebinin dışında başka bir sebebe isnad etmek.
MECAZ-I LÜGAVÎ: Mecaz-ı müsrseldir.
MECAZ-I MÜRSEL: Benzetme dışında başka bir ilişki sebebiyle kullanılan mecaz: Meselâ: "O köye sor" demek, "o köyden birine sor" demektir.
MECRUR: çekilmiş, sürüklenmiş, sonu kesre olan isim.
MEC'ÛL: Meydana çıkarılmış, yapılmış olan, yapmacık, uydurma.
ME'CUR: 1. Ecir veya sevabı verilmiş olan. 2. Kiraya verilen.
MECUSİ: Ateşe tapanlara verilen ad.
MECZUM: Kesin karar verilmiş. Sonu cezimli olan kelime.
MEDAİN: Şehirler.
MEDAR: 1. Bir şeyin döneceği yer, etrafında hareket edilen (.). 2. Yörünge, gezegenin güneş etrafında dönerken çizdiği daire.
MEDAYİN: Şehirler.
MEDD: 1. Uzatma, çekme. 2. Yayma, döşeme.
MEDENÎ: 1. Şehirli. 2. Medine'li. 3. Terbiyeli, kibar, nazik, 4. Medine'de nazil olan sûre veya âyet.
MEDHAL: 1. Girecek yer, kapı, giriş. 2. Başlangıç.
MEDİNE: 1. Şehir. 2. Eski adı Yesrib olan ve Peygamberimizin türbesi bulunan Hicaz şehirlerinden.
MEDLUL: 1. Delil getirilmiş şey. 2. Delalet olunan, gösterilen. 3. Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
MEDYUN: Borçlu, verecekli.
MEFAZE: Çöl, sahra.
MEFHUM: 1. Anlaşılmış. 2. Sözden çıkarılan mânâ, kavram.
MEFHUM-İ MUHALİF: Bir sözden çıkarılan zıt mânâ.
MEFKUD: 1. Yok olmayan, bilinmeyen. 2. Ölü veya diri olduğu bilinmeyen kayıp kimse.
MEFKURECİ: Ülkücü, idealist.
MEFTUH: 1. Fethedilmiş, açılmış, açık. 2. Zaptedilmiş, ele geçirilmiş. Sonu üstün ile harekeli isim.
MEFTÛN: 1. Sihirlenmiş, fitneye düşmüş. 2. Gönül vermiş, tutkun, vurgun. 3. Hayran olmuş, şaşmış.
MEF'UL: 1. İşlenmiş, yapılmış, kılınmış. 2. Tümleç.
MEHABET: Azamet, ululuk, korkunçluk.
MEHÂFETULLAH: Allah korkusu.
ME'HAZ: Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer, kaynak.
ME'HUZ: 1. Alınmış, çıkarılmış, tutulmuş. 2. Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
MEKÂN: 1. Yer, mahal. 2. Ev, oturma yeri, konut.
MEKÂRİM: Cömertlikler, elaçıklıklar, iyilikler.
MEKÂRİM-İ AHLÂK: İyi huy, güzel ahlâk. Peygamberimizin ahlâ-kı.
MEKKÎ: Mekke ile ilgili, Mekkeli, Mekke'de nazil olmuş âyetler veya sûreler.
MEKR: 1. Hile, oyun, düzen. 2. Hile ile aldatma, maksadından vazgeçirme.
MEKRUH: 1. İğrenç, tiksinti veren. 2. Haram olmayan ve zaruret olmadıkça yapılması uygun görülmeyen iş.
MELÂİKE: Melekler.
MELÂİKE-İ MUKARREBÎN: Allah'a yakın olan melekler.
MELCE': Sığınacak yer, sığınak.
MELE': 1. Doldurma, dolma, doluluk. 2. Kalabalık, topluluk.
MELE'-İ A'LÂ: Büyük meleklerin toplandığı yer.
MELE'-İ FİRAVN: Firavun'un cemaati.
MELEKE: Alışkanlık, yetenek, maharet, iktidar.
MELEKÛT: 1. Hükümdarlık, azamet. 2. Alem-i melekût: Ruhlar ve melekler âlemi.
MELHÛZ: Mülahaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelen.
MELİK: 1. Padişah, hükümdar. 2. Allah'ın adlarından.
MEMAT: Ölüm.
MEMLÛK: 1. Birinin malı olan. 2. Kul, köle.
ME'MUR: Emir almış, bir işle vazifelendirilmiş kimse, emrolunan.
MENÂKIB: Menkıbeler, övünülecek vasıflar.
MENÂM: 1. Uyunacak yer, yatak odası. 2. Uyku, düş, rüya.
MENÂR: 1. Nur, ışık yeri. 2. Yol işaretleri. 3. Fener kulesi.
MENÂSİK: İbadet yerleri, görevleri.
MENÂSİK-İ HACC: Hac ibadeti için ziyaret edilecek yerler, görevler.
MENAT: Cahiliye devrinde Kâbe'de bulunan bir putun adı.
MENDUB: 1. İyilikleri sayılarak arkasından ağlanan ölü. 2. Şeriatçe yapılıp yapılmamasında bir sakınca olmayan ama uygun görülen işler.
MENEND: Eş, benzer.
MENFİ: 1. Sürgün edilmiş, sürgün. 2. Bir şeyin tersini ileri süren. 3. Olumsuz.
MENHİ: Yapılması şer'an yasaklanmış, haram olmuş.MENHİYYAT: Şeriatin yasak ettiği şeyler.
MENKÛL: 1. Nakledilmiş, taşınmış. 2. Ağızdan ağıza geçmiş söz.
MENSUH: Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş, yürürlükten kaldırılmış.
MENŞE': 1. Bir şeyin çıktığı yer, esas, kök. 2. Yetişilen yer, bitirilen mektep.
MENZİL: 1. Yollardaki konak yeri. 2. Ev. 3. Bir günlük yol, konak. 4. Mesafe.
MERCİ: 1. Dönülecek yer. 2. Müracaat olunacak, baş vurulacak yer kimse.
MERCUH: 1. Başka bir şeyin kendisine üstün tutulduğu şey. 2. Hasmından önce iddiasını ispata selahiyeti olmayan kişi.
MERFU': 1. Kaldırılmış, yükseltilmiş. 2. Sonu ötre ile okunan kelime. 3. Merfû Hadis; senedi kuvvetli olsun veya olmasın Hz. Peygamber'e isnad olunan hadistir.
MER'Î: 1. Riayet edilen, saygı gösterilen. 2. Yürürlükte olan, gözle görülen.
MERTEBE: 1. Derece, basamak. 2. Pâye, rütbe. 3. Miktar.
MERVÎ: Rivayet olunan, birinden işiterek söylenen.
MESABE: Derece, rütbe, kadar.
MESAFİH: 1. Sahife haline getirilmiş şeyler, kitaplar. 2. Mushaflar, Kur'ânlar.
MESAĞ: İzin, ruhsat, cevaz, müsade.
MESAİ: Çalışmalar.
MESALİH: Maslahatlar, işler.
MESBÛK: 1. Geçmiş, arkada kalmış. 2. Önde bulunan, ondan evvel geçmiş. 3. Önce namaza durmuş, sonra imama uymuş.
