|
|
Seçenekler | Thema bewerten | Stil |
06-10-2009, 08:00 PM | #1 |
Tecrübeli Üye
Üyelik tarihi: Apr 2009
Mesajlar: 239
Tecrübe Puanı: 157016 |
Kayseri'de Yetişen Tarihi Şahsiyetler
MEHMET RAŞİD EFENDİ
1753 yılında Ispıdın köyünde doğdu. İlköğrenimini burada yaptı. Bilahare İstanbul'a gitti ve tahsiline orada devam etti. Beylikçi Kesedarlığı göreviyle işe başladı. Daha sonra, Reiüs-Küttap (Başkatip ) oldu. Tarafsızlığı ve açık sözlü oluşu yüzünden, iki defa görevden azledildi. Kısa süren hayatına rağmen, verimli bir çalışma yaparak bugün adına tesis edilmiş olan Kütüphanenin kurulmasına vesile oldu. 1798 yılında vefat eden Raşit Efendi, İstanbul Bayezid camii bitişiğindeki mezarlıkta toprağa verildi. Mehmet Raşit Efendi, adına kitaplık kurdurmanın ötesinde, devrin özelliklerini yansıtan coşkulu şiirleriyle de dikkati çekmiştir. MELİK MEHMED GAZi Sivas'ı kendisine başkent yapan Melik Danişmed Gazi'nin oğludur. Babasının ölümü üzerine tahta çıkmıştır. Asıl adı Gümüştekin'dir. Ancak yaşının küçük olduğundan faydalanan civardaki Rumlar Kayseri'yi ele geçirmek üzere harekete geçmişlerdir. Melik Mehmet Gazi, kurtalmış'un oğlu Süleyman Şah'ın kız kardeşiyle evlenmiş ve böylece enişte kayın birlikte meydana getirdikleri bir orduyla Bizanslıları Kayseri'de büyük bir bozguna uğratmışlardır. . . Melik Mehmed Gazi 1086'da Kayseri'yi yeniden fethedince Kayınbiraderi Süleyman Şah' ın buraya yerleşmesini sağlamış ve o da burayı kendisine karargah yapmıştır... Melik Mehmet Gazi, Süleyman Şah'ın ölümü üzerine gelip buraya yerleşmiş ve burada kendi adına bir medrese ile halen hizmet veren Camii Kebir'i yaptırmıştır... Melik Mehmed Gazi, Kayseri'nin ikinci ve gerçek fatihi sayılır. Çünkü 0, bu fetihten sonra, Kayseri'ye gelen özellikle çevredeki Rumların saldırılarını ortadan kaldırmış, bununla da kalmayarak 1099 ve 1124'de Haçlılara karşı kesin zaferler kazanmıştır. 1134 yılında Kayseri'de vefat etmiş ve kendi adına yaptırdığı ve bugün Camii Kebir'in güney duvarına bitişik inşa ettirdiği mütevazi türbesine defnedilmiştir. . . Kayseri'yi Rum istilasından kurtardığı gece doğan ve bu yüzden Bağı Basan adını alan oğlu da burada babası gibi kendi adına para bastıran Selçuklu Meliklerindendir. Bu durum, oğlunun da bir süre Kayseri'de babası gibi hükümdarlık ettiğini göstermektedir. Bağı Basan'ın oğlu Muzaffereddin Mahmud Bey de Kayseri'de bir dönem valilikte bulunmuştur.. MELİKGAZİ Doğum tarihi bilinmemekle beraber, 1050'lerde doğması muhtemeldir. 1134'te vefat etmiştir. Anadolu'nun türkleşmesinde büyük payı olan bir Danişmendli Melikidir. Urfa, Antakya, Konya, Kayseri Kastamonu ve Çankırı'nın Danişmendililerin yönetiminde Bizanslılardan korunması sağlanmıştır. Haçlılara ve Ermenilere karşı kazandığı zaferler kendisini şöhret haline getirmiş ve Bağdattaki Abbasi halifesi ile İran'daki Büyük Selçuklu Sultanı Sencer kendisine elçilerle hükümdarlık beratı olarak 4 bayrak, davul, altın gerdanlık ve asa göndermişlerdir. Bastırdığı paralara, ''Emir-i Muazzam Emir Gazi'' Ünvanını yazdırdı. Çok zeki, çalışkan, kahraman ve dindar birisiydi.1134'te Malatya'da vefat etti. Cenazesi oradan Kayseri'ye getirildi. Bugün kendi adıyla anılan köydeki türbesine defnedildi. Türbesine, İran Selçukluları iislubunda inşa edildiği için özellikle Sanat Tarihçileri tarafından büyük önem verilir. Mehmet, Yağıbasan, aynoddevle ve Yağan adında dört oğlu da yaşadıkları 12. Asırda Anadolu'nun fethinin tamamlanmasında büyük görev ifa etmişlerdir. Bunlardan Melik Mehmet Gazi, Kayseri'nin ikinci fatihi kabul edilir. MOLLA TATAR 14. asırda yaşamıştır. "Tatarhaniye" isimli kitabın yazarıdır. Bu eseriyle özellikle din konularındaki dönemin sorunlarına çözüm getirmiştir. Bazı kaynaklar kitabının adını kendisine atfetmektedirler.Emir Erdoğmuşun yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. Evliya Çelebi su türbeye, Seyyid Burhaeneddin türbesinden geçildiğini söylemektedir. Doğumu ve ölüm tarihi bilinmemektedir. MOLU'LU REVAİ 1805 yılında Molu köyünde doğdu. Köyünde hasır dokuyarak yaşayan Revai, Mevlevi tarikatına bağlandı ve şiirlerini hep bu fikri disiplin içerisinde söyledi. 