MESEL: 1. Örnek, benzer, nümune. 2. Dokunaklı ve mânâlı söz. 3. Yararlı hikâye. 4. Delil, hüccet.
MESELE: 1. Sorulup karşılığı istenen problem. 2. Önemli iş.
MESH: 1. Silme, sığama. 2. Bir şeyi el ile sığama. 3. Abdest alırken ıslak eti başın dörtte birine sürme, mest üzerine sürme.
MESH: Şeklini değiştirerek çirkin bir hale koyma.
MESKEN: Oturulacak yer, oturulan ev.
MESNEVÎ: 1. Her beyti kendi arasında kafiyeli ve baştan sona aynı vezinle yazılmış manzume. 2. Mevlânâ'nın ünlü eseri.
MESNÛN: 1. Bilenmiş. 2. Sünnete uygun olan. 3. Yıllanmış şey.
MESRUR: Memnun, sevinçli, meramına ermiş.
ME'SÛR: Esir edilmiş, tutsak, yolu kesilmiş. Dinî geleneklere uygun olan, rivayete dayanan.
MEŞÂİR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken önemli yerler. 2. Hasseler, duygular.
MEŞAKKAT: Zahmet, güçlük, zorluk, sıkıntı.
MEŞ'AR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken yerlerden her biri. 2. Duygu, hasse.
MEŞ'AR-İ HARAM: Müzdelife'de şimdi üzerinde mescit bulunan yer.
MEŞAYİH: Şeyhler, ihtiyarlar.
MEŞHED: 1. Şehit olunan veya şehidin gömüldüğü yer. 2. İran'da bir şehrin adı. 3. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit düştüğü yer.
MEŞHUR: Şöhret kazanmış, tanınmış.
MEŞİYYET: 1. İrade, arzu, istek. 2. Yürüyüş, yürütme.
MEŞREB: 1. Mizaç, huy, ahlâk. 2. İçecek yer.
MEŞRIK: Doğu, güneşin doğduğu taraf.
MEŞRU: Şer'an caiz olan, şeriate ve kanuna uygun olan.
META: 1. Satılacak mal, eşya. 2. Sermaye.
METALİ: 1. Doğacak yerler. 2. Güneş ay ve yıldızların doğdukları yerler.
METBÛ: 1. Kendisine tabi olunan, uyulan. 2. Hükümdar.
METİN: Sağlam, dayanıklı.
METRUK: Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş, metruk hadis; amel edilmeyecek derecede zayıf.
MEVÂŞİ: Davar ve mal gibi hayvanlar (koyun, keçi, öküz, inek...)
MEVEDDET: Sevme, sevgi, dostluk.
MEVHİBE: Bahşiş, ihsan, bağış.
MEV'İZA: Öğüt, nasihat, vaaz.
MEVKİ: Yer.
MEVLÂ: 1. Efendi, sahip. 2. Allah. 3. Kul, köle, azat eden. 4. Velî, veliyeti olan. 5. Şanlı, şerefli. 6. Yardımcı. 7. Mürebbi, terbiye eden.
MEVRİD-İ NASS: Hakkında kesin delil olan husus.
MEVSUF: Vasfolunmuş, vasıflanan, belirtilen.
MEVT: Ölüm.
MEVTÂ: Ölüler, ölmüşler.
MEVZİ: Yer.
MEVZU: 1. Konulmuş. 2. Konu. 3. Doğru olmayan, uydurma.
MEYL: 1. Eğilme, eğiklik, akıntı. 2.Sevme, tutulma, gönül akışı.
MEYTE: Hayvan leşi, kendi kendine ölen hayvan.
MEYYİT: Ölmüş, ölü.
MEZAHİB: Mezhepler, tutulan yollar.
MEZAHİB-İ ERBAA: Dört mezhep: Hanefî, Şafiî Malikî, Hanbelî.
MEZC: Katma, karıştırma.
MEZHEB: 1. Gidilen, tutulan yol. 2. Mezhep.
MEZHEB-İ HANEFÎ: Hanefî mezhebi.
MEZİYY: Mezi, idrardan önce gelen beyazımsı sıvı.
MEZMUM: Yerilmiş, beğenilmemiş ayıplanmış.
MEZNİYYE: Zorla cinsî ilişkide bulunulan kadın.
MEZRAA: Ziraat olunacak, ekilecek tarla, yer, çiftlik.
ME'ZUN: İzinli, izin almış, bir işi yapmaya izin alan.
MISRÎ: Mısırlı, Mısır ülkesiyle ilgili.
MÎKAT: 1. Bir iş için belirtilen zaman veya yer. 2. Mekke yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer.
MİLEL: 1. Milletler, uluslar. 2. Bir dinde veya mezhebde olan topluluklar.
MİLK: Birinin tasarrufunda bulunan şey veya yer.
MİLK-İ YEMİN: Köle, cariye.
MİNVAL: Tarz, yol, suret, şekil, usül.
MÎRAC: 1. Merdiven. 2. Göğe çıkma.
MÎRAC-I NEBÎ: Peygamberimizin mirac mucizesi.
MİR'AT: 1. Ayna. 2. Bir cins lale.
MİSAK: Sözleşme, anlaşma.
MİSAL: 1. Örnek, benzer. 2. Masal. 3. Rüya, düş.
MİSKAL: Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).
MİSKİN: 1. Aciz, zavallı, beceriksiz, hareketsiz. 2. Cüzzamlı. 3. Mal ve mülkü olmayan, kendini idareden âciz, yoksul.
MİSL: 1. Benzer. 2. Misilleme. 3. Miktar. 4. Kat.
MİYAR: Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini anlamaya yarayan âlet.
MÎZAN: 1. Terazi, ölçü âleti, tartı, ölçü. 2. Mahşerde amellerin tartılmasını yapacak olan şey.
MUADİL: Eşit, denk, eşdeğer.
MUÂHEDE: Karşılıklı and içme, antlaşma.
MUAHEZE: Azarlama, paylama, çıkışma, tenkit.
MUAHİD: 1. Antlaşma yapanlardan her biri. 2. İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren hıristiyan veya bir başka dinden kimse.
MUALLAKAT: İslâm'dan önce Arap şairlerinin Kâbe duvarına asılan meşhur kasideleri.
MUALLİM: Öğreten, talim eden, öğretmen.
MUAMELAT: 1. İnsanların birbirine karşı tutum ve davranışları. 2. Resmî dairelerde yapılan evrak kayıt ve işlemleri.
MUAMELE: 1. Davranma, davranış. 2. Yol, iz. 3. Dairede yapılan kayıt vesaire. 4. Alışveriş, sarraflık, para işleri.
MUAMMA: Bilmece, anlaşılmaz ve karışık iş.
MUATTAL: 1. Kullanılmış, bırakılmış. 2. Boş, işsiz.
MUAYYEN: Belli, belirli, tayin edilmiş, kararlaştırılmış.
MUAZZEB: Azapta bulunan, çok sıkıntı gören, eziyet çeken.
MUCİD: İcat eden, yeni bir şey meydana getiren, fikir ve mânâ yaratan.
MUCİZE: Allah'ın izniyle peygamberler tarafından gösterilen ola-ğanüstü şey.
MUDAREBE: 1. Dövüşme, vuruşma. 2. Sermaye ve emek konarak kurulan şirket.
MUFASSAL: Tafsilatla, uzun uzun anlatılan, ayrıntılı.
MUGALATA: Yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme, demogoji.
MUGAYYEBAT: Gizli, görünmez şeyler.
MUHABBET: Sevgi, sohbet.
MUHABBETULLAH: Allah sevgisi.
MUHACİRİN: Hicret edenler.
MUHACİRİN-İ EVVELÎN: Mekke'den ilk hicret eden müslümanlar.
MUHAFIZ: Muhafaza eden, saklayan, koruyan, bekçi.
MUHAKKIKÎN: Hakikati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar, araştırıcılar.
MUHAL: Mümkün olmayan, olamaz, imkansız, olanaksız.
MUHARREMAT: Haram ve yasak olan şeyler.
MUHARRER: Yazılmış, yazılı.
MUHAVVEL: 1. Değiştirilmiş. 2. Havale edilmiş, gönderilmiş, ısmarlanmış.
MUHAYYER: Seçilmesi serbest olan seçmece, beğenmece.
MUHBİR: 1. Haber veren, haberci. 2. Bir gazete için haber taşıyıp ulaştıran.
MUHİT: 1. İhata eden, kuşatan. 2. Çevre. 3. Okyanus. 4. Allah'ın isimlerinden.
MUHKEM ÂYET: Tevil ve tefsir gerektirmeyen mânâsı ve lafzı açık âyet.
MUHKEM: Sağlam, sağlamlaştırılmış, kuvvetli.
MUHKEMAT: İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyetler.
MUHLİS: Halis, katkısız, dosdoğru, her hali içten ve gönülden olan, ihlâs sahipleri, samimi ve doğru olanlar.
MUHSANE: Namuslu kadın.
MUHTAR: 1. Seçilmiş, seçkin. 2. Hareketinde serbest olan, istediği gibi davranan. 3. Peygamberimizin isimlerinden.
MUHTEMEL: Umulur, olabilir, olası.
MUKADDER: 1. Kıymeti biçilmiş, kadri, değeri bilinmiş. 2. Alın yazısı.
MUKADDİME: Başlangıç, başlama, giriş.
MUKARENET: Bitişiklik, yaklaşma, kavuşma, uygunluk, cinsel yaklaşma.
MUKATELE: Birbirini öldürme, vuruşma, savaş.
MUKATTAA: Kesilmiş, kesik, ayrı.
MUKAVELE: Sözleşme, yazılı sözleşme.
MUKAYESE: Kıyas etme, karşılaştırma.
MUKAYYED: 1. Kayıtlı, bağlı, bağlanmış. 2. Bir işe önem veren. 3. Kaybolmuş, deftere geçmiş.
MUKTEZA: 1. İktiza etmiş, lâzım gelmiş. 2. Kanun gereğince yazılmış yazı, derkenar.
MULLAKAT-I SEB'A: İslâm'dan önce Kâbe duvarına asılmış olan yedi kaside.
MURAKIB: 1. Murakabe eden, koruyan. 2. Allah'a bağlanmış.
MUSALAHA: Barışma, uzlaşma, barış, güvenlik.
MUSALLA: Namaz kılmaya mahsus açık yer. Cami veya mezarlık civarında cenaze namazı kılınan yer.
MUSHAF: 1. Sahife halinde yazılmış kitap. 2. Kur'ân.
MUSİBET: Felâket, ansızın gelen belâ, uğursuz.
MUT'A: 1. Geçici kazanç. 2. Şiilere mahsus süresi belirlenmiş nikah.
MUTABIK: Birbirine uyan, uygun.
MU'TAD: Âdet olunmuş, alışılmış.
MU'TEZİLE: Aklı ön plâna alan ve "kul kendi fiillerinin yaratıcısıdır" diyerek, ehl-i sünnetten ayrılan fırka. Bunlara kaderiyeciler de denir, önderleri Vâsıl b. Ata'dır.
MUTMAİN: Gönlü kanmış, içi rahat, emin.
MUTTALİ': Öğrenmiş, haber almış, bilgili.
MUTTARİD: Bir düzeye giden, sıralı, düzgün, muntazam.
MUTTASIF: Vasıflanan, kendisinde bir hal, bir sıfat, bir vasıf bulunan.
MUTTASIL: Bitişik, istisna-i muttasıl, aynı cinsten alanlar arasında yapılan istisnadır. Ayrı cinsten olursa "munkatı" denilir.
MUVAHHİD: Allah'ın birliğine inanan.
MUVALAT: Dostluk, karşılıklı sevgi, koruma, yardım.
MUZAF: Katılmış, bağlanmış, bağlı.
MUZAFÜN İLEYH: Muzafın bağlı bulunduğu isim.
MUZARİ: Şimdiki zaman veya geniş zaman kipi.
MUZMER: Gizli, örtülü, saklı, dışarıya vurulmamış, içte gizli.
MÜBADELE: Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi, değiş-tokuş, trampa, takas.
MÜBAHELE: Birine beddua etme, ilenme, birinden nefret etme.
MÜBAH-MUBAH: Yapılıp yapılmamasında şer'an bir sakınca olmayan.
MÜBALAĞA: Bir şeyi çok büyütme, abartma, küçük bir şeyi büyük gösterme.
MÜBAREZE: Cenk, kavga, uğraşma.
MÜBİN: 1. Hayrı şerri, kötüyü iyiyi ayıran. 2. Açık, besbelli.DİN-İ MÜBİN: İslâm dini.
MÜBTEDÂ: İsim cümlesinde özne.
MÜBTEDİ: Bir işe yeni başlayan, çaylak, acemi.
MÜCAMEAT: 1. Karşılıklı iyi ilişkiler kurmak. 2. Cinsî münasebette bulunmak.
MÜCAZAT: 1. Karşılık. 2. Bir suça verilen ceza.
MÜCERRED: 1. Tecrit edilmiş, soyulmuş.. 2. Soyut.
MÜCMEL: Kısa ve az sözle anlatılmış, öz. Kapalı ifade. (Çoğulu) Mücmelat.
MÜDDET: Zaman, vakit, bir şeyin uzayıp sürdüğü zaman.
MÜDÎR: İdare eden, çeviren, idareden anlayan, direktör.
MÜECCEL: Tecil edilmiş, ileriye bırakılmış, ileride yapılmak üzere vakti belirtilen, ertelenmiş.
MÜEKKED: 1. Sağlamlaştırılmış. 2. Tekrar edilmiş, pekiştirilmiş.
MÜELLEFE-İ KULÜB: Peygamberimiz zamanında kalpleri İslâm'a ısındırılmak için iltifat görmüş olanlar.
MÜELLİF: 1. Telif eden, kitap yazan. 2. İmtizaç ettiren, kaynaştıran.
MÜENNES: 1. Dişi, 2. Hakiki itibarıyla ve söyleniş itibarıyla dişi olan kelime.