1883 yılında öldü. MUİN FEYZİOĞLU 1922 de Kayseri de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burda tamamladı. Daha sonra Milli Eğitim Müdürlüğünde memurluğa başladı ve buradan emekli oldu. Feyzioğlu, kültür ve edebiyata gösterdiği yakın ilgiyi daha sonra yazarlık hayatına dönüştürdü. Ölesiye kadar başta mahalli gazeteler olmak üzere çeşitli kültür ve edebiyat dergilerinde yazılar yazdı o Bu yazılarından bir bölümünü Edebiyatımızın kimliği'' adıyla bir kitapta topladı. 1983'te vefat etti ve Kayseri'de toprağa verildi... MUİNEDDİN PERVANE 13 . yüzyıl alimlerindendir. Rükneddin Kılıçarslanın 4.'nün tatarlar tarafından öldürülmesinden sonra yerine oğlu 3 . Gıyaseddin Keyhüsrev oturmuştur. Ancak bu zat o zaman 4 yaşında olduğu için kendisine vasi olarak Muineddin Pervane tayin edildi. Muineddin Pervane'nin esas adı Süleyman Bin Ali El Deylemi'dir. 'Muineddevle' devleti koruyan, devlete yardım eden anlamına geldiği için bu unvan kendisine verilmiştir. Çünkü; dört yaşındaki bir çocuk devleti nasıl yönetecekti. İyler Muineddevle'nin sorumluluğundaydı. Mevlana Celaleddin-i Rumi kendisine 'Sahib Ata'' unvanı vermiştir. Cömertliğini ve yardımseverliğinden dolayı bu unvanın verildiği bildirilmektedir. Hatta, Mevlana onun için ''Zamanımızın , Osmanı'dır'' ifadesini kullanmıştır. (Buradaki Osman, Hz. Osman'a atfedilmektedir . ) Muineddevle, Kayseri'de kendi adına anılan pervane Medresesini ve Pervane mescidini yaptırmıştır. Bugün bunlardan eser kalmamıştır. Bugün, Fevzi Çakmak, Fuar alanı ve çevresindeki yerleşim alanları da kendisinin denilmektedir. Bu alan bu ad, Muineddin Pervane'ye ait olduğu için verilmektedir. İyi bir devlet adamı, büyük hayırsever ve din bilgini olan Sahib ata, Mevlana'dan büyük ilgi görmüştür. Muineddin Pervane'nin, özellikle Moğolların Anadolu'ya ve Kayseri 'ye yaptıkları bir akının püskürterek, Kayseri ve çevresini düşman işgalinden kurtarmıştır. Bu olay, 1277'de meydana gelmiştir. Muineddin Pervane daha sonra Kayseri'den ayrılmış, Konya'ya giderek orada vefat etmiştir. MUZAFFEREDDİN ŞEYH MÜEYYED Muzaffereddin Şeyh Müeyyed, 14. asırda yaşamış ve muhtemelen 1396'da ölmüştür. Kadı Burhaneddin'in Eratnalıların Kayseri'deki yönetimine son vererek idareyi ele almasından sonra, kendisi Sivas'ı başkent yapıp oraya çekildi. Kayseri'nin idaresini ise yeğeni Muzafferedin Şeyh Müeyyede bıraktı. Şeyh Müeyyed, Kayseri'nin yönetiminde dayısıyla ters düştü. Bu topraklarda kendi idaresini kurmak istedi. Oğuzların Salur boyundan olan Kadı Burhaneddin ise, buna tepki gösterdi ve gelip Kayseri'yi İşgal etti. Bu işgal kırk günden fazla sürdü. Olaydan haberdar olan Kara Yülük Osman, gelip taraflar arasında anlaşma sağladı. Kadı Burhaneddin, yeğeni tarafından şehrin kendisine teslim edilmesine karşılık, onun hayatını bağışlayacaktı. Ancak, bu anlaşma bozuldu ve Kadı Burhaneddin Yeğeni Şeyh Müeyyed'i cezalandırarak idam ettirdi. Buraya defnedildi. Kayseri de günümüze kadar gelen tek eseri halk arasında '1 Asmalı Çeşme'' olarak bilinen çeşmedir. Halen faaldır: Kapalı çarşının batı kapısının ağzındadır. Karşısında pamuk hanı vardır. Kitabesinde şöyle denilmektedir: 'Kaynak olarak akan bu imareti, din ve dünyanın delili, adalet sahibi, devletle Sultan Ahmet, Saltanat günlerinde bina etti. Bu çeşme, sevilen emir, din ve devletin galiba diye bilinen Şeyh Müeyyed eliyle ortaya çıktı. Bu saltanat dostunun sadakatlarıdır.11 Muzaffereddin Şeyh Müeyyed, Kadı Burhaneddinnin yeğeni olduğuna göre, bu da onun gibi doğma büyüme Kayserilidir. Ancak, burada Vali iken, saltanata kalkışması hem kendisinin, hem yeğeninin, hem de bu çevrenin bağımsızlığının sonu oldu. Çünkü Kara Yülük Osman , ahdini bozduğuna kızarak Kadı Burhanettinle savaş açtı. 1398 de onu yenerek öldürdü. Kadı Burhaneddin'in oğlu Zeynelabidin, babasının yerine getirildiyse de , çevredeki Akkoyunlu devletinin baskısından çekinerek, bu toprakları Osmanlı hakimiyetine devretti... MiMAR SiNAN Osmanlı Devleti'nin en parlak devrinin en büyük mimarı, Kocasinan adı ile anılan Mimar Sinan, 1490 senesinde Kayseri'nin Ağınas Köyü'nde doğdu. Abdulmennan oğlu Sinan, Yavuz Sultan Selim Han zamanında, 1512 yılında devşirme olarak İstanbul'a geldi. 1514'de Çaldıran, 1517 'de.Mısır seferlerine katıldı. Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında yeniçeri oldu. 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos seferlerinde bulunarak atlı sekban oldu. 1526'da katıldığı Mohaç Meydan Muharebesi'nden sonra sırası ile acemi oğlanlar yayabaşılığı, kapı yayabaşılığı ve zenberekçibaş.ılığa yükseldi. 1532'de Alman 1534'de katıldığı Tebriz ve Bağdat seferlerinden dönüşte Hakesi rütbesini aldı. Bağdat seferinde Van Kalesi muhasarasında, göz üzerinden geçecek kalyonları inşa edip üzerine top yerleştirdi. 1537'de orfu ile Pulya ve 1538 de Karasbuğdan seferlerine katılan mimar Sinan Karabuğdan seferinde seferdeki mimarlarının Prut Nehri üzerine köprü inşa edememeleri orduyu güç durumda bıraktı. Bu işe o sırada Sinan talip oldu ve 13 gün gibi kısa bir zamanda ordunun bütün ağırlığıyla geçebileceği büyük bir köprü inşa etti. Bu başrasıyla Kanuni Sultan Süleyman'ın dikkatini çekti. Aynı yıl ''Reis-i Mimaran-ı Dergah-ı '' Ali'' rütbesi ile başmimarlığa getirildi. Hayret uyandırıcı güzellikte ve sayıda eserler verdi. Mimar Sinan, katıldığı seferlerde Suriye, Mısır, Irak, İran, Balkanlar ve Avrupa'nın bir kısmını görüp mimari eserleri inceledi ve kendisi de gördüklerinden daha güzellerini inşa etti. Mimar Sinan'ın İstanbul'da Mimarbaşı olmadan önce inşa ettiği ilk eseri Haseki Külliyesidir. Bu külliyede devrinin bütün .mimari unsurlarını birleştirmeyi başararak cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, daruşıfadan meydana gelen bu site onun san'at kabiliyetinin ilk hareket noktası oldu. Mimarbaşılığa getirildikten sonra da kendi gelişme grafiğinin üç ayrı merhalesini teşkil eden Şehzade Camii, Sultan Ahmet Camii ve seliye Camii büyük ilgi topladı. Kendisi ''Bu eserlerin., ilkinin çıraklık, ikincisinin kalfalık, üçüncüsünün de ustalık eseri olduğunu söyleyerek bu .gelişme çizgisini ortaya koydu. Mimar Sinan, özellikle Batılı Mimarların islam aleminde Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin ınşa edilemeyeceği iddiasını, kendisine ciddi bir problem saydı. Ustalık eseri Selimiyeyi inşa ederken bu iddiya cevap verme arzusunu ifade etti. Bunu da Ayasofya'nın kubbesini geçerek ortaya koydu. Sinan, kendi hatıratında bu konuda şöyle der : Kefere-i Fecere'nin mimar geçinen takımının Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük kubbenin Müslüman mimarlarca yapılamayacağı yolundaki iddiası, benim yüreğime dert oldu. Bunun için Selimiye'nin kubbesini 4 arşın daha geniş ve 6 arşın daha yüksek İnşa ederek onlara cevap verdim. Sinan'ın Edirne'de İnşa ettiği Selimiye Camii nin kubbesi, hakikaten Ayasofya'nın kubbesine üstten bir miğfer gibi oturacak şekilde varlığını devam etttirmektedir. Bu camiye yaptığı 4 minare üçer şerefelidirler. Her şerefesine ayrı ayrı merdivenlerden çıkılmaktadır. Mimar Sinan, İstanbul'da Kanuni Sultan Süleyman adına İnşa ettiği Süleymaniye Camiinde ve Selimiye'de ortaya koyduğu mimari üslupla 5 asırdan bu yana Türk mimarisinin İlk milli sentezini meydana getirdi. Bugün bile mimarlık eğitimi ve inşa İmkanları en üst seviyeye çıktığı halde Sinan'ın eserlerindeki üslup, estetik ve proje derinliği aşılamadı. Mimar Sinan, 50 yılı bulan Mimarbaşılığı döneminde 84 cami, 52 mescid, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 5 su kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen ve 47 hamam olmak üzere toplam 265 eser vücuda getirmiştir. Mimar Sinan çalışkan, dürüst, İnançlı kişiliğİ ile Türk San'atının yüz akı olma özelliğini daha asırlarca koruyacaktır. 