MÜESSİR: 1. Tesir eden, etki, iz bırakan. 2. İşleyen, hükmünü yürüten. 3. Çok hissedilen, içe işleyen. 4. Dokunan, dokunaklı. 5. Eser sahibi. Allah Teâlâ.
MÜFESSER: Tefsir edilmiş, açıklanmış.
MÜFRED: Tek, yalnız, basit, tekil.
MÜFREDAT: 1. Basit şeyler. 2. Toptan bilinen şeylerin ayrıntıları.
MÜFREZE: Ayrılmış, ordudan ayrılmış birkaç müfreze.
MÜFSİD: 1. İfsat eden, bozan. 2. Fesatlık eden, ara açan.
MÜKALEME: Konuşma, müzakere, muhavere.
MÜKÂTEBE: Yazışma, mektuplaşma, birbirine yazma, köle ile yapılan azatlık sözleşmesi.
MÜKEVVENAT: Yaratıkların hepsi, kâinat mevcûdat.
MÜKREH: Zorlanan kimse.
MÜLAANE: Karşılıklı beddua etme, ilenme, lânet etme.
MÜLÂBESE: 1. Benzer şeylerin ayırt edilemiyerek birbirine karıştırılması. 2. Münasebet, yakınlık.
MÜLAHAZA: 1. Dikkatle bakma, 2. İyice düşünme, düşünce.
MÜMARESE: Alışma, alışıklık, yatkınlık, meleke.
MÜMEYYİZ: 1. Seçen, ayıran. 2. Dairedeki yazıları temize çeken kâtip. 3. İmtihanda ayırtman.
MÜMTAZ: İmtiyazlı, seçkin, üstün tutulmuş.
MÜNÂCAT: 1. Dua etme, yalvarma. 2. Divan edebiyatında Allah'a dua için yazılan manzume çeşidi.
MÜNADİ: Nida eden, müezzin, tellal.
MÜNAFIK: 1. Nifak sokan, iki yüzlü. 2. Kâfir olduğu halde kendisini müslüman gösteren.
MÜNECCİM: Yıldız falına bakan, astroloji ile uğraşan.
MÜNEZZEH: Tenzih edilmiş, temiz, arı, noksanlıklardan uzak.
MÜNFERİD: Yalnız olan, tek, ayrı, kendi başına.
MÜNHASIRAN: Hususi olarak, sadece, yalnız olarak, özellikle.
MÜNKATİ': Kesilen, kesik arkası gelmeyen, son bulan, süreksiz.
MÜNKERÂT: Şeriatçe yapılması yasaklanmış şeyler.
MÜNKİR: 1. İnkâr eden, kabul etmeyen. 2. Mezarda sual soracak iki melekten biri. Münkir-Nekir.
MÜRAÎ: İki yüzlü kimse.
MÜREBBİ: 1. Terbiye eden, Pedegog, çocuk terbiye eden. 2. Besleyen.
MÜREKKEB: İki veya daha çok şeyin karışmasından meydana gelen, bileşik.
MÜRSEL HADİS: Tabiînin, sahabeyi atlayarak rivayet ettiği hadis, yani sahabeden değil tabiînden gelen hadis.
MÜRTEDD: İslâm dininden dönen kimse.
MÜSAMAHA: Hoş görü, tolerans, görmemezlikten gelme, göz yumma.
MÜSAVAT: Eşitlik, aynı halde ve derecede olma.
MÜSAVÎ: Eşit, denk, aynı halde ve derecede bulunan.
MÜSBET: 1. Tesbit edilmiş, adil gösterilmiş. 2. Olumlu, pozitif.
MÜSEBBİB: 1. Sebep olan. 2. İcab eden.
MÜSELLEM: 1. Teslim edilmiş, verilmiş. 2. Doğruluğu herkesçe kabul edilmiş.
MÜSEMMA: 1. Bir ismi olan, adlandırılmış, adlı. 2. Muayyen, belirli zaman.
MÜSKİR: Sarhoş eden, sarhoşluk veren.
MÜSKİRÂT: Sarhoşluk veren şeyler.
MÜSNED: İsnad edilmiş, senede bağlanmış. "Müsned Hadis" senedi kesintisiz olarak Hz. Peygamber'e ulaşan hadistir.
MÜSTAĞNÎ: 1. Doygun, yönlü, tek. 2. Çekingen, nazlı davranan. 3. Gerekli bulmayan.
MÜSTAĞRAK: Batmış, dolmuş.
MÜSTAHSİL: Yetiştiren, yetiştirici, üretici.
MÜSTAMEL: Kullanılmış, eski, köhne.
MÜSTEAR: Takma ad, iğreti olarak duruş.
MÜSTECAB: Dileği, duası kabul olunmuş.
MÜSTEHABB: 1. Sevilen, beğenilen. 2. Farz ve vacip olmayıp da yapılması sevap olan iş, hareket.
MÜSTEHAK: Hak edilmiş, yiyip içilerek bitirilmiş, bitirilen, tüketilen.
MÜSTETİR: Gizlenen, gizli, saklanan, saklı.
MÜŞAKELE: Benzeme, uygunluk, şekilce bir olma.
MÜŞÂREKET: Ortaklık, ortak olma.
MÜŞAVERE: Danışma, bir iş üzerinde konuşma.
MÜŞEBBEH: Benzeyen.
MÜŞEBBEHÜN BÎN: Kendisine benzetilen.
MÜŞKİL: Anlamı kapalı olan ve ancak bir ipucu sayesinde anlaşılabilen âyet.
MÜŞKİLÂT: Güçlükler, zorluklar.
MÜŞRİF: 1. Yükselen, çıkan. 2. Ölüme pek yakın bulunan. 3. Etrafa bakan, etrafı gören. 4. Vakıf malı koruyan kimse.
MÜŞRİK: Allah'a şirk koşan.
MÜŞTAKK: Başka bir kelimeden çıkmış, türemiş.
MÜŞTEREK LAFIZ: Sözlük anlamıyla birden fazla anlama gelen kelime. Meselâ: "Yüz" gibi.
MÜTAREKE: İki tarafın geçici bir zaman için savaşı durdurması, ateşkes.
MÜTEADDİ: 1. Zulmeden, saldıran. 2. Geçişli fiil.
MÜTEADDİD: Bir çok, çoğalan, türlü türlü, tekrar.
MÜTEAHHİRÎN: Sonradan gelenler, yetişenler, son devir âlimleri.
MÜTEALLAK: Bağlanılan yer, taalluk edilen yer, harfi cerin dayandığı, bağlandığı kelime.
MÜTEALLİK: 1. Asılı, bağlı. 2. Taalluk eden, ilgili, ilişiği olan.
MÜTEAZZİR: 1. Özürlü, özürü bulunan. 2. Mümkün olmayan, güç, zor.
MÜTEDEYYİN: Dindar, dinine bağlı.
MÜTEHASSIS: İhtisas sahibi, uzman.
MÜTEHASSİS: Çok hislenen, duygulanan.
MÜTEKELLİM: Kelamcılar.
MÜTENASİB: Münasib, birbirine uygun, benzer, denk.
MÜTENEVVİ: Çeşitlenen, türlü türlü olan, muhtelif olan.
MÜTESELSİL: Zincirleme, birbirini izleyen, zincir gibi birbirine bağlı olan.
MÜTEŞABİH: 1. Birbirine benzeyen. 2. Kur'ân-ı Kerim'de mânâ ve lafız bakımından tevile elverişli olan âyetler. Muhkem olmayan âyet.
MÜTEŞABİHAT: 1. Birbirine benzeyenler. 2. Lafız ve mânâ bakımından tevile elverişli âyetler.
MÜTEVATİR: Yalan üzere anlaşmaları mümkün olmayan cemaatler tarafından rivayet olunan haber.
MÜTEVECCİH: 1. Bir tarafa yönelen, bir tarafa gitmeye kalkan. 2. Birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan.
MÜTEYAKKIZ: Uyanık bulunan,tetikte gözü açık olan.
MÜTTAKİ: Günahtan sakınan, çekinen, takva sahibi.
MÜVEKKİL: Vekil eden, vekil tayin eden.
MÜVERRİH: 1. Tarihçi, tarih yazan. 2. Ebced hesabına göre tarih düşüren şair.
MÜZDELİFE: Arafat ile Mina arasında bulunan yer.
MÜZEKKER: 1. Erkek, er. 2. Eril, müzekker kelime.


NÂÇÂR: Çaresiz, elinden iş gelmeyen, mecbur kalmış olan.
NÂDİM: Nedamet etmiş, pişman olmuş.
NÂDİR: Ender bulunur.
NAFAKA: Yiyecek parası, geçim için gerekli olan şey.
NÂFİ: 1. Faydalı, şifalı. 2. Esma-ı hüsnadan bir ad.
NÂFİLE: Yapılması farz ve vacip olmayan ibadetler.
NÂİB: Birinin yerine geçen, vekil.
NAKÎB: 1. Vekil, bir kavim veya kabilenin başkanı veya vekili. 2. Halkın hayırlısı. 3. Müfettiş.
NAKL: 1. Bir yerden bir yere götürme. Taşıma. 2. Ev ya da yer değiştirme. Taşınma. 3. Duyduğu bir şeyi başkasına anlatmak, rivayet etmek. 4. Bir dilden başka dile çevirmek.
NAKLÎ: 1. Nakle dayanan, kitap ve sünnete dayalı olan. 2. Taşıma ile ilgili.
NAKZ: Bozmak, çözmek, kırmak, bir sözleşmeyi yok saymak.
NÂMAHREM: Aralarında dinen evlenmeye engel bulunmayan erkek ve kadınlar.
NÂMÎ: "Nümüvv"den: Yerden biten, yetişen, büyüyen artan.
NÂR: 1. Ateş. 2. Cehennem. 3. Yakıcı şey.
NASB: Dikme, bir rütbe alma, bir memurluğa atama. Bazı Arapça kelimelerin sonunun üstünlü olma durumu.
NASÎB: Pay, hisse, kısmet.
NÂSİH: Battal eden, hükümsüz bırakan. Daha önceki hükmü kaldıran.
NASS: 1. Açıklık, açık hüküm. 2. Kur'ân-ı Kerim'de veya hadiste bir iş hakkında olan açık söz, âyet.
NASS-I KUR'ÂN: Kur'ân-ı Kerim'in açık ve kesin hükmü.
NÂTIK: Konuşan, söz eden, söyleyen, beyan eden. bildiren.
NAZARİYE: Yalnız görüş ve düşünce halinde olup uygulanmamış bilgi.
NÂZİL: 1. Yukarıdan aşağıya inen. 2. Bir yere konan, konaklayan.
NAZM: Kur'ân-ı Kerim'in yazısı. Manzume, ölçü ve kâfiyeli yazı.
NAZM-I CELİL: Kur'ân-ı Kerim.
NAZM-I KUR'ÂN: Kur'ân-ı Kerim'in tertibi.
NAZM-I MECÎD: 1. Kur'ân-ı Kerim'in âyetleri. 2. Kur'ân-ı Kerim'in tertibi, düzeni.
NEBÎ: Peygamber, kendisinden önce gelmiş olan resulün şeriatı üzerine amel eden Peygamber.
NECÂSET: Dinen pis sayılan maddî pislik.
NECÂT: Kurtulma, kurtuluş.
NECM: Yıldız, ahter, kevkeb, ülker yıldızı.
NECS: Pis, murdar olan, şer'an pis olup gözle görülen şey.
NEDVE: Konuşma, bir iş hakkında konuşma, istişare.
NEFÎ: Giderici, yok eden, olumsuz yapan.
NEFÎR: Topluluk, cemaat, savaş için seferber olan topluluk.
NEFÎR-İ ÂMM: Cemaatı toplama, halkı askere sürme.
NEFİS: 1. Pek beğenilen, pek güzel, pek iyi. 2. Can, kişi, kendi, öz varlık. 3. Bir şeyin zatı olan kendisi.
NEFRET: 1. Ürküp kaçma. 2. İğrenç bulup tiksinme.
NEFS: 1. Üfürmek, üflemek. 2. Can, kişi, kendi, özvarlık. 3. Bir şeyin zatı olan kendisi.
NEFSANİYET: 1. Kendini çok beğenmişlik. 2. Gizli düşmanlık, garez, kin.
NEFSÜ'L-EMR: İşin temeli, esası.
NEKRE: Belirsiz olan, harfi tarifsiz kelime.
NEMÎME: Söz götürme, taşıma, kişi aleyhindeki sözleri ona eriştirme, koğuculuk etme.
NEMMÂM: İfsad için söz taşıyıcılık, dedikoduculuk ve koğuculuk eden.
NEMRUD: Zalim ve gaddar olarak tanınmış ve Allah'a karşı isyan etmiş, büyüklük taslamış bir kral. Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır.
NESEB: Sülâle, hısımlık, karabet, soy, baba soyu, atalar zinciri.
NESH: 1. Şer'î bir hükmü yine şer'î bir emirle kaldırma. 2. Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak.
NESİ': Tehir etmek, ertelemek, geciktirmek.
NESİKE: Kurban.
NESÎM: Hoş esen yel.
NESİR: 1. Saçma, serpme. 2. Vezinsiz, ölçüsüz söz.
NEŞ'ET: 1. Hâsıl olma, vücuda gelme, yetişme. 2. İleri gelme, sebep olma.
NEŞ'ET-İ SÂNİYYE: İkinci defa vücuda gelme.
NEŞ'ET-İ UHRÂ: Mahşerde yeniden dirilme.
NEŞ'ET-İ ULÂ: İlk defa vücuda gelme.
NEŞRİYAT: Yayım.
NEŞV Ü NEMÂ: Yetişip, büyüme, gelişme.
NEŞVE: 1. Sevinç. 2. Büyümek ve yetişmek. 3. Mest ve sarhoş olmak.
NEVÂ: 1. Ses, sadâ, makam, âhenk. 2. Refah. 3. Levazım, kuvvet, zenginlik. 4. Nasip. 5. Türk musikisinde eski makamlardan biri.
NEV'-İ BEŞER: İnsan türü, cinsî.
NEZÂHET: 1. Ahlâk temizliği, temizlik. 2. İncelik, rikkat.
NEZD: 1. Yan. 2. Göre, fikrince.