1581de bir. asra yakın bir ömür sürdükten sonra, İstanbul'da vefat etti. Süleymaniye Camii'nin bir köşesine kendisi tarafından inşa edilen küçük türbesine defnedildi. NECMEDDİN İMAD 13. asırda yaşamış bir İslam büyüğüdür. Hakkında detaylı bilgi bulunmayan Necmeddin İmad'ın 1224 yılında şehrimizde vefat ettiği ve mezarının Serçeönü Mahallesinde olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. NURETTİN SULTANŞAH Selçuklu Sultanlarından 2. Kılıçarslan'ın 11 oğlundan birisidir. Sultan 2.Kılıçarslan yaşlılığında ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırmış, Kayseri'de Nureddin Sultanşah'a vermiştir. Nureddin Sultanşah, babasından kendisine düşen bu topraklarda iyi bir yönetim sağlamıştır. Ne var kİ, baba 2. Kılıçarslan, bir süre sonra bu taksimattan vazgeçip, topraklarını büyük oğlu Kutbeddin Melikşah'ın yönetiminde birleştirmek istemiştir. Ancak, buna diğer evlatları gibi Nurettin Sultanşah da rıza göstermemiştir. Bu durum iç karışıklıklara neden olmuş, sonunda oğullarından Gıyaseddin Keyhüsrevi İkna ederek, onunla Kayseri üzerine yürümüştür. Ne var ki ömrü vefa etmemiş ve kendisi Kayseri yakınları,nda ölmüştür. Kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev ise, kuşatmayı kaldırarak kendisine verilen toprakra dönmüştür. Bu olaydan bir süre sonra Nurettin Sultanşah'ın Kardeşi Sivas Meliki Kudbettin Melikşah, Kayseri üzerine yürümüştür. Kudbettin Melikşah, Kayseri'ye gelişinde niyetini saklamış bu durum, kardeşinin kendisine yakınlaşmasını sağlamıştır. Bir gün kendisini ziyarete gelen Kayseri Meliki Nureddin Sultanşah'ı öldüren Kudbettin Melikşah, başını keserek Kayseri halkına göndermiştir. Kudbettİn bununla da yetinmemiş, şehrin sevilen alimi Hoca Hasan'ı da öldürterek, cesedini köpeklerin önüne atmıştır. Kayseri halkı tepki gösterince de 1193'te işlediği bu cinayetlerden sonra kendi topraklarına dönmüştür... Kayseri Halkı Nureddin Sultanşah'ı ve Hoca Hasan'ı büyük bir cenaze töreniyle defnetmiştir. NİŞANCI MEHMED PAŞA Mısır tüccarlardan Kayserili Ali Ağa'ınn oğludur. 1668 yılında doğmuş ve genç yaşta babasının vasıtasıyla saraya intisap etmiştir. Saray Baltacılığı, saman katipliği, mütesellimliklerden sonra Kapıcılar Kethüdası olmuştur. 1717 yılında vezir, 1724 yılında ise Mısır Valiliğine getirilmiştir. 1727 yılında da Cidde Valiliğine getirilmiş, ertesi yıl gittiği Hac'da orada vefat etmiştir. Saraydaki bu görevi sırasında Erkilet kendisine verilmiştir. Burada Musa Ağa Camiinin inşa ettiren Nişancı Mehmed Paşa, buradaki mal varlığını da bu camiye vakfetmiştir. OSMAN KAVUNCU Osman Kavuncu 1918 yılında doğdu. öğreniminden sonra çeşitli hizmetlerde bulundu ve Belediye Başkanlığı yaptı. Bu göreviyle Kayseri'nin şehirleşme hareketine yön ve hareket veren bir yönetici oldu. 1966 yılında vefat etti. PİRİ MEHMED PAŞA Büyük Türk Bilgini, Davud-u Kayseri'nin torunlarındandır. doğduğu tarihi bilinmemektedir. Sarayda hizmet görmüş ve çeşitli kademelerdeki hizmetleriyle sadrazamlık makamına gelmiştir. Piri Mehmet Paşa'nın Osmanlı Siyasi hayatındaki rolü, Çaldıran Meydan Muharebesi'ne Ordu Defterdarı olarak katılmasıyla başlar. Daha sonra çeşitli görevler yapar ve Sadrazamlığa yükselir. 1517 yılında bu görevinde iken emekli olur. 1522 yılında da zehirlenerek ölür. Kayseri'de kendi geliriyle ''Gön Hanı'' nı yaptırır. Siyasi hayatı yanında edebiyata da ilgi duymuş ve ''Remzi'' mahlasıyla şiirler yazmıştır, Bir dörtlüğünde şöyle demektedir : ''Şeb-i zülfünde kalanlar zulumat ile yürür /Erişen leblerine ab-ı hayat ile yürür/Zahidi, hasret-i mey şöyle zebun eyledi kim/Elde tesbih duasını salavat iIe yürür. Türkçesi : (Zülfünün gecesinde kalanlar karanlıkta yürür Dudaklarına erişenler hayat suyu ile yürür / Zahidi, meyin hasreti öyle zayıflattı ki / Elinde tesbih ve asası, salavat ile yürür!) Piri Mehmet Paşa, öldükten sonra, İstanbul'un Silivri ilçesinde kendi yaptırdığı caminin defnedilmiştir RASİH 1800 yılında doğdu. Tahsilini İstanbul'da