NEZD-İ HAK: Allah yanında.
NİDÂ: 1. Çağırma, seslenme, ses verme. 2. Ünlem.
NİKAB: 1. Peçe, yüz örtüsü. 2. Perde, örtü.
NİKMET: Şiddetli ceza, hoşlanmayan muamelelerle olan mücazat.
NİSÂ: Kadınlar.
NİSYÂN: Unutma, unutuş.
NİYAZ: 1. Yalvarma, yakarma, dua. 2. Rağbet ve istek. 3. Hacet, ihtiyaç, gereksinme.
NİZA: Çekişme, kavga, anlaşmazlık.
NUKÛD: Paralar, nakidler.
NUTFE: Bel suyu, meni, insan ve hayvan tohumu.
NUTUK: 1. Nutk. 2. Söz. 3. Söyleyiş, söyleme yetkisi.
NÜBÜVVET: Peygamberlik.
NÜKTE: 1. Dolayısıyla anlaşılan ince mânâ, bir söz ve ibareden anlaşılan şey. 2. İyi düşünülmüş, ince anlamlı zarif söz.
NÜMÂYİŞ: 1. Gösteriş, görünüş, miting. 2. Yalandan gösteriş, göz boyama.
NÜMUNE: Örnek.
NÜMUNE-İ İMTİSAL: Uyulacak örnek. Örnek alınacak model.
NÜŞÛZ: Kadının kocasına kafa tutup isyan edici bir durum almasıdır. Güya kendisini yüksek sayıp itaatını kaldırmış olur.
NÜZUL: 1. Aşağı inme. 2. Konaklama. Kur'ân sûrelerinin inişi, vahyin gelişi

RABB: 1. Efendi, sahip. 2. Terbiye eden, besleyen. 3. Rab, Allah.
RABBANİYYUN: Kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olanlar.
RABITA: 1. İki şeyi birbirine bağlayan nesne. 2. İlgi, münasebet, bağlılık, mensupluk. 3. Düzen, tertip.
RÂBIT-RABITA: 1. Bağlayıcı, bitiştirici. 2. Nefsini ezip kendini Allah'a bağlamış.
RÂCİ: 1. Geri dönen. 2. Dokunan, ilgisi bulunan.
RACİH-RACİHA: Değerlerinden üstün, daha önce, tercihli.
RA'D: Gök gürültüsü.
RADIYELLAHU ANH: Allah ondan razı olsun.
RADIYELLAHU ANHÜMA: Allah o ikisinden razı olsun.
RADIYELLAHÜ ANHÜM: Allah onlardan razı olsun.
RAFİZÎ: Râfizi fırkasından olan, Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman'ın halifeliğini kabul etmeyenlerden olan.
RAĞMEN: Zıddına, inadına davranma, körlük ve nisbet.
RAHAT: Dinlenme, sıkıntısızlık, dinçlik.
RÂHİB: Manastırda oturan hıristiyan din adamı, keşiş.
RÂHİLE: 1. Yük hayvanı. 2. Kervan, yolcular sürüsü.
RAHİM: 1. Dölyatağı, rahim. 2. Akrabalık.
RAHÎM: Esirgeyen, acıyan, merhamet eden.
RAHMET: 1. Esirgeme, merhamet. 2. Yağmur.
RAİYYE: 1. Otlatılan hayvan sürüsü. 2. Bir hükümdar idaresinde bulunan ve vergi veren halklar.
RAKİB: 1. Başka biri ile aynı şeyi isteyen. 2. Bir işte çalışanlarla yarış ederek ileri geçmek isteyenlerden her biri. 3. Murakabe eden, kontrol eden.
RASAD: 1. Gözleme, gözetme, gözlem. 2. Pusu tutma.
RAÛF: 1. Pek esirgeyici, çok acıyıcı Allah'ın isimlerinden.
RÂVİ: Rivayet eden, haber veren.
RÂYİHÂ: Koku.
RÂZI: Rıza gösteren, kabul eden.
RECA: Umma, dileme, isteme, arzu.
RECEZ: Müstef'ilün müstef'ilün, müstef'ilün müstef'ilün vezninin bahri.
RECÎM: Taşlanmış.
RECM: Taşa tutma, taşlama, birine atılan taş.
RECMETME: Taşlayarak öldürme.
REFAH: Bolluk, rahatlık.
REFREF: 1. İnce, yumuşak kumaş. 2. Kemer saçağı. 3. Döşek, döşeme. 4. Kuşu çok çimenlik. 5. Dalları salkım salkım ağaç.
REHBER: Yol gösteren, kılavuz.
REÎS: Başta bulunan kimse, başkan.
REKABET: 1. Gözleme, gözetleme. 2. Kendi işini yürütmeye çalışma. 3. Benzerleriyle yarışa çıkma.
REK'AT: Namazın birimlerinden her biri.
REKİK: 1. Kusurlu, tutuk. 2. Peltek, dili tutuk.
REML-REMİL: Remil, kum falı: bazı işaretlerle gaipten haber verme.
RE'SEN: Kimseye danışmadan, kendi başına, doğrudan doğruya.
RESUL: 1. Elçi, haberci. 2. Kendisine kitap ve şeriat verilen peygamber.
RESUL-İ ZİŞAN: Şanlı peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v.).
RESULÜ'S-SAKALEYN: İnsanların ve cinlerin peygamberi, Hz. Muhammed (s.a.s.)
REVÂ: Layık uygun, caiz.
REVAC: Sürüm, geçerlik, itibarda olma, herkesçe aranılma.
REVNAK: Parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
RE'Y: 1. Görme, görüş. 2. Fikir, bir iş hakkında söylenen söz, oy.
REYHAN: Fesleğen, hoş ve güzel koku.
REZZAK: Bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
RIDVAN: 1. Cennet kapıcısı olan melek. 2. Razılık, hoşnutluk.
RIZA: 1. Hoşnutluk, memnunluk, razı olma, peki deme. 2. İstek, kendi isteği. 3. Allah'ın yazdığına boyun eğme.
RIZK: 1. Yiyecek içecek şey, azık, kut. 2. Allah'ın herkese nasip kıldığı nimet.
RİBA: Faiz.
RİBAT: 1. Bağ, bazı sinirler. 2. Sağlam yapı. 3. Han vesaire gibi konaklanacak yer.
RİCA (RECA): Umma, dileme.
RİCAL: 1. Erkekler, adamlar. 2. Yaya olanlar. 3. Rütbeli, mevki sahibi kimseler, hadis ravileri.
RİC'AT: 1. Geri dönme, vazgeçme. 2. Erkeğin, boşadığı kadını, iddet süresi bitmeden tekrar nikahlaması.
RİDA': Örtü, belden yukarıya örtülen örtü.
RİKKAT: 1. İncelik, yufkalık. 2. Acıma, yürek etkilenmesi.
RİSALET: 1. Elçilik, habercilik. 2. Peygamberlik.
RİSALETPENAH: Peygamberimiz.
RİŞVET (RÜŞVET): Bir iş gördürmek, haksızı haklı göstermek gibi maksatlarla bir görevliye verilen para, mal veya sağlanan menfaat.