yaptı ve Kayseri'de öldü 1877 yılında vefat eden Rasih'in türbesi Melik .Gazi köyündedir. Melik Gazi'ye bağlılığı yüzünden buraya defnedildiği sanılmaktadır. SEYRANİ 1807 yılında Develi'de doğdu. İlköğrenimini babasından aldı. Babasının cami imamı olması, onun özellikle dini eğitim almasında yardımcı oldu. Seyrani rivayete göre, babasının imamlık yaptığı camiyi açmak için bir sabah gidince, orada safhalinde namaz kılan insanları görür. Kendisi de namazını onlarla kılar. Sonra birisiyle arkadaş olur. Bu zat da, Seyraniye Türk Halk Şiirinde 11 Aşk Badesi'' denilen Badeyi içirir. Seyrani sabah olunca bu arkadaşını aramak İçin Develi'den çıkar. Ne var ki, bulamaz ve baygın bir vaziyette bağlarına yığılır kalır. Annesi bağa gelip oğlunu bulunca ona, Yavrum benim Bağımı seyran ediyorsun?'' der. Burada ''Seyran tabirini kendisine mahlas edinerek ''Seyrani lakabını alır. Asıl adı Mehmet bundan sonra unutulur ve bu adla çağrılır. Seyrani askerlikten sonra, İstanbul'a giderek burada 7 yıla yakın bir zaman kaldı. Padişahlı, devrin yöneticileri, cemiyeti ve insanların çelişkilerini hicveden Seyrani, Padişah Abdulmecit tarafından sürgün edilmek üzereyken memleketi Develiye döndü. Seyrani'nin İstanbul'dan ayrıldıktan sonra Halep'e gittiği ve orada Kadiri Tarikatı mensuplarıyla görüşerek bu tarikata girdiği de kaynaklarda rivayet edilir. Seyrani 1866 yılında Develi'de öldü ve burada toprağa verildi. Ölümünden sonra, şiirleri bir kitapta toplandı. Hicve dayanan lirik bir söyleyişle Halk şiiri tarzında örnekler veren Seyrani'nin medrese kültürünün oluşu, eserine ilmi bir hüviyet yanında kalıcılık da kazandırmıştır. SEYYİD BURHANEDDİN 1165 tarihinde Tirmiz'de doğdu. Hz. Ali'nin soyundan geldiği rivayet edilir. ilme duyduğu ilgi .yüzünden, Tirmiz'den Behl'e geçti. Burada Mevlana'nın babası Bahaeddin Veled'e talebe oldu. 12 yıl hocasının hizmetinde bulundu ve ondan ders aldı Bilahare hocası, oğlu Mevlanayı ona havale etti vc eğitimiyle meşgul olmasını istedi. Seyyid Burhaneddin burdaki dersini tamamladıktan sonra, Belh'ten ayrıldı. 1 2 yıl dağlarda kendi başına yaşadı. Bu sırada, Bahaeddin Veled ailesiyle birlikte Anadolulya göçtü. Seyyid Burhaneddin, hocasını ziyaret için yeniden Behl'e döndüğünde, orada bulamayınca geri Tirmİz'e geldi. Burda kendi halinde yaşarken, birden bire, ''Eyvah, Şeyhim sultan'ül Ulema bu toprak aleminden temiz aleme göçtü'' diyerek ağlamaya başladı. Kalkıp cenaze namazını kıldı. Bu defa daha da içine kapanmış, kendisini tamamen dini hayata vermişti. Hocasının ölümünden bir yıl sonra, bir gün rüyasında hocasını gördü. Kendisine şöyle diyordu : - Burhaneddin, benim Celaleddin Muhammedimi nasıl yalnız bıraktın: Bu hal, lalalık ve atabeklik vazifene yarışmaz! .. Seyyid Burhaneddin bu manevi ihtan alınca, Anadoluya gelmeye karar verdi ve yola çıkarak Konya'ya ulaştı. Geldiğinde, Mevlana Karaman'da bulunuyordu. Ona haber göndererek Konya'ya dönmesini istedi. Karaman'dan ayrılan Mevlana'ya hitaben şunları söyledi. - Din ve dünya İlminde babanı hayli geçmişsin. Fakat babanın hem dünya ilmi, hem de ahiret ilmi tamamdı. Bundan sonra, senin de ''Hal'' ilmine (manevi ilimleri, tasavvu; deryasına) girmeni İstiyorum. Bu, peygamberlerin ve velilerin ilmidir. O ilme Ledün derler. ''Biz ona yanımızdaki ilimden verdik'' ayetindeki ilim bu ilimdir. O mana, Şeyh Hazretleri babandan bana ulaşmıştır. Onu yine benden al ki bütün hallerde gizli ve açık hiç bir şey)' kalmasın ve babanın hakiki varisi olasın. Mevlana , hocasının bu öğüdüne uydu ve tam dokuz yıl ona hizmet etti. Bu arada, hocasının tavsiyelerine uyarak Halep ve Şam'a gitti. Mevlana'nın Konya'dan bu şekilde ayrılması üzerine, Seyyid Burhaneddin de Kayseri'ye geldi. Burada sahip Şemseddin istehani adında bir büyük din alimi vardır. Burhaneddin de, Şam'dan dönüşünde Kayseri'ye uğradı. Burada iki dost tekrar bir araya geldiler. Mevlana burada ''Halvet'' e girdi. Bu, tasavvufda kendi başına kimseyle ilişki kurmadan