RİVAYAT: Rivayetler, Hz. Peygam-ber'den veya ashabından gelen haberler.
RİYAZAT: Nefsi terbiye için az yiyip az uyuyarak dünya lezzetlerinden kurtulma.
RİYAZET: Nefsi kırma, dünya lezzetlerinden uzaklaşmaya çalışma.
RİYAZİ-RİYAZİYYE: Matematikle ilgili.
RİYAZİYYAT: Matematik bilgisi.
RUHANÎ: Ruha ait, ruhla ilgili, gözle görülemeyen, cismi olmayan.
RUHBAN: Rahipler.
RUKYE: Afsun, büyücü ve üfürükçülerin okuduğu şeyler, nefes, üfürük, okuyup üfleme.
RÜCU': Geri dönme, cayma, fikrini değiştirme.
RÜKN: 1. Bir şeyin en sağlam tarafı, temeli, direği. 2. Kolon, direk. 3. Önemli kimse.
RÜKÛ: Namazda elleri dizlere dayayarak eğilme hareketi, aşırı saygı gösterme.
RÜSUH: İlmin derinliğine inmek, dalmak, ilimde ileri gitmek.
RÜSVA (RÜSVAY): Rezil, maskara, ayıpları ortaya çıkarılmış.
RÜŞD: 1. Erginlik. 2. Doğru yola gitme.İSBAT-I RÜŞD: Erginliğini ispat etme.
RÜTBE: 1. Sıra, basamak. 2. Nicelik, derece.
RÜ'YET: 1. Görme, bakma. 2. İdare etme, çevirme.
RÜ'YET-İ HİLÂL: Ayı görme.

SÂ': 1040 dirhemlik hububat ölçeği.
SABA: Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar.
SABİ: 1. Henüz süt emen çocuk. 2. Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. 3. Üç yaşını doldurmayan erkek çocuk.
SABİÎN (SÂBİE): Yıldıza tapanlar.
SADAKA: Allah rızası için fakirlere verilen şey veya para.
SÂDAT: Seyyidler, Hz. Peygamber'in soyundan gelenler.
SADDETMEK: Bir şeyin gediğini kapamak, tıkamak, engel olmak.
SÂDIK: Doğru, dürüst, sadakatli.
SÂDIR: Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
SADR: Her şeyin öncesi ve başlangıcının en iyisi. Kalp, göğüs, ön.Başkan... Baş. Oturulacak yerlerin en iyisi.
SAFA ile MERVE: Mekke-i Mükerreme'de iki tepenin adları. Sa'yin iki ucu.
SAFÂ: Mekke'de bir tepe adı. Sa'yin başlangıç noktası.
SAFHA: Aşama, değişen durum ve hallerden her biri.
SAFÎR: Islık.
SAFSATA: Yalan, uydurma, görünüşte doğru gerçekte yalan ve yanlış olan kıyas.
SAGÎRE: Küçük günah.
SAHİH: 1. Gerçek. 2. Sağ, sağlam. 3. Tam, eksiksiz.
SÂHİR: Büyücü, büyü eden, sihirbaz.
SAKALEYN: İnsanlar ve cinler.
SAKAR: Cehennemin adlarından biri.
SAKÎ: Kırağı, şebnem, çiğ.
SÂKÎ: Sulayan, içecek su veren, kadeh sunan.
SALÂH: İyilik, bir şeyin iyi ve istenen şekilde bulunması, dindarlık, barış.
SALÂT: Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua.
SALÎB: Haç.
SÂLİH AMEL: İyi, haklı, dini emirlere uygun ibadet ve iş.
SÂLİK: Bir yola bağlı olan, bir yolu takip eden, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden, mürid.
SAMED: Allah'ın adlarından biri, pek yüksek, daim.
SANEM: Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.
SÂNİ': Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
SAR'A: İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.
SARAHAT: Açıklık. Açık anlatım.
SARF-I NAZAR: Bir şeyden vazgeçme, cayma.
SAVM: Oruç.
SAVM'AA: Tepesi sivri yüksek bina. (Minarelere de verilen addır). İslâmiyetten önce hıristiyanların manastırlarına ve sabiaların zaviyelerine verilen ad.
SA'Y: Çalışma, gayret sarf etme. Hac veya umrede Safa ile Merve arasında usulüne uygun olarak yedi defa gelip gitmek.
SEBEB-İ NÜZUL: İndiriliş sebebi.
SEBÎL: Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.
SEBİLULLAH: Allah yolu, din.
SECÂVEND: Kur'ân-ı Kerim'i doğru okumak için yapılan işaretler.
SECDE: Namazda yüzünü yere koyma, yere kapanma.
SECDEGÂH: Namaz kılınıp secde edilecek yer, ibadet yapılacak yer.
SEDD: 1. Tıkamak, engel olmak. 2.Baraj. 3. Perde. Engel. 4.Rıhtım. 5. Set, tümsek.
SEFER: Yolculuk, seyahat, gezi. Savaşa gitme. Savaş, muharebe.
SEFÎH: Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.
SEHM: Ok, hisse, pay, nasib, kısım, hazine geliri, korku, dehşet.
SEHV: Yanılma, hata, yanlış.
SEKÎNE: Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı.
SEKİNET: Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti.
SEKİR (SEKR): Sarhoşluk.
SEKT: Susma, bir anlık susma.
SEKTE: Susmak, kesilme, ara verme, bozulma.
SELBETMEK: 1. Red, inkâr etmek. 2. Kapmak, zorla almak.
SELEEF-İ SALİHİN: Önceki salihler. İslâmın ilk devirlerinde yaşamış olan iyi müslümanlar.
SELEF: 1. Eskiden olan, önce bulunmuş olan. 2. Yerine geçirilen. 3. Önde olmak, ileri geçmek.
SELEM: Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi.
SELÎM: Sağlam, kusursuz, refah ve selamet üzere bulunan.
SEMA: 1. İşitme. 2. Mevlevî âyin dönüşü.
SEMÂ: Gökyüzü, asuman, gök.
SEMAVÎ KİTAPLAR: Gökle ilgili kitaplar, Kur'ân-ı Kerim, Tevrat, İncil, Zebur.
SEMEN: Para, kıymet, değer, bedel.
SEMÎ: İşiten, duyan.
SER: Baş, tepe, uç, gaye, zirve, başkan, reis.
SERAB: Çölde, sıcak ve ışığın tesiriyle ilerde veya ufukta su ve yeşillik var gibi görünme olayı. Şaşkın hale gelme.
SERHAD (SERHAT): Sınırbaşı, iki devlet arasındaki sınır boyu.
SERÎ: Çabuk, süratli.
SERÎR: Taht. Üzerinde oturulacak yüksek yer. Tahta karyola.
SERİYYE: Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi.
SERKEŞ: Baş kaldıran, inatçı, dikbaşlı, itaatsiz.
SERTAÇ: Baş tacı olan, çok sevilen.
SERVER: Önde giden, baş çeken, önder, başbuğ.
SERVET: Zenginlik, maddî varlık.
SEVAB: Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.
SEVAP: İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.
SEVKİTABİÎ: Hayvanlarda düşünmeyerek, tabiatın sevki ve zorlamasıyla yapılan hareket, içgüdü.