yaşatmak demekti. Halvet'i tamamladıktan sonra, beraberce Konya'ya döndüler. Seyyid Burhaneddin, talebesini iyice yetiştirmiş ve onun üzerindeki sorumluluğunu tamamlamıştı. Seyyid Burhaneddin, öğrencisini yetiştirdikten sonra, tekrar Kayseri'ye dönmüştür. Burada talebe yetiştirmekle meşgul olmuş ve 1244'te vefat etmiştir. Seyyid Burhaneddin, olağanüstü kişiliğini ortaya koyması bakımından, ondan birkaç kerameti nakletmekte fayda vardır. Seyyid Burhaneddin'e Talas'tan bir kız öğrenci derse geliyordu. Bir gün, kızın babasına komşuları dedikodu yaparak, ''Genç ve yetişmiş kızı, bekar bir hocaya nasıl gönderiyorsun'' dediler. Kızın babası, Hocası'nın yaşlı ve evliya olduğunu, böyle düşünmekle, ona iftirada bulunduklarını söyledi. Sabahleyin de kız yine hocasına gönderdi. kız, gelip hocasının karşısına geçince, hocası ona bir paket vererek, bunu babasına götürmesini söyledi. Hiç bir şeyden haberi olmayan kızcağız, paketi alarak tekrar Talas'a döndü. Emaneti babasına verdi. Babası açtığında bir ateşin yanmakta olduğunu ve ortasında da bir demet pamuğun ateşten etkilenmeden durduğunu gördü. Akşamleyin komşularının yaptığı ayıp, Hoca'ya malum olmuş ve onlara cevap vermişti. Durumu dedikoducu komşularına gösterdi. Hepsi gelip özür dilediler. Hoca da bir daha o kızı dersine kabul etmedi. Seyyid Burhaneddin, bir gün hizmetçisine abdest suyu hazırlamasını söyledi. Hizmetçi suyu hazırladı ve kendisine haber verdi. Seyyid Burhaneddin, suyun fazla olmasını ve, ısıtılmasını söyledi. Hizmetçi bunu da yaptı. Bilahere dönerek şöyle dedi : - Git şehre, Seyyid, dünyadan göçtü diye sela ver. Hizmetçi, söyleneni yaptı. Kapıyı örttü ve bu defa gitmeyerek, kendisini gözetlemeye başladı. Seyyid Burhaneddin, suyla abdest aldı, yıkandı sonra duasını yaparak yatağa uzandı ve ruhunu teslim etti. Hizmetçi bunu görünce, şaşkına dönerek şehre gidip durumu şehrin ileri gelenlerine haber verdi. Başta müridi, şehrin valisi Sahip Şemseddin İsfahani olmak üzere, Kayserili toplanarak cenazesini kıldırıp kendisini defnettiler. Bu olay Mevlana'ya ulaştırılınca, Kayseri'ye gelerek mezarını ziyaret etti. Onun babasının gıyabında cenaze namazını kıldığın gibi, kendisi de Hocası'nın cenaze namazını kıldı ve şehirden ayrılarak Konya'ya döndü. ''Maarif' adında bir eser bırakan Seyyid Burhaneddin, halen şehrimizde kendi adına yaptırılan türbede yatmaktadır. SOMUNCU BABA Esas Adı Şeyh Hamid-i Kayseri olan bu zat, 1307'de Kayserinin Akçaabat köyünde doğdu. İlk eğitimini babasından aldı. Daha sonra, İran'a ve Suudi Arabistan'a gitti. Tebriz, Şirvan, ErdebiI, Halep, Şam gibi o günün büyük ilim merkezlerinde kendisini yetiştirdi. Dönemin meşur alimi Şeyh Alaeddin Ali Erdebili'den dersler aldı. Onun emri üzerine de yeniden Anadoluya döndü. Şeyhi Anadolunun manen imarı gerektiğini, giderek kendisinin halkı aydınlatmasını söyledi. Velayet güneşi Acem burcundan Rum (Anadolu) burcuna intikal eyledi. Memleketimizde bu büyük emaneti yüklenecek sensin. Git, görevin yerine getir. '' diyen Şeyhinin emrine uyarak o zaman Osmanlıların hükümdarlığı altında bulunan Bursa'ya geldi. Şeyh Hamid-i Veli Bursa da somun satarak hayatını kazanıyordu. Bu sıralarda Yıldırım Beyazıd Niğbolu Zaferini kazanmış ve başarısının bir şükranesi olarak Bursa'ya büyük bir cami yaptırmıştı. Bugünkü Ulu cami olan bu eserin yapılırken, burasını kimin hizmete sokması gerektiğinde bazı teklifler oldu. Yıldırım Bayezid, Camide iIk hutbeyi dönemin meşhur alimi Emir Sultan, buna şu cevabı verdi: - Burada, bu şehirde bugün Emli Sultan'dan daha büyük bir zat var. Bu şerefi bana değil, ona vermelisiniz. Yı1dırım Bayezid, kim olduğunu sorar Şeyh Hamid-i Veli olduğunu öğrencilikte kabul eder. Bu durumdan Bursalının haberi yoktur. Cami açılır cemaat içeri girer. Hutbe okunacakken, Emir Sultan, ''Şu an aramızda manevi derecelerin en yüksek sahibi Somuncu Baba varken, burada hutbe okumak ve namaz kıldırmak bize düşmez'' der. Somuncu Baba ''Ne yaptın emirim, nihayet bizi ele verdin?'' diyerek sersenişte bulunur vc Minbere çıkar.. Şeyh Hamid-i Veli, Minberde Fatiha suresinin tefsirini yapar. Bursa Kadısı ve dönemin meşhur alimi Molla Fenari'de orada bulunmaktadır. Fatihanın bu yorumundan çok etkilenir ve orada bulunanlardan çok azının bunu anlayabileceğini söyler. Hutbe bitip halk camiden çıkınca, herkes, somuncu Baba'nın elini öpmek için sıraya girer. Bu durum, onu hayli etkilemiş olacak ki, bir daha şehirde somun satmayarak halkın arasından çekilip kendi başına yalnız yaşamaya başlar. Sonra da Bursa'yı terk ederek tekrar Kayseri'ye döner. Somuncu Baba Kayseri'ye geldikten sonra, Ankara'da bulunan Hacı Bayramı Kayseri'ye davet etti. Hacı Bayram, bu davete iştirak ederek buraya geldi. Hacı Bayram'1a burada bir süre beraber kalan Somuncu Baba, daha sonra birlikte Hicaz'a giderek orada 1412 yılında vefat ettiğini yazarlar. Somuncu Baba'nın tekrar Kayseri'ye gelerek Hunat Hatun medresesinin kuzeyinde defnedildiğini öne sürenler de vardır. Ancak her ikisi için de kesin bir mevcut değildir. Hacı Bayram ise, daha sonra Ankara'ya dönerek burada Bayramiyye Tarikatını kurdu ve orada vefat etti. Bugün Ankara adını taşıyan cami yanındaki türbede yatmaktadır. SULİ PAŞA HATUN Sulipaşa Hatun, Anadolu'da Türk Devleti'ni kuran Alaeddin Eratna'nın hanımıdır. Doğum tarihi belli değildir. 1340 yılında Kayseri'de ölmüş ve burada yaptınlan Köşk Medrese'ye defnedilmiştir. Alaeddin Eratna, Eratna Beyliği'ni kurunca, Sivas'ı merkez yapmış. Kayseri'de de, kendi adına görevi eşi Sulipaşa Hatun'a bırakmıştır. Meşhur Arap Seyyahı ibni Batuda, Sulipaşa Hatun'dan '' Ağa'' dendiğini yazmaktadır. 10 yıl kadar, Kayseri'de valilik yapan Sulipaşa Hatun, Kayseri'de Ahiliğin teşkilatlanmasında, Evhaüddin Kirmani'nin kızı vc Ahi Evran'ın hanımı Fatma Bacı kadar etkili olmuş ve burada, ticaretle uğraşan esnafın işlerini düzene koymuştur... Kaynaklar Sulipaşa Hatun'un eşi Emir Alaeddin Eratna'nın adına kararlar aldığı, diğer beyliklerle yazışmalar yaptığı ve güvenlik işlerini düzene koyduğunu yazmaktadırlar. Sulipaşa Hatun'un ölümünden önce, eşi Alaeddin Eratna tarafından Köşk Dağı'na yaptırılan medresenin içerisine, bir de türbe inşa ettirildi ve Sulipaşa Hatun vefat edince buraya defnedildi. Buradaki türbenin kitabesinde şöyle denilmektedir : ''Bu imaretin yapılmasını, Yedi yüzkırk yedi senesi muharreminde, dünyada Emirler Meliki Büyük nur, Allah adaletini artırsın, Emir Eratna karısı, Sulipaşa için yaptırmıştır. Allah toprağını güzel eylesin.'' Türk tarihinde, ilk kadın Vali olarak anılması gereken Sulipaşa Hatun, oğlu Gıyaseddin Sultanla birlikte burada yatmaktadır. SÜLEYMAN BEY Dulgadir oğullarıtnı kuran Nasirüddin Mehmet Bey'in oğlu ve Kadı Burhaneddin'in torunudur. Mısır Memlukleri ile Karamanoğlu beyliğinin Kayseri üzerindeki yetki çatışmalarının devam ettiğini bir dönemde, Kayseri'nin yönetimini üstlenmiştir. Karamanoğlu ibrahim Bey'in Kayseri'ye yürümesi üzerine Osmanlı Padişahı 2. Murad'a başvuran Süleyman Bey, şehrin kendisinde kalmasını sağlamışsa da, bu uzun süreli olamamıştır. Babası Mehmet Bey'in ölümünden sonra, Dulgadiroğlu tahtına çıkan Süleyman Bey, kızı Sitti Mükrime'yi Fatih Sultan Mehmed'e vererek Osmanlılarla var olan akrabalık ilişkisini daha da ileri götürmüştür. Ancak, bu durumu, kendisinin saltanatının devamına imkan vermemiş ve 1454 yılında beylikler arası çatışmalarda vefat etmiştir... Ölümünden sonra, cenazesi Pazarören yakınında bulunan eski adıyla Koçcağız köyündeki türbesine defnedildi. Süleyman Bey, Kayseri'de çok sevilen bir Vali olacak ki, kendisine yapılan türbe oldukça güzeldir. Türbe iki kattan oluşmaktadır. Mezan, birinci katın altındadır. Üst kat ise batıya iki zarif sütun üzerine oturtulmuş TACEDDİN VELİ 16. asırda yaşamıştır. Hayatı hakkında etraflı bilgi bulunmamaktadır. Kadiri tarikatının tanınmış şeyhlerindendir. 1513 tarihinde kendi adına yaptırdığı Camii günümüze kadar gelmemiştir. Caminin 1937de Milli Eğitime satıldığı ve arasına Etiler İlkokulunun yaptırıldığı bilinmektedir. şeyh Taceddin Hazretleri, soy itibariyle, Hoca Vatan vasıtasıyla, Seyyid Abdulkadir Bağdadı ve Seyyit Cüneyd-i Bağdadi'ye, Ma'ri Kerhi'ye oradan da Hazreti ali'ye dayanmaktadır. Taceddin-İ Veli'nin oğlu Kemalettin Veli'nin de babası gibi donemin Büyük alim ve mutasavvıflanndan olduğu kaynaklarda ifade edilmektedir. Şeyh Taceddin-i Velinin yaptırdığı camiye Eskişehir semtindeki bağ ve bahçeleri vakıf olarak bıraktığı kendi vakfiyesinden anlaşılmaktadır... Taceddin-İ Veli Hazretlerİ, Kayseri'de dogup büyümüş ve burada yaşamış. dönemin büyüklerinden bir zattı. Yaşadığı 16. A sırda, kayseri'de çok sayıda insanı yetiştirmiş ve özellikle de tasavvufi .bilgilerin yerleşip gelişmesine imkan sağlamıştır. Kendisinin yaşadığı dönemde kazandığı şöhret günümüze kadar devam etmiş ve hatta, Mehmet Akif Ersoy,Ankara da kaldığı dönemde, Taceddin-i Veli adına inşa edilmiş olan Taceddin Dergahı '' nda ikamet etmiş, İstiklal Marşı'nı da burada yazmıştır. Bu dergah, halen müze olarak muhafaza edilmektedir. Taceddin-i Veli, ölümünden sonra defnedildiği türbesı, adıyla anılan mahallededir ve ziyarete açıktır. TURHAN FEVZİOĞLU 1922 yılında Kayseri de doğdu. İlköğretimini burada, orta öğrenimini Galatasaray lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Doktorasını İngiltere de yaptı ve 1955 yılında Türkiye'nin en genç Profesörü unvanını aldı. Daha sonra Hukuk Fakültesi'ne dekan oldu. Turhan Feyzioğlu, bir süre sonra Üniversite'deki hocalığını bırakarak politikaya atıldı. Öğrencilerine ''Nabza göre şerbet vermeyin'' tavsiyesiyle tanınan Feyzioğlu Sivas'tan Milletvekili seçildi. Çeşitli bakanlıklarda bulundu. Başbakan yardımcılığı yaptı. Ancak mensubu olduğu partinin 'Ortanın Solu'' sloganını benimsemesi üzerine Genel Sekreter olduğu bu partiden ayrılarak yeni bir parti kurdu. 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar bu partinin Genel Başkanlığın yürüttü. Daha sonra siyasetten çekilerek siyasi faaliyetlerini partiler üstü kalarak yürütmeye çalıştı. Uzun bir süre çalışmalarıyla Kayseri'yi temsil etti. Çok sayıda hukuki ve siyasi eser yazdı. 1988 yılında Ankara'da vefat etti ve burada toprağa verildi. YAMAN DEDE 1888 yılında Talas'ta doğan Diyamendi, 14 yaşlarında Müslüman olduktan sonra dini tahsil yaptı ve bilahare mevlevi dergahına intisap etti. Ölümüne kadar Mevlana terbiyesine bağlı kalan ve bu alanda oldukça güzel şiirler yazan Osman Dede, 1963 yılında öldü. ZEYNEL ABİDİN Zeynel Abidin, 1349'da Medine'de doğdu. Çocukluğu burada geçti. Çeşitli yerleri gezdi ve sonunda 1369 yılında Kayseri'ye gelerek buraya yerleşti. Hz. Ali'ye kadar varan soyu, onun burada daha çok itibar görmesine sebep oldu. Peygamber soyundan geldiği için, halk kendisine çok iltifat etti ve bağlandı. Alim ve mutasavvıf olan Zeynel Abidin'e o dönemde halk İmam Sultan lakabını takmıştı. Hizmetçisinin dilsiz olmasına rağmen yalnızca efendisinin söylediklerini duyması ve söylediklerine göre hareket etmesi, kendisinden farklı bir kişiliğin işareti kabul edilir. Aynı işareti, baktığı taşı parçalamasında da görürüz. İlk teşebbüsünde tam 17 gün iftar açmadan oruç tutan Zeynel Abidin hazretlerinin, naşı burasının kütüphane yapılması üzerine 1953 yılında Seyyid Burhaneddin türbesine kaldırıldı. 1994 yılında ise tekrar eski türbesine nakledildi.
__________________
Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. http://img694.imageshack.us/img694/5396/emeesaygj.gif |
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
02-02-2010, 04:02 AM | #2 |
Tecrübeli Üye
Üyelik tarihi: Mar 2009
Mesajlar: 624
Tecrübe Puanı: 449016 |
seyranı hı bilmiyodum emegıne saglık..saygıalr
|
02-02-2010, 05:11 PM | #3 |
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 1.162
Tecrübe Puanı: 349018 |
seyraniyi nasıl bilmezsin
ben hutameyi biliyorum bak
__________________
https://www.facebook.com/groups/133566160037768/ |
Etiketler |
Yok |
|
|