SEYYARE: Güneş etrafında dolaşan gezegen.
SEYYİDÜ'L-BEŞER: İnsanların efendisi, Hz. Muhammed.
SIBYAN: Çocuklar, sabiler.
SIDDIK: Çok samimi. Doğru, inançlı, sadakatli.
SIDDIK-I ÂZAM: Ebu Bekir Sıddık.
SIDK: 1. Doğruluk, gerçeklik, hakikat. 2. İyi niyet.
SILA: 1. Ulaşma. 2. Yurdu, hısım akrabayı gidip görme.
SILA-İ RAHİM: Akrabaları ziyaret.
SILA-İ RAHİM: Gurbette bulunanın memleketine gelip akrabasına kavuşması.
SIRAT: Yol, cadde.
SIRAT-I MÜSTAKİM: En doğru yol, İslâmiyet, Hak yol.
SİBAK: 1. Bir şeyin üst tarafı, geçmişi. 2. Bağ, bağlantı, sözün gelişi.
SİDRETÜ'L-MÜNTEHA (SİDRE-İ MÜNTEHA): Peygamber'in ulaştığı en son makam.
SİGA: Fiilin çekiminden meydana gelen çeşitli şekillerden her biri.
SİHİRBÂZ: Büyücü, büyü yapan, gözbağcı, sahir.
SİKA: İnanç, güven, itimat, emniyet, güvenilir inanılır kimse.
SİKKE: Basılmış madeni para.
SİLLE: El ayasıyla vurulan tokat.
SİMA: Beniz, çehre.
SİRET: 1. Bir kimsenin iç hâli, hareketi, ahlâkı. 2. İnsanın tutmuş olduğu manevî yol.
SİRKAT: Hırsızlık.
SİRR: Sır.
SİYAK: 1. Sözün gelişi. 2. Tarz, üslup.
SOFESTAİ: Septisizme mensup, şüpheci, inkârcı.
SUAL: Soru, sorulan. Şey, isteme, istek. Dilencilik.
SUDÛR: 1. Olma, meydana gelme. 2. Göğüsler, sadırlar.
SUĞRÂ: Daha küçük, pek küçük.
SÛ-İ EDEB: Kötü terbiye.
SÛ-İ KASD: Kötü kasd, cinayet işlemek, adam öldürmeyi tasarlamak.
SULB: Katı, taş gibi olan, sülâle, zürriyet, bel.
SULH: 1. Barış. 2. Rahatlık. 3. Uyuşma. Uzlaşma.
SÛR: Kale duvarı. Kıyamet günü İsrafil (a.s.)'in çalacağı boru.
SÛRE: Kur'ân-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri.
SURÎ: Surete ait, görünüşe ait. gerçek dışı, ciddi ve samimi olmayan.
SÜBHAN: Allah (c.c.).
SÜCÛD: Secdeye varmak, secdeler.
SÜFLÎ: Aşağıda bulunan, alçak, âdi, bayağı, kılıksız, kıyafetsiz.
SÜFLİYYAT: Kötü işler, bayağı işler.
SÜHÛLET: Kolaylık, kolaylık aracı, yavaşlık, nazik muamele, elverişli, kullanışlı, paraca kolaylık.
SÜKÛN: Durgunluk, hareketsizlik. Durmak, kesilmek.
SÜLÂLE: Soy, sop, bir kimsenin soyu.
SÜLÂSÎ: Üçlü, üçe mensup.
SÜLÛK: 1. Bir yola girme, bir sıraya dizilme. 2. Tasavvuf yoluna girme.
SÜLÜS: Üçte bir, üç parçadan biri. Bir yazı çeşidi.
SÜLÜSÂN: Üçte iki, üçte iki kısım.
SÜREYYA: Ülker yıldızı.
SÜRÛR: 1. Sevinç, neşeli olmak. 2. Tahtlar, yatacak yerler.
SÜTRE: Perde, örtü. Namaz kılarken ön tarafa konulan engel.


ŞAİBE: 1. Leke, kir, pislik, süprüntü. 2. Eksiklik, noksanlık, hata.
ŞAKÎ: 1. Haydut, yol kesen. 2. Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis.
ŞÂKÎ: Şikayetçi, şikâyet eden.
ŞAKİK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. 2. Ana baba bir erkek kardeş.
ŞAKİKA: 1. Ana baba bir kız kardeş. 2. Yarım başağrısı.
ŞÂMİL: Kaplayan, çevreleyen, içine alan, genel.
ŞA'ŞAA: 1. Parlaklık, parlama. 2. Gösteriş, dış süs, yaldız.
ŞAZ: Kural dışı, kurala uymayan, genel düzenden ayrılmış olan.
ŞEBEKE: Ağ, kafes, örgüt.
ŞECERE: 1. Tek ağaç, kütük. 2. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel, soy kütüğü.
ŞEFAAT: 1. Bağışlanmasını dileme, birine arka olma. 2. Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
ŞEFEVÎ: Dudağa ait, dudakla ilgili.
ŞEFFAF: Saydam, bakıldığı zaman arkasındaki cisim görülen.
ŞEFİ': 1. Şefaat eden. 2. Satılacak bir mal için satın almada üstünlük hakkı olan.
ŞEHADET: 1. Şahitlik, tanıklık. 2. Bir şeyin gerçekliğine inanma. 3. Din uğrunda şehit olma.
ŞEHİD: Din uğrunda savaşarak ölen müslüman.
ŞEHR: Ay. 30 günlük süre.
ŞEHRÜ'L-HARAM: Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.
ŞEHVET: 1. Bir şeyi sevip çok isteme, arzulama. 2. Nefis. 3. Cinsî arzu.
ŞEKK: Şüphe kuşku, sanı, zan.
ŞEKKETMEK: Kuşkulanmak, şüphelenmek.
ŞEKL: 1. Şekil, biçim, benzer, taslak. 2. Tür, çeşit. 3. Beniz, çehre.
ŞEMS: Güneş.
ŞENİ': Kötü, fena, utanılacak ayıp.
ŞERAYİN: Atardamarlar.
ŞERH: Açıklama ve tefsir, bir kitabı bütün ayrıntılarıyla anlatma.
ŞERH: Açma, yayma, açıklama, açık açık anlatma.
ŞERİK: Ortak, arkadaş.
ŞERR: 1. Kötülük. 2. Kavga gürültü, 3. Dinin yasak kıldığı iş.
ŞEVKET: Haşmet, ululuk.
ŞIKK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin bir parçası. 2. Bir işin iki yönünden her biri.
ŞİA: 1. Taraflılar, yardımcılar. 2. Hazreti Ali taraflıları, aleviler, şiiler.
ŞİRK: Allah'a ortak koşma.
ŞUA: Güneşten veya bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri, ışın.
ŞUARA: Şairler, ozanlar.
ŞURA: Müzakere, konuşma yeri, meclis, divan.
ŞÜHUDÎ: Görünmeye dair, görünebilir olanla ilgili.
ilkim111 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Facebook'ta Paylaş


Cevapla

Etiketler
Yok


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı



WEZ Format +3. Şuan Saat: 06:30 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